Tevbe Suresinin 32. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

Tevbe Suresinin 32. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Allah’ın nurunun üflemekle söndürülemeyeceğini bildiren âyet; Tevbe Suresinin 32. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Ayet-i kerimede buyrulur:

يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Allah’ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. (Tevbe, 9/32)

ALLAH’IN NÛRU ÜFLEMEKLE SÖNDÜRÜLEMEZ!

Bilgi:

Ayette, benzetme yoluyla inkârcıların üfleyerek iman nurunu söndürme gayreti içinde oldukları, ancak Allah’ın buna asla müsaade etmeyeceği ifade edilmektedir. Allah Teâla nurunu küfrün karanlık dünyasına galip kılacaktır. Her dönemde imanın aydınlığından rahatsız olup inananları her fırsatta yok etme gayretine girenler olmuştur. Ancak iman meşalesi, bu tür esintilerden zaman zaman etkilense de asla söndürülememiştir. Ayetten İslam’ın mesajının eninde sonunda herkese ulaşacağı, nihaî zafer ve başarının inananların olacağı anlaşılmaktadır.

Mesaj:

  1. İslam Allah’ın korumasındadır. Hiçbir inkârcı çaba onu yok edemez.
  2. İnkârcılar hoşlanmasa da zafer İslam’ındır.

Kelime Dağarcığı:

İrâde: İstemek, dilemek.

Nur: Işık, Allah’ın dini.

İtmam: Tamamlamak.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Allah ise, kâfirler hiçbir zaman hoşlanmasa da, nûrunu mutlaka tamamlamak istiyor.
  2. Allah, Rasûlü’nü doğru yolun ta kendisiyle ve adâlet ve hakkaniyet üzerine kurulan hak dîni ile gönderdi ki, müşrikler hiçbir zaman istemese de, o dîni diğer bütün dinlere üstün ve hâkim kılsın.

 “Allah’ın nûru”, Kur’ân-ı Kerîm’in hükümleri ve sünnet-i seniyyesinin tatbikatıyla Resûlullah (s.a.s.)’in muşahhas bir şekilde yaşayıp örnek olarak insanlığın önüne koyduğu İslâm dinidir. Bütün iman, ibâdet, ahlâk ve muamelât esasları ve içtimâî, iktisâdî, idârî kaideleriyle İslâm, insanların kalpleri ve zihinleriyle birlikte bütün cihânı aydınlatan lekesiz bir nur, bir ışık kaynağıdır. Dünyaya nispetle güneş hangi mevkide ise, kalplere ve ruhlara nispetle İslâm dini de o mevkidedir. Nûrunu Cenâb-ı Hak’tan alan bu din çağları aydınlatacak, kimse onun önüne geçemeyecektir. Kâfirler istemese de Allah mutlaka nûrunu tamamlayacak; kelime-i tevhidi yüceltecek ve İslâm dinini hâkim kılacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın muradı, Peygamberine gönderdiği hidâyet rehberi ve hak dini İslâm’ın diğer bütün dinlere üstün gelmesini sağlamaktır. Allah’ın muradını engelleyecek ise hiçbir güç yoktur. Müşrikler istese de istemese de hakikat böyle tecelli edecektir.

Nitekim Peygamber Efendimiz’in, Allah’ın dînini tebliğ etme ve öğretme husûsundaki azim, gayret ve şevki karşısında büyük bir âcizliğe düşen Kureyş müşrikleri birgün:

“– Sen bizi ve ilâhlarımızı yermeyi bırak, biz de seni ve ilâhını kendi hâlinize bırakalım” dediklerinde Resûlullah (s.a.s.) başını kaldırıp semâya baktı ve:

“– Şu güneşi görüyor musunuz?” diye sordu.

“– Evet, görüyoruz” dediklerinde Allah Resûlü (s.a.s.), İslâm’ın mâhiyetine ve istikbaldeki durumuna dikkat çekecek bir tarzda:

“– Peki ben sizin bu güneşin ışıklarından faydalanmanıza mâni olabilir miyim?” buyurdu. (İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 92; İbn İshâk, es-Sîre, s. 136)

Bu sebeple din düşmanları tarafından İslâm’ı söndürme maksadıyla tezgahlanan ve uygulamaya konan her plan, ancak güneşi ağızla üfleyerek söndürmeye çalışmanın dışında bir ağırlığa sahip değildir ve olamaz.

Şunu belirtmek gerekir ki, kendilerini İslâm’a nispet eden, dolayısıyla müslüman olarak anılmakla birlikte İslâm’ı gerçek mânada hayatlarına tatbik edemeyen insanlar bazan küfür dünyası karşısında mağlup duruma düşebilirler. Fakat bu asla İslâm’ın mağlubiyeti değildir. İslâm, din olarak her zaman bütün dinlerin üzerinde yüksek bir mevkie sahiptir. Bu ilk günden itibaren böyle olduğu gibi, bugün de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır. müslümanların siyâsî, askerî ve iktisâdî açıdan en zayıf dönemlerini yaşadıkları son birkaç asırda bile İslâm, her türlü gelişmiş teknik ve vasıtaya sahip evrensel düşman güçlerin her cepheden ardı arkası kesilmez saldırılarına rağmen ilk günkü gibi yerindedir, terütazedir. Bu süre içinde pek az kimse İslâm’dan çıkıp başka dinlere girerken, diğer dinlerden çok sayıda insan İslâm’la buluşmaya devam etmektedir. Günümüz müslümanlarının onca hatasına ve kusuruna, İslâm’ı temsil ve tatbikteki onca yanlışlarına ve yetersizliklerine ve evrensel düşman güçlerin İslâm’ı olduğundan farklı göstermek için ortaya koydukları onca çabaya rağmen, batıda pek çok insan, herhangi bir dine inansın veya inanmasın, İslâm’dan etkilenmeye devam etmektedir. Bu konuda İslâm’ın dinamizmi ve nasıl söndürülemez bir ışık kaynağı olduğu günden güne insanların, özellikle entelektüel insanların dikkatini daha da çekmektedir. (Ünal, s. 422)

Hâsılı İslâm, ebediyen eskimeyecek ve bozulmayacak bütün esasları ve kaideleriyle ilk günkü gibi dupduru ortada olup insanlığın semâsında bir güneş gibi parlamaktadır. Fakat insanlar nefislerini, nefsânî arzularının mahkûmu olmuş kalplerini ve zihinlerini onun önünde perde yaparak onun nûrundan mahrum kalmaktadırlar. müslümanların asıl vazifesi, aradaki o perdeleri kaldırarak kalpleri İslâm’ın o sönmez nûruyla buluşturmaktır.

Ancak bir kısım güçler ve insanlar bu mücadelenin önüne geçmek için çalışacaklardır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com