Tevessül Nedir?
Bununla birlikte, kulun duâ ederken, Allâhʼın sevdikleri olan peygamberler ve sâlih zâtları vesîle edinerek, yani onlar hürmetine istemesi (tevessül), merhamet-i ilâhiyyeyi daha çok celbeder. Bu, sâlihlerin yâd edilmesiyle inmesi ümit edilen rahmetten bir teberrük mâhiyetindedir.
Fakat duâda Allâh’ın sevdiklerini vesîle kılarken onların şahsından değil; yalnız Allah Teâlâ’dan istemek îcâb eder. Zira fâil-i mutlak, yalnızca Cenâb-ı Hak’tır. Her şey, ancak ve ancak Allâh’ın dilemesiyle olur.
BÜTÜN İŞLER ALLAH'IN TAKDİRİNE VE MURÂDINA BAĞLIDIR
Bunun içindir ki; “Tevfîk, Allahʼtandır.” denilmiştir. Yani bütün muvaffakıyetleri bahşeden; Allah Teâlâʼdır. Sâlih zâtların “himmet”leri ise duâlarıdır. Onlar da maddî ve mânevî müşküllerin halledilmesini, Allah Teâlâʼdan niyâz ederler.
Âyet-i kerîmede, bütün işlerin Allah Teâlâʼnın murâdına ve takdîrine bağlı bulunduğuna işaret sadedinde, şöyle buyrulur:
اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَاْخُذُ الصَّدَقَاتِ
“Onlar, kullarının tevbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu bilmediler mi?..” (et-Tevbe, 104)
CENÂB-I HAK BAZI KULLARINI VESİLE KILMIŞTIR
Tevessül ise, Cenâb-ı Hakkʼın sevdikleri hürmetine Oʼnun rızâsını ve lûtfunu celbetme arzusundan ibârettir.
Cenâb-ı Hak, bir şeyin olmasını murâd ettiği zaman ona “كُنْ” yani “Ol!” der ve o iş gerçekleşir. Buna rağmen Allah Teâlâ ilâhî murâdı muktezâsınca bâzı hâdiselerin tasarrufunu birtakım kullarına tevdî etmiştir.
Meselâ şifâ Allahʼtandır. Fakat Cenâb-ı Hak, doktoru, ilâcı vs. şifâya vesîle kılmıştır. Dolayısıyla şifâyı bu vesîlelere tevessül ile aramak gerekir. Kulların şifâ için doktora mürâcaatı şirk sayılamaz. Zira her müʼmin bilir ki, şifâyı veren Allahʼtır, doktor bir vâsıtadan ibârettir. İlâçtaki kimyevî maddeleri şifâ için yaratıp onu insanoğluna bulduran da yine Cenâb-ı Hakʼtır.
SAHÂBE EFENDİLERİMİZ PEYGAMBERİMİZDEN YARDIM TALEP EDERLERDİ
Sahâbe-i kirâm da Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’den yardım ister, şefaat talebinde bulunur, fakirlik, hastalık, borç gibi hâllerini arz eder, sıkıntıya düştüklerinde O’na koşarlardı. Pek çok rivâyette nakledildiğine göre, bir kuraklık hâli zuhûr edince insanlar Allah Rasûlü’ne gelir, Oʼndan Cenâb-ı Hakk’a duâ ederek yağmur talep etmesini isterlerdi.
Ashâb-ı kirâm, böyle yaparken şunu çok iyi biliyorlardı ki; Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-, hayırlara ulaşmakta sadece bir vâsıta ve sebeptir. Hakikî fâil, kâdir-i mutlak, yalnız Cenâb-ı Hakʼtır. Fakat Rabbimizʼin, Habîbiʼne olan muhabbeti hürmetine, Oʼnun duâlarını daha çok kabul edeceğini umduklarından, bu yola tevessül ediyorlardı. Sahâbe efendilerimiz, neyin “şirk” neyin “tevhid” olduğunu da elbette bizden çok daha iyi bilen kimselerdi.
EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ HAZRETLERİ'NİN TEVESSÜLÜ
Bir gün Mervan; yüzünü Rasûlullâh’ın kabr-i şerîfinin taşına koymuş bir kişiyi gördü ve yakasından tutarak:
“–Ne yaptığını sanıyorsun?” dedi.
O zât başını çevirince bir de baktı ki, bu kimse Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallahu anh- imiş. O Peygamber âşığı sahâbî şöyle dedi:
“–Evet, ne yaptığımı biliyorum. Ben Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’e geldim, taşa gelmedim. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in şöyle dediğini işittim:
«Dîni ehil olanlar üstlendi mi, dîn için kaygılanma; ancak ehil olmayanlar dîni tedvîre başladılar mı, dîn için ne kadar endişelensen ve ağlasan yeridir».” (Ahmed bin Hanbel, V, 422; Hâkim, IV, 560/8571; Heysemî, V, 245)
ÂDÂBINA UYGUN YAPILAN TEVESSÜL ŞİRK DEĞİLDİR!
Dolayısıyla, âdâbına riâyetle yapılan tevessülü şirk saymak yersizdir. Şirk olan; tevessül eden kişinin, vesîle edindiği şeyleri, Allah Teâlâ gibi bizzat menfaat veya zarar verebilecek bir mevkîde görmesidir. Bu sebeple, tevessül eden kişi, kendisiyle tevessül edilen zâtın, sadece Allâh’ın izniyle bir hayra sebep olabileceğini, bir kötülüğü de, ancak Oʼnun dilemesiyle defedebileceğini bilmelidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Müslümanın Kendisiyle İmtihanında Tasavvuf, Erkam Yayınları.