Tevbe Suresinin 38. Ayeti Ne Anlatıyor?

Tevbe Suresinin 38. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Müslümanın gevşek davranmaması gerektiğini bildiren âyet; Tevbe Suresinin 38. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Ayet-i kerimede buyrulur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa ahiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı fayda ahiretinkine göre pek azdır. (Tevbe, 9/38)

MÜSLÜMANA GEVŞEKLİK YARAŞMAZ!

Bilgi:

Bu ve devamındaki ayetlerin konusu, Bizans’ın Medine’yi istila edeceği haberleri üzerine Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hazırlık yaptığı Tebük Seferi’dir. Bu seferin hazırlık aşamasında, münafıklar halk arasında olumsuz propaganda yaparak hazırlıkları baltalamaya çalışıyorlardı. Ayette sıcaklık, kuraklık ve kıtlık gibi zor şartlardan ve bu tür propagandalardan etkilenerek başlangıçta yavaş davranan imanı zayıf Müslümanlara bir uyarıda bulunulmuştur. İlahî uyarı üzerine Müslümanlar, bu tür bozgunculuklara aldırmadan Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çağrısına içtenlikle uymuşlar ve İslam ordusuna büyük bir destek sağlamışlardır.

Mesaj:

İman mücadelesinde gevşek davranmamalı, üzerimize düşeni eksiksiz yapmalıyız.

Kelime Dağarcığı:

Sebîlillah: Allah yolu.

Meta‘: Mal, fayda.

Kalîl: Az.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!” dendiğinde olduğunuz yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı râzı oldunuz? İyi bilin ki, âhiretin yanında dünya hayatının zevki hiç denecek kadar azdır.

Hicretin dokuzuncu senesinde Tebük seferine çıkmak üzere seferberlik emredildiği zaman müslümanlar, Huneyn ve Taif seferinden henüz dönmüş bulunuyorlardı. Vakit de yaz sıcağının pek şiddetli olduğu bir döneme rastlamıştı ve kıtlık hüküm sürüyordu. Bununla beraber Medine’nin hurmaları yetişmiş, gölgeleri de güzelleşmişti. Ayrıca gidilecek yer uzak, düşman sayıca çok ve teçhizat bakımından da güçlü idi. Bu seferde kalabalık ve güçlü Rum askerleri ile savaşılacaktı. Buna göre diğer gazalardan daha fazla hazırlığa ihtiyaç vardı. Bu gibi sebeplerden dolayı bu seferberlik ilanı birçoklarına ağır gelmişti. Hatta şartların zorluğu sebebiyle bu orduya جَيْشُ الْعُسْرَةِ (Ceyşu’l-‘Usre) “Zorluk Ordusu” adı verilmişti. Bu orduya ve onu teçhîze katılma husûsunda bazı mü’minlerde görülen ağırlık ve tembellik üzerine bu âyet-i kerîmeler nâzil oldu. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 250-251)

Âyet-i kerîmede “ağırlaşarak yere çakılıp kalma” manâsı,اِثَّاقَلْتُمْ  (issâkaltüm) kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu kelime lafız ve edâ itibarıyla, bir işi yapma konusunda tembellik gösterip ağırdan alan ve yere yığılıp kalan bir insanı tasvir etmektedir. Bu hâliyle âyet-i kerîme:

Size böyle ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olunuz” denildiği zaman;

›  “Yere doğru ağırlaştınız,

›  Yere meylederek, onun câzibesine kapılarak, yani dünya düşüncesine, yeryüzünün çekiciliğine dalarak işi ağırdan aldınız,

›  Tembellik ve uyuşukluk gösterdiniz,

›  Yahut sefere çıkmayı ağır gördünüz,

›  Korku ve kederinizden yerlere yığıla kaldınız” mânalarını ihtivâ eder ki, bunların hepsi de insanı Allah yolunda cihad ve hizmetten alıkoyan kötü hasletlerdir. müslüman bu mezmum sıfatlarla mücâdele etmek durumundadır.

Allah yolunda seferberlik emri verilince hemen icâbet etmek farzdır. Âyet-i kerîmede, savaş emrine kulak tıkayanlar bir tarafa, işi ağırdan alanlar bile kınanmış ve azarlanmıştır. Halbuki bu ağırdan alma işi müminlerin hepsinde meydana gelmiş değildir. Fakat, birlikte hareket etmesi zarûrî olan bir grubun içinden bazılarının ağırdan alması, tamâmının hareketini ağırlaştırıp aksatarak seferberliğin vaktinde tamamlanamayıp ordunun gecikmesine sebep olur. Bunun da zararı bütün müslümanlara dokunur. Bu sebeble âyet-i kerîmede hitap, ayırım yapmaksızın bütün mü’minlere vâki olmuştur. Buradan vazîfesinin şuuruna ermiş gayretli mü’minlerin, Allah’ın emirleri karşısında yavaş davranan kardeşlerini uyarma ve teşvik etme gibi sorumluluklarının bulunduğu da anlaşılmaktadır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

HAKİKİ MÜSLÜMANIN ÖZELLİKLERİ

Hakiki Müslümanın Özellikleri

KÂMİL BİR MÜ'MİNİN VASIFLARI

Kâmil Bir Mü'minin Vasıfları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.