Tıp Bilimine Göre İnsanın Biyolojik Oluşumu
Günümüz biyoloji ve tıp bilimleri açısından insan varlığının oluşumu ne şekilde gerçekleşmektedir?
Tıp bilimine göre biyolojik oluşum:
TÜP BEBEK UYGULAMASININ ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEK
Günümüz biyoloji ve tıp bilimleri açısından insan varlığının oluşumu ne şekilde gerçekleşmektedir? Bunu açıklamaya çalışacağız.
Konuya, tıbbın dışarıdan yardımla oluşumuna katkıda bulunduğu bir bebekle girmek istiyoruz. İngiliz Gilbert John Brovvn ve Lesley Brovvn çifti her evli gibi çocuk sahibi olmak istiyorlardı. Ancak bayan Lesley Brovvn’un yumurta kanalları (fallop tüpleri) tıkalı olduğu için bunun gerçekleşemediğini tıp uzmanları tesbit etmişti. Bayan Brovvn’un yumurta kanalları ameliyatla temizlendikten sonra, yumurtalıklarından olgunlaşmış bir yumurta hücresi alınmış ve bu hücre baba John Brovvn’dan alınan sperm hücreleriyle tüp içinde bir araya getirilmişti. 2,5 -3 gün sonra yumurta hücresinin döllendiği ve bölünmeye başladığı tesbit edilir. İşte bu döllenmiş yumurta hücresi (alaka) zigot) yeniden anne rahmine bırakılır. Daha sonra rahime tutunan zigot, normal bir şekilde gelişmesini tamamlar ve 25 Temmuz 1978’de normal, sarışın bir bebek dünyaya gelir. Dünyada bu ilk “tüp bebek” ilgi ve heyecan uyandırır.[1]
Tüp bebek uygulaması tıbbî bir tedavi yöntemi olup, yalnız evli eşler arasında olmak şartıyla caizdir. Nitekim Hatib eş-Şirbînî şöyle demiştir: “Bir kadın ihtilâm olmuş kocasının menîsini (sperm), kendi cinsel organına yerleştirmek suretiyle gebe kalsa, doğan çocuk meşrûdur ve kadın bu işlemden ötürü günahkâr olmaz” [2]
BİYOLOJİK OLUŞUM VE TÜRÜN KORUNMASI
Erkeğe ait sperm hücresi ile kadına ait yumurta hücreleri nasıl ve nerede hazırlanmakta, bunların buluşması nasıl sağlanmakta ve bir araya geldiklerinde yaratılış mûcizesi olan bir insan bedeni nasıl meydana gelmektedir? Biyoloji ve tıp ilmi bu sorulara belli ölçüde açıklık getirmiştir. Aşağıda insan varlığının en küçük temel taşlarını oluşturan hücreden başlayarak bu büyük oluşumu açıklamaya çalışacağız.
Bugün tıp ilminin belirlediğine göre, insan vücudunun temel taşı olan erkek sperm hücresi ile dişi yumurta hücresinin taslakları anne ve babamızın cinsiyet organlarına, onlar annelerinin karınlarında altı haftalık iken yerleştirilmeye başlanır. Başka bir deyimle anne ve babamızın oluşacağı hücreler, büyük anne ve babamızın, kendi annelerinin rahimlerinde henüz altı haftalık iken meydana gelir. Bu hücrelerin içinde anne ve babamızın bütün hayat programı ve bu arada bizim onların çocuğu olacağımız hususu şifrelenmiş olarak kayıtlıdır. İşte bu iki hücre, milyonlarca kardeş hücre ile birlikte, bizim vücut yapımız başlayıncaya kadar, birbirinden habersiz, anne ve babalarımızın bedeninde taşınır.
Büyük hayat programını yüklenen sperm ve yumurta hücreleri ilk defa bir araya geldiklerinde ancak mikroskopla görülebilecek tek bir hücre meydana getirirler. Küçücük toz parçası kadar olan bu tek hücre, daha sonra milyonlarca defa bölünüp gelişecek ve kendisinin en az 25-30 bin katı, daha fazla bir büyüklüğe kavuşarak insan halini alacaktır.
İnsan hücresinin çekirdeğinde 46 adet kromozom bulunur. Bunlar 23 çift oluşturacak şekilde ikişerli olarak dizilmiştir. Her çiftin bir tanesi anneden, diğeri de babadan intikal etmiştir. Bu yüzden anne ve babadan irsiyet yoluyla geçen özellikler, bir insanın tırnak ucundan saç uçlarına kadar bütün hücrelerine geçmiş ve şifrelenmiş durumdadır.
İnsan vücudundaki hücreler, çoğalmalarını bölünerek yaparlar. Bu bölünme iki türlü olur. Mitoz ve mayoz bölünme. Mitoz bölünmede hücre, bölününce eşit niteliklere sahip, yine 46 kromozumlu iki kardeş hücre halini alır. Hücre bölünmesi en ileri teknoloji ile donatılmış bir kimya laboratuvarı çalışması gibi bir işlemle gerçekleşir. Şöyle ki; bir hücre bölünmesinde, cansız maddelerin en küçük yapıtaşı olan 20-30 çeşit “atom” kullanılır. Bu atomlardan yaklaşık yüz trilyon tanesi hücre içine alınır, hücre fabrikasında yoğrularak dev moleküller sentez edilir. Sonra da bu moleküllerden hücreye ait organeller yapılır. Ana hücrenin içinde bulunan 46 kromozom aynen sentez edilir. Sonuçta, kendisinin aynı olan iki hücre doğuverir. Biyolojik bakımdan canlı olan bir hücrenin, kendisi gibi bir hücreyi 100 trilyon cansız atom zerrelerinden inşa etmesi esrarengiz bir olaydır. Bir insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre olduğuna göre, yiyecek ve içecekler aracılığı ile bedene giren trilyonlarca cansız atoma hücre içi sentezle canlılık kazandırıldığı anlaşılmaktadır. Erkek ve kadında ergenlik çağına kadar cinsiyet (sperm ve yumurta) hücreleri de yukarıdaki şekilde bölünmeye uğrar.
Ergenlik çağından itibaren erkek ve kadında yalnız cinsiyet hücreleri ayrı bir bölünmeye uğrar. “Mayoz” bölünme adını alan bu bölünmede ana hücre ikiye bölünürken kromozom sayısı yarıya düşer. Böylece erkek sperm ile kadına ait yumurta hücresi 23’er kromozomlu yavru hücre oluşturarak çoğalır.
İşte bir elmanın iki parçası gibi yarım hücre görünümünde ve eksik durumda olan erkek ve dişi hücreler aşılandıktan sonra yine 46 kromozomlu ana hücreyi meydana getirmektedir. Zigot adı verilen bu aşılanmış yumurta hücresi (alak) insanın temel taşını oluşturacaktır.[3]
ÇOCUĞUN ERKEK VEYA KIZ OLUŞU
Doğacak çocuğun erkek veya kız olması da bilimin sınırlarını aşan, yüce Allâh’ın dilemesine bağlı olan bir konudur. Âyette şöyle buyurulur: “Allah dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları verir. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” [4]
Anne karnında cinsiyetin oluşumu şöyle gelişir. Erkek sperm ana hücresinde 44 + XY = 46 kromozom bulunur. Ergenlik çağından itibaren başlayan “mayoz” bölünme ile bu ana hücreden 22 + X = 23 kromozomlu dişilik karakteri taşıyan bir sperm ile 22 + Y = 23 kromozomlu erkeklik karakteri taşıyan bir sperm hücresi meydana gelir. Kadındaki yumurta ana hücresinin ergenlik çağından itibaren “mayoz” bölünmesi sonunda ise sürekli olarak 22 + X = 23 kromozomlu dişilik karakteri taşıyan iki yumurta hücresi ortaya çıkar. Sonuçta