Tevrat’ın Değerlendirilmesi ve Tahrif Meselesi

Tevrat’ın değerlendirilmesi ve tahrif meselesi...

Kur’an-ı Kerim, Yahudileri ehl-i kitap olarak kabul etmekte ve onlara Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ın miras bırakıldığını belirtmektedir. Yine Kur’an, Hz. Davud’a da Zebur’un verildiğini haber vermekte ve fakat Eski Ahid’in diğer kitaplarından bahsetmemektedir. Dolayısıyla Kur’an, Eski Ahid içerisinde bulunan Tevrat ve Zebur’un ancak Allah tarafından gönderildiği şeklini kabul etmektedir.

İslâm, Eski Ahiddeki bilgilerden Kur’an ve hadislere ters düşmeyenleri kabul eder; buna mukabil bu iki kaynağa aykırı düşen haberlerin tahrif edildiğini bildirir ve bu bilgileri reddeder.

Kur’an-Kerim, bozulmamış Tevrat’ta ümmi resulün geleceğinin yazılı olduğunu bildirir. Ancak Yahudilerin Allah’ın kelamı olan Tevrat’ın aslını değiştirerek bu tür bilgileri tahrif ettiklerine dikkat çeker.[1]

Kur’an âyetlerinde Yahudilerin Tevrat’ı tahrif ettikleri, kelimeleri başka kelimelerle değiştirdikleri (tebdil), bazı bölümleri gizledikleri (kitman), okurken ağızlarını eğip bükerek değişiklik yaptıkları (leyy), kitabın bir kısmını da unuttukları (nisyan) ifade edilmektedir. Mesela Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Yahudiler verdikleri sözü yerine getirmedikleri için kendilerini lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar, kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar (tahrif yapıyorlar). Kendilerine öğretilen ahkamın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü unuttular.[2]

“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla inandık diyenlerden ve Yahudilerden küfür içinde koşanların hali seni üzmesin. Onlar, durmadan yalana uyar ve sana tabi olmayan kimselere kulak verirler. Kitaplarındaki kelimelerin yerlerini değiştirirler.[3]

Bu âyetin iniş sebebi şudur: Medine’deki Yahudi toplumunda meydana gelen bir zina üzerine Yahudilerden bazıları “Muhammed’e gidin, zina edenlere recmin (taşlayarak öldürme) dışında bir ceza verirse bunu kabul edin. Şayet böyle bir ceza verirse bu durumu onun aleyhine delil olarak kullanırız.” dediler. Çünkü Tevrat’ta zinanın cezası recmdir.[4] Peygamber Efendimiz’e geldiklerinde o, hemen hüküm vermedi. Onlara bu suçun cezasının Tevrat’a göre ne olduğunu sordu, onlar da bu suçun cezasının celde (dövme) olduğunu söylediler. Neticede Hz. Peygamber onlara Tevrat’ta bu suçun cezasının celde değil recm olduğunu kabul ettirdi ve zina eden iki kimse recmedildi.[5]

Bu olay, Yahudilerin Tevrat’ı kendilerine göre değiştirdiklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Nitekim son zamanlarda  İsrail’de Yahudi mabedi olan sinagogda cemaate Tevrat okuyup tefsir edenler, elle yazılmış olan Tevrat metinlerinde hatalara rastladıklarını, Tel Avivdeki bir kuruluşa haber vermişlerdir. Bu kurum yaptığı araştırma neticesinde 2. Dünya Savaşından sonra yazılan Tevrat metinlerinin %84’ünde hata tespit ettiklerini açıklamışlardır.[6]

Hz. Musa, taşlara yazılmış ilk Tevrat nushasını İsrail Oğulları’nın bilgin ve ileri gelenlerine teslim ederek bunun ahid sandığında[7] muhafaza edilmesini istemiştir. İsrail Oğulları Kudüs’ü alıp kutsal mabedi yaptıktan sonra Ahid Sandığı’nı mabedin bir odasında muhafaza altına almışlardı. Mabedi yaptıran Hz. Süleyman, Sandığı açtırdığında içinden sadece on emrin yazılı olduğu iki tablet/levha çıkmıştır. Hz. Musa’ya indirildiğine inanılan diğer Tevrat metinleri bu sandıkta bulunamamıştır. Daha önce İsrail Oğulları bir çok defa (7 kere) dinden dönmüş, putlara tapmış ve Tevrat’ı unutmuşlardır. Dolayısıyla bu dönemlerde İsrail Oğulları Tevrat metinlerini koruyamamış; metinler bir şekilde kaybolmuştur.

Tevrat başlangıçta tek bir nüsha idi. Ezberlenmemiş ve çoğaltılmamıştı. Ancak onun Hz. Musa tarafından 3 veya 7 senede bir açılıp halka okunması vasiyet edilmişti. Bu dönemde (M. Ö. 586) Yahudiler, Babil’e sürgüne gönderilmiş ve Suleyman Mabedi tahrip edilmişir. Bundan dolayı Ezra zamanına kadar Tevrat bulunamamıştır. Yahudi ve hıristiyan bilginler, bu dönemde Tevrat’ın Ezra tarafından ilhamla yeniden yazıldığı konusunda ittifak etmişlerdir.

Yine M. S. 70 yıllarında Süleyman Mabedi, Romalılar tarafından tekrar yıkılmış ve Ezra’nın oluşturduğu Tevrat metinleri parçalanmıştır. Bütün bu olaylar sebebiyle Yahudi kutsal metinlerinin ilk şekilleri sağlam bir şekilde günümüze kadar gelmemiştir. Bugün elde bulunan en eski İbranıce el yazması Tevrat nüshaları M. S. 7 ve 10. yüzyıllara aittir.

TAHRİF BELİRTİLERİ

Tevrat metinlerinde bir takım tahrif belirtileri ve çelişkiler mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-Tesniye kitabının son babında (Tesniye 34. bab) Hz. Musa’nın vefatı ve defnedilmesinden bahsedilmektedir. Bir insanın kendi vefatını, defnedilmesisini ve daha sonraki olayları kaleme alması mümkün değildir.

2- Tekvin kitabının bir yerinde Nuh tufanının 40 gün devam ettiği bildilirken,[8] diğer bir yerinde 150 gün devam ettiği ifade edilmiştir.[9] Tufandan önce gemiye alınan hayvan türleri bir yerde ikişer başka bir yerde yedişer adet olarak zikredilir.

3-Eski Ahid’de Allah’a antropomorfik/insanî özellikler atfedilmektedir. Tanrının kainati 6 günde yarattığı, 7. gün istirahata çekildiği, Yakup’la güreşip Yakup’un onu yendiği ve bundan dolayı İsrail adını aldığı bildirilmiştir. Ayrıca Tanrı’nın Hz. İbrahim’e misafir olarak geldiği, orada yeyip içtiği, Hz. İbrahim’ın Lut kavmini helak etmemesi için Tanrı’yla pazarlık ettiği söylenmektedir.[10]

4-Bozulmuş Tevrat’a göre bizzat kendi kızlarının Hz. Lut’a şarap içirerek önce sarhoş ve sonra da onunla zina ettikleri zikredilir.[11]

5-Eski Ahid’e göre Tanrı Yahova Mısırdan çıkarken İsrail Oğullarına Mısırlıları soymalarını tavsiye etmiştir.[12]

6-Hz. Musa bir rivayete göre Medyen’den tek başına diğer bir rivayete göre ailesiyle birlikte dönmüştür.[13]

7-İnsanın yaratılışı ile ilgili olarak bir yerde Tanrının insanı kendi suretinde fakat erkek ve dişi olarak yarattığı, başka bir yerde ise önce erkeği daha sonra da onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade edilmiştir.[14]

Tevrat’ta bu ve benzeri çelişkiler ilim adamlarını bu kitabın vahiy mahsulü olmadığı ve bir tek kişinin kaleminden çıkmadığı kanaatine götürmüştür. Batıda 17. yüzyıldan itibaren yapılan Kitab-ı Mukaddes tetkikleri, Tevrat’ta birden çok kişilerin rolü olduğunu ortaya koymuştur. Bu tetkikler ve Tevrat metninin tahlili sonucunda bugünkü Tevrat’ın farklı metinlerin bir araya getirilmesiyle oluştuğu fikri kabul edilmiştir.

Ayrıca bu gün Eski Ahit kitaplarının sahihliğini iddia etmek için  Kumran’da (1947) bulunan ölü deniz yazmalarını öne sürmektedirler. Oysa bunlar, Hz. İsa’dan  bir asır kadar önce Kumran’da yaşayan ve Kudüsteki merkezî Yahudilik anlayışına karşı çıkan ve kendilerine Esseniler veya İsiyim denen küçük bir cemaattir.[15] Ele geçen nüshaların da M.Ö. II. yüzyıllara ait olduğu doğru kabul edilse bile, bunlar on asır evvel yaşamış olan  Hz. Musa’nın (M. Ö. 13. yy.) Tevratı için bir delil olamazlar. Kaldı ki bu nüshaların içeriği de tam olarak bilim dünyasına sunulmuş değildir.

Bütün bunlar, Eski Ahid’in başkaları tarafından kaleme alındığını ve çok aralıklı olarak zuhur ettiğini, çelişki ve tutarsızlıklara bakılmadan derlenip bir araya getirildiğini göstermektedir.[16]

Görüldüğü gibi Allah tarafından gönderilen Tevrat, daha sonra insanlar tarafından tahrif edilmiş, Tevratın ardından gönderilen İncil de yine insanlar tarafından bozulmuş, her iki kitap da insanlara yol gösterme vasfinı yitirmiş, neticede Yüce Allah son olarak adı geçen kitaplardaki yanlışlıkları düzeltmek ve tüm insanlığa doğru yolu göstermek maksadıyla Kur’an’ı göndermiştir. Dolayısıyla Kur’an’ın gönderilmesiyle diğer ilahî kökenli kitapların hükmü ortadan kaldırılmış olmaktadır.

Dipnotlar:

[1] Nisa, 4/46; Maide, 5/13; A’raf, 7/157.

[2] Maide, 5/13.

[3] Maide, 5/41.

[4] Tesniye, 22/22-24.

[5] İbn Kesir, Tefsir, II, 60.

[6] Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Ankara, 1997, s. 21, dipnot 96.

[7] Ahid Sandığı: İsrail Oğullarınca kutsal kabul edilen, içine Tevrat metinlerinin, özellikle on emrin konulduğu sandığa denilmektedir.

[8] Tekvin, 7/12, 24-31.

[9] Tekvin, 7/24.

[10] Tekvin,  2/2-3; 12/1013; 18. bab; 20/1-3; 26/6-12.

[11] Tekvin, 19/30-36.

[12] Tekvin, 3/21-22.

[13] Çıkış, 4/18-23.

[14] Tekvin, 1/27; 2/21-23.

[15] Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, İstanbul, 2001, s. 235 vd.

[16] Tahrif ve çelişkiler hakkında daha geniş bilgi için bk. Hikmet Tanyu,”Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları İlmi İnceleme ve Tenkidi”,  AÜİFD., Ankara, 1966, sy. 14, s. 95-124; Ömer Faruk Harman, Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, “Eski Ahid” ve “Tevrat” md.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.