Toplumda Yaygın Olan Bidat, Hurafe ve Batıl İnançlar
Bid’at ne demektir? Toplumda yaygın olan bidat, hurafe ve batıl inançlar nelerdir? Günlerde uğursuzluk var mıdır? Muhtelif bazı bid‘atler, hurâfeler ve yanlış inançlar...
Bid’at, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’den sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeydir.[1]
Bid’at, şeriata benzeme kastıyla icat edilmiş dinî bir yoldur ve bununla Yüce Allah’a kulluğun mübalağalı bir şekli kastedilmiştir. Aynı şekilde din adıyla ihdâs edilen ancak dînin özünde bulunmayan hususlar gerek ibadetle, gerekse îtikadla ilgili olsun kesinlikle bidʻat kavramına dâhil edilir.[2]
Bid’atçilerin bir kısmı Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı inanç ve amelleri uydurup onları Din’denmiş gibi takdim ederler. Bazıları da İslâm’ı daha iyi yaşamak, daha dindar bir müslüman olmak maksadıyla yeni ibâdet ve inançlar uydururlar. Her iki tavır da yanlıştır.
Âlimler, ilk üç neslin, yani ashâb-ı kirâm, tâbiîn ve etbau’t-tâbiînin yaptığı veya ikrâr ettiği şeylerin bid’at olmayacağını ifade etmişlerdir. (Leknevî, İkâmetü’l-hucce, s. 23-28)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Size, Allah’a karşı takvâ sahibi olmanızı, başınıza Habeşli bir köle bile emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-yi Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid‘atlerden şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid‘at dalâlettir, sapıklıktır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6)
Nakşbendîler’in ehemmiyet verdikleri hususlardan biri de bid‘at ve hurâfelerden uzaklaşmak idi. Ulemâdan Şihâbeddîn Sayrâmî Semerkand’a geldiğinde vaaz etmek için kürsüye (minbere) çıkarken merdiven basamağını öpünce Nakşbendîler’den Muhammed Attâr Semerkandî câmiyi terketmiş, bunu farkeden Sayrâmî onun yanına gidip ayrılmasının sebebini sorunca ondan:
“‒Kürsüye çıkarken eşiği öpmek bid‘attır. Bizim tüm çabamız halk arasında bid‘atların kalmaması ve temizlenmesidir. Sizin gibi bir âlimden böyle bir hareket vâki olursa bizim o mecliste bulunmamızda bir yarar yoktur” cevabını almıştı.[3]
Nakşbendîler’in bid‘at ve hurâfelere karşı hassas olduğunu bilen İbn-i Hacer Heytemî (v. 974/1567) bu tarîkatı:
“‒Câhil sûfîlerin bulanıklıklarından uzak olan tarîkat-ı aliyye” şeklinde vasfetmiştir.[4]
BAZI BİD‘ATLER, HURÂFELER VE YANLIŞ İNANÇLAR
- Ölünün yedisi, kırkı, elli ikisi, senesi…
Vefât eden mü’min için her zaman istiğfâr etmek, onun adına sadakalar vermek ve Kur’ân okumak lâzımdır. Bunu belli günlerde yapmak, diğer günleri unutmaya ve daha vefât edenleri daha az hatırlamaya sebep olur. Bilmeyen insanlar, belli günlerde okumayı İslâmî bir emir ve kâide zannetmeye başlıyorlar.
- Burçlarla ilgilenmek
Burçlara bakarak bazı mânâ ve hükümler çıkarmak bid‘attir, yanlıştır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sinde böyle bir şey yoktur. Bu husustaki bazı tesâdüflere aldanmamak îcâb eder. Zîrâ Cenâb-ı Hak, kullarını imtihan için müneccimlerin ve falcıların bazı sözlerini doğru çıkarabilir.
Allâh Rasûlü (s.a.v.), Hudeybiye’de iken gece yağan yağmurun akabinde sabah namazını kıldırdı. Namazı bitirince cemâate dönüp:
“‒Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâbın, “‒Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir!” mukâbelesi üzerine:
“‒Buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı mü’min, diğer bir kısmı ise kâfir olarak sabahladı. «Allâh’ın rahmet ve berekâtıyla bize yağmur yağdı.» diyen, Bana inanmış; yıldızı inkâr etmiş olur. «Falan ve falan yıldız falan burca girdiği veya oradan çıktığı için yağmur yağdı.» diyen de Ben’i inkâr etmiş, yıldıza inanmış olur.” buyurarak, gönüllerde oluşması muhtemel şirk düşüncelerini izâle etmek istemiştir. (Buhârî, Ezân, 156)
Yıldızların vaziyet ve hareketlerinden hükümler çıkarmak, Keldânîler’den kalma yanlış bir âdettir.
- Şu gün şu saatte tırnak kesilmez, çamaşır yıkanmaz, dikiş dikilmez gibi inançlar.
İslâm’ın böyle bir yasağı yoktur. Akşam karanlıkta tırnak keserken veya dikiş dikerken herhangi bir yanlışlık yapmaktan korkulursa bu işler gündüze bırakılabilir. Bu tamamen insanların maslahatını düşünmekle alâkalıdır, dînî bir emir değildir. Elbise üzerindeyken dikiş dikmek de böyle değerlendirilmelidir.
Halk arasında yaygın olan batıl inançlardan biri de: “Üzerinde dikiş dikilen kimse ağzına bir şey almazsa uğursuzluk getirir” şeklindedir. Mevlânâ Hazretