Tilmîze (r.aleyhâ) Kimdir?

İslamın güzide hanımlarından Tilmîze (r.aleyhâ) kimdir?

Tilmîze -rahmetullâhi aleyhâ-, Bağdatlı olup Allah dostlarından Serî es-Sakatî’nin müridelerindendir. Hicrî 3. yüzyılda yaşamış sûfî hanımlardan Tilmîze, küçük yaşlarından itibaren ilim ve irfan meclislerine katılarak buralarda gönül dünyasını marifet ve hikmet pırıltıları ile doldurmuş ve ileriki dönemlerde tasavvuf yolunun seçkin yolcularından biri hâline gelmiştir.

Serî es-Sakatî’nin terbiyesinde yetişen Tilmîze Hanım, şeyhinin nasihatlerine uymayı kendisine önemli bir şiâr edinmişti.

Serî es-Sakatî Hazretleri’ne göre, her şeyden önce dînin zâhirî hükümlerine (şerîate) uymak en temel esas idi. Talebelerine “Allâh’ın hukukunu” her hâlükârda gözetmelerini söylerdi. Müridlerine, kalplerinin her daim Allah ile olmasını tavsiye ederdi. Helâl lokmanın her şeyin temelinde olduğunu sık sık tekrar eder, gıdası temiz ve helâl olmayanın kalbine ilâhî nûrun yansımayacağını haber verirdi.

İstikâmetine herkesin gıpta ettiği Tilmîze Hanım, ibadet ve taatlerini yerine getirmekteki azim ve gayreti ile tanınmıştır. Nitekim o, hayatı boyunca farz ve vacipler kadar sünnet ve nafile olan ibadetlere de son derece ihtimam göstermiştir.

Yaşından çok daha olgun hareket eden Tilmîze Hanım, evlenme çağına geldiğinde, kendisi gibi derviş meşrepli bir zât ile evlenmişti. Bu evliliğinden bir erkek evlâdı olan Tilmîze, çocuğuna Allah Rasûlü’nün izinden yürümesi ve O’na sâdık bir ümmet olabilmesi niyeti ile “Muhammed” ismini vermişti.

Evlâdına abdestsiz süt emzirmemeye gayret etmiş, onu helâl lokma ile büyütmüş; ona kendi güzel ahlâkı ve hayatıyla canlı bir örnek olmaya fazlasıyla dikkat etmişti.

Çocuğu mektep yaşına gelince onu şeyhi Serî es-Sakatî’ye teslim etmişti. O büyük Allah dostu da bu istidatlı yavrucağı, İslâmî ilimleri tahsil maksadıyla yeğeni Cüneyd-i Bağdâdî’nin medresesine vermişti.

Bu durumdan oldukça memnun olan İslâm’a adanmış bu ailenin en büyük arzularından biri de çocuklarının Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî gibi Allah Rasûlü’nün yolunda yürümesi ve ümmete hizmet etmesiydi. Bu sebeple evlâtlarının Cüneyd-i Bağdâdî tarafından yetiştirilmesini kendilerine verilmiş büyük bir ilâhî ihsan olarak saymışlardı.

Genç yaşlarında devrin meşhur müderrislerinden olan Cüneyd-i Bağdâdî, Hakk’a bağlılığı, Sünnet-i Seniyye’ye ittibâsıyla halkın da büyük teveccühünü kazanmıştı. Şeyhi ve dayısı olan Serî es-Sakatî’nin de en büyük talebesi ve mânevî vârisi olmuştu.

Medresede bir gün değirmenle alâkalı bir iş çıkınca Cüneyd-i Bağdâdî, birkaç talebesi ile birlikte Tilmîze Hanımın oğlu Muhammed’i de değirmene gönderdi. Muhammed ve arkadaşları, yolda ırmak kenarında biraz eğlendiler. Bu sırada Muhammed ırmağa düştü ve çok geçmeden gözden kayboldu. Büyük bir korku ve endişe yaşayan talebeler, hemen medreseye dönerek durumu Cüneyd-i Bağdâdî’ye haber verdiler.

Bu hâlden çok büyük bir üzüntü ve acı duyan Cüneyd-i Bağdâdî de yaşananları hemen şeyhine haber verdi. Serî es-Sakatî, kısa bir müddet sükût ettikten sonra:

“-Hemen ailesinin yanına gidelim.” buyurdu.