sperm ile yumurta hücresinin birleşmesinden 46 kromozomlu ya erkek karakterli ya da dişi karakterli bir zigot teşekkül eder. Kadının rahminde oluşan zigotun (alaka) gelişerek insanı oluşturduğunu yukarıda belirtmiştik. Tıp ilmi erkek sperm hücresinde erkek ve dişilik (yani X ve Y) karakteri, kadının yumurta hücresinde ise yalnız dişilik karakteri (X) bulunduğunu günümüzden ancak ondokuzuncu yüzyılın ortalarında belirleyebilmiştir. Halbuki Yüce Allah aşağıdaki âyeti ile bunu 6. M. yüzyılda haber vermiştir: “Allah meniden (erkek sperm hücresinden) iki eşi, erkek ve dişiyi yarattı.” [5] Bütün bunların bir rastlantı sonucu olduğu söylenebilir mi? Yüce Allâh’ın bilgisi ve gücü dışında hiçbir canlının hareket yeteneği bulunmadığı şu âyette ifade buyurulmuştur:
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allâh’ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (levh-ı mahfûz) dır.” [6]
Kadının ay halinden temizlendikten yaklaşık on gün sonra serbest bıraktığı aşılanmaya elverişli bir tane dişi yumurta hücresine karşılık, erkeğin nutfesinde 200-300 milyon arası sperm hücresi bulunduğu bilinmektedir. Bu spermlerden yumurta hücresine yalnız 500 ilâ 1000 kadarı ulaşır ve bir tanesi yumurtayı aşılar. İşte sperm sayısının %50’nin altına düşmesi halinde kısırlıktan söz edilir.
Diğer yandan sperm hücresi, kadına ait dişi yumurtaya ulaşınca, yumurta hücresi “fertilizin” buna karşılık sperm hücresi ise “antifertilizin” denilen bir madde salgılar. Eğer bu iki madde uyuşabilirse, sperm hücreleri yumurtanın yüzeyine tutunabilir. Aksi halde tutunmaları ve ceninin teşekkülü mümkün olmaz. Bu, farklı türe ait sperm hücrelerinin yumurta hücresine yaklaşmalarını önlemek ve türün dejenere olmasını engellemek için önemli bir tedbirdir. Bu yüzden farklı türler olan maymundan insana veya insandan maymun türüne geçiş biyolojik bakımdan mümkün değildir.
İNSAN HÜCRELERİNE YAPILAN BİLGİ YÜKLEMESİ
Kadında aşılanmış yumurta hücresi artık 46 kromozomlu, erkek ve kadına ait irsi ve kalıtımlı (genetik) vasıfları toplayan tam bir hücredir. İnsanın bütün bir programı bu 46 kromozomun ancak %15’ini oluşturan “DNA” moleküllerinde şifrelenmiştir.
Cari Sağan, mikroskopla bile görülemeyecek kadar küçük olan zerreciklere yüklenen bu bilgi için şöyle demiştir: “Bir “DNA” molekülünde beş milyar “bit” bilgi vardır. Bu bilgi de bin ciltlik kitap doldurabilecek kapasitededir.” [7] Bu durum, insanın gayesiz, başıboş, rastlantılara bırakılmış bir hayat yerine, planlı, programlı ve dengeli bir yaratılışa sahip olduğunu göstermektedir. İnsanın tırnak uçlarından saç uçlarına kadar yaklaşık yüz trilyondan fazla hücresine şifrelenen bu bilgiler çözülebildiği takdirde, insanın herhangi bir hücresinde öncesine ve sonrasına ve belki sonsuzluğa kadar ileriye yönelik hayat sürecini anlamak mümkün olabilir. Japonya başta olmak üzere kimi ülkelerde, hücredeki bu “DNA” molekülü şifrelerini çözme çalışmaları yapılmaktadır.
Paris Claude-Bernard Yaşlılık Araştırmaları Merkezi müdürü Jacques Treton, insanın her bir hücresine şifrelenen bu programı şöyle ifade etmiştir: “Araştırmalar, bizim ömür süremizin genetik bir programa bağlı olduğunu göstermiştir. Her şey, her bir hücre çekirdeği içinde bir saat bulunduğunu gösteriyor. Hücreler kaç kere çoğaldıklarını ve nerede duracaklarını da bilmektedirler. Meselâ; otuz yaşında bir kimseden alınan hücreler dışarıda 60 kere daha bölünebilirken yetmiş yaşında bir kimseden alınan hücreler, ancak 20 kere daha bölünüp çoğalabilmektedir.” [8]
Kur’ân-ı Kerîm’de, insan fizyolojisindeki bu geriye dönüşe şöyle işaret edilir: “Biz, kimi uzun ömürlü kılarsak, yaratılışını tersine çevirir, kuvvetten sonra acizliğe düşürürüz. Hiç düşünmezler mi?” [9]
Yukarıda verdiğimiz bazı âyet ve hadislerde, anne karnındaki cenine melek aracılığı ile bilgi yüklemesi yapıldığını belirtmiştik. Bunlar doğacak çocuğun rızık, yaşama süresi, amel, cinsiyet, şakî veya saîd oluşu gibi temel hayat programını kapsamaktadır.[10]
İşte bu kadar orijinal ve üstün bir yaratılışa sahip olan insanın, türlerin evrimi sonucunda maymundan dönüştüğü görüşü de öne sürülmüş ve dünya sonrası hayatı kabul etmek istemeyen bazı ateistler de bu görüşe ilgi duymuştur. Bu yüzden aşağıda, “Darvinizm” de denilen bu teori üzerinde kısaca duracağız.
İNSANIN MAYMUNDAN GELDİĞİ İDDİASI
Bazı biyoloji uzmanları insan ile hayvan arasındaki farkı yalnız madde yönüyle inceliyor. Halbuki insanla hayvanlar arasındaki en büyük fark, insanın ruh, akıl ve irade gücü gibi yeteneklere sahip olmasıdır. Kısaca insanda ruh vardır, bu ilk olarak Hz. Âdem’e verilmiştir. İnsan şeklen maymuna benzetilse de insanda insâni ruh vardır, maymunda ise bir hayvardır ve hayvansal ruha sahiptir.
Bu iddia özellikle Carles Darwin (1809 - 1882) üzerinden sürdürülmüştür. Darwin soyu tükenmiş dişsiz hayvan türlerini inceledikten sonra, türlerin sabitliği konusunda şüpheye düşmüş ve ünlü “evrim” teorisini öne sürmüştür. Buna göre, aynı kökten gelen türler çevre, beslenme vb. etkilerle değişim gösterir, böylece vücudu ve üreme hücreleri değişikliğe uğrar. Diğer yandan tüm canlılar yaşamak için mücadele ederler ve ortama en elverişli olanlar yaşar. Böylece doğal ayıklanma, yeni türlerin oluşmasını ve çevreye uyum yolu ile sürekli evrimi sağlamıştır.
Darwin’in iddiaları bir kesinlik taşımaz, bir teori ve nazariyeden ibarettir. Çok tartışılmış ve birçok iddiaları çürütülmüştür. Bu yüzden canlı türlerin, meselâ insanın maymundan uzun evrim sonucunda oluştuğu iddiası artık bilim çevrelerinde terkedilmiştir. Günümüzde biyoloji bilimi, türler arasında bir geçiş olamayacağını ortaya koymuştur. Yukarıda bunu açıklamıştık.
İslâm dini ve diğer semavî dinler ise insanın hayata insan olarak başladığını ve başka bir türden evrimin söz konusu olmadığını ortaya koymuşlardır.[11]
İnsanın menşeini bir hayvana bağlamak, onun duygularını ve yaratılış cevherini temel türden ayırmak demektir. Halbuki, insan yaratıkların en şereflisi olarak ve en üstün kıvamda yaratılmıştır. Âyette şöyle buyurulur:
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”[12]
Bazı hayvan fosilleri üzerinde araştırma yapanlar, bunların insanın atası olabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak bunun bir yanıltma çabası olduğu zaman içinde ortaya çıkmıştır. Aşağıda konu ile ilgili üç örnek üzerinde duracağız:
1) Java Adamı: Bu fosile ait parçalar; yarım kafatası, bir uyluk kemiği, iki büyük ve bir küçük azı dişinden ibarettir. Bu parçalar ayrı yer ve zamanlarda 1891-1898 yılları arasında toplanmıştır. Son yapılan araştırmalarda bu kafatasının şempanze maymununa, büyük iki azı dişinin orangutana, küçük azı dişi ile uyluk kemiğinin insana ait olduğu ortaya konulmuştur. Nitekim bu fosilleri toplayan Dubois de, hayatının sonuna doğru gerçeği itiraf edip Java Adamı dediği gibbon maymunu olduğunu açıklamıştır.