Bu iki büyük zâtın tâziyeye gittiğini düşünen ahâli de onlara katıldı. Tilmîze Hanımın evine gelince Serî es-Sakatî Hazretleri sabır üzerine kısa bir sohbet yaptı ve nasihatlerde bulundu. Perde arkasından Tilmîze Hanım merakla:

“-Efendim, hayrolsun neden bunları söylersiniz?” diye sorunca, Serî es-Sakatî:

“-Başın sağ olsun kızım, oğlun suda boğulmuş.” diye cevap verdi.

“-Benim oğlum mu?” diye tekrar soran Tilmîze Hanım, “Evet” cevabını alınca şeyhine:

“-Efendim, böyle bir şey olmamış olsa gerek.” dedi.

Şeyh Efendi, tekrar takdîre rızâ göstermekten kısaca bahsedince Tilmîze Hanım:

“-Efendim, yanlış anlamayınız, Allâh’ın hükmüne râzı olmaktan başka tabiî ki çare yoktur. Ama ben bu duruma isyan etmiyorum. Allâh’ın izni ile oğlum boğulmamıştır diyorum. Suya, ırmağa gidip baksak…” deyince orada bulunanlar hep beraber ırmağa gittiler.

Talebeler Muhammed’in suya düştüğü yeri gösterince Tilmîze Hanım, oğluna:

“-Muhammed! Oğlum…” diye seslendi.

Yakınlardan çocuğun sesi duyuldu. Can havliyle koşturan Tilmîze Hanım, Allâh’ın yardımıyla bir kenarda hayata tutunan çocuğunu gördü. El birliği ile Muhammed’i bulunduğu yerden kurtardılar, halk arasında büyük bir sevinç yaşandı. Hamd ve şükürler edildi. Tilmîze Hanım, çocuğuyla birlikte sevinç içinde evine döndü.

Şeyh Serî es-Sakatî, bu hâdisenin ardından Cüneyd-i Bağdâdî’ye dönerek:

“-Bu nasıl olur, bunun îzahı nedir, bilir misin?” diye sordu.

Cüneyd Hazretleri de edeben:

“-Efendim, siz daha iyi bilirsiniz.” dedi ve sonra şunları ekledi:

“Bu kadın, Allah Teâlâ’nın üzerine yüklediği emri ve edebi gözetir, haramlardan son derece uzak dururdu. İstikâmet sahibi sâliha bir kimseydi. Onun gibilerinin yaşadığı, kendisiyle ilgili bu türden önemli hâdiselerin kendisine mânen bildirilmesidir. Burada da Allâhu a‘lem öyle olmuştur.”

Serî es-Sakatî -kuddise sirruh- Cüneyd’in bu cevabını beğendi ve sükût etti.

Böylece Tilmîze Hanımın keşif, müşâhede ve kerâmet ehli bir hanım olduğu da Bağdatlılar tarafından anlaşılmış oldu.

Allah Teâlâ, rızâsı yolunda yapılan hiçbir amel ve gayreti karşılıksız bırakmıyor. Bazılarının mükâfâtını daha dünyadayken veriyor, bazılarını da ebedî mükâfat olması için tamamen âhirete bırakıyor. Allâh’ın hiçbir iyiliği zâyî etmeyeceğini, hiçbir kötülüğü de karşılıksız bırakmayacağını bilmek; âhiret gününe îmânın temel prensiplerindendir. O, hiçbir kuluna zulmetmez. Ama rahmetinin gazabını geçmesi sebebiyle, bazen kullarının hata ve günahlarını affeder, bazen de seyyiâtı, hasenâta tebdîl ediverir.

İslâm’ın güzîde hanımlarından Tilmîze Hanımı ve onun gibi nice sâlih ve sâliha insanları yetiştiren ârif zâtları rahmetle yâd ediyor, mekânlarının Cennet, makamlarının âlî olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Rabbimiz sayılarını çoğaltsın. Mânevî açıdan bunalan gönüllerimize onların örnek ve ibretlerle dolu hayatlarından meltem serinliği nasip etsin. Bizleri dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet etme şerefiyle müşerref kılsın. Âmîn.

Sizlerden de muazzez ruhları için bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs-ı Şerîf okumanızı istirham ediyoruz.

İstifade Edilen Kaynak: Selim Uğur - H. Erdem Uğur, Sâliha Hanımlar-2, İstanbul, 2020, 127-130.

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 462

İslam ve İhsan

KUR’ÂN’DA BİLDİRİLEN SÂLİHA HANIMLAR

Kur’ân’da Bildirilen Sâliha Hanımlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.