2) Pekin Adamı: Bu yaratığın üç azı dişi, kafatası parçası ve iki alt çeneden ibaret olduğu iddia edilir. Çünkü bu fosile ait ilde sadece iki iki azı dişi dışında bulgu yoktur. 1921-1928 yılları arasında Dr. Black tarafından bulunan bu fosillerin 2. Dünya Savaşı sırasında Japonları’ın Pekin’i istilası esnasında kaybolduğu söylenir. O’Connel’e göre, bu fosiller orangutan maymununa ait olup, bu gerçeği gizlemek için evrimciler tarafından imha edilmiştir.
3) Piltdown Adamı: İngiltere’de bulunan ve 1912’den 1960’lara kadar hakkında ciltlerle kitap yazılan bu fosilde; kafatası, çene kemikleri ve dişler tamdır. Yaklaşık beş yüzbin yıl önce yaşadığı bildirilmiştir. Ancak 1955 yılında yapılan fluor testinde bu fosilin çok yeni olduğu, daha sonra yapılan detaylı araştırmalarda ise bu fosile ait kafatası ve dişlerin insana ait olduğu, çene kemiklerinin ise on yaşındaki bir oranfutan maymununa ait bulunduğu ortaya konulmuştur. Hatta insana ait dişlerin, maymunun çene kemiğine uyarlanması için eğelenenerek inceltildiği tesbit edilmiştir. İşte evrim nazariyesini savunmak için okul kitaplarına kadar giren, hayal ürünü maymun insan arası resimlerin arka planında bu gerçekler yer almaktadır.[13]
Sonuç olarak insanoğlunun ilk ataları Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva’dır. Bunun aksi olan bir görüş günümüze kadar isbat edilmiş değildir. İnsan tarih boyunca, kendi çevre şartları içinde gelişimini sürdürmüş, belki yeni yeni ilim ve kültür faaliyetleri, ona yeni bir ruh zenginliği ve beyin gücü kazandırmıştır. Ancak bu durum insanın yüzyıllar içinde iptidaî bir varlıktan evrime tâbi tutulduğu anlamına gelmez.
Dipnotlar:
[1] Bahri Dayıoğlu, Yaratılış Mûcizesi, 2. baskı, ilim ve Teknik Serisi, Neşr. Yeni Asya Yayını, İstanbul 1986, s. 5-6. [2] Şirbinî, Muğnîl-Muhtâç, Mısır, t.y. III, 384; bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihâli, İstanbul, 1991, s. 640. [3] Dayıoğlu, age, 9 vd. [4] Şûrâ, 42/49-50. [5] Kıyâme, 75/39. [6] Hûd, 11/6. [7] Cari Sağan, Kosmos, İstanbul 1982, s. 292; bk. Dayıoğlu, age, s. 59 vd. [8] Bilim ve Teknik Der., Neşr. TÜBİTAK, C: 24, Sy. 282, Mayıs 1991, s. 12-13. [9] Yâsin, 36/68. [10] bk. Buhârî, Bed’ül-halk, 6, Enbiyâ, 1; Müslim, Kader, 1; Ebû Dâvûd, Sünne 16; Tirmizi, Kader 4. [11] bk. A’râf, 7/11; Bakara, 2/30 vd.; Sâd, 38/71 vd.; Hicr, 15/28 vd. [12] Tîn, 95/4. [13] bk. Henry M. Morris, Terc. Heyet, Yaratılış Modeli, Neşr., M.E.G.S.B., Ankara 1985, s. 157-161; dinimizİslâm.com/ detay.asp?Aid= 3841.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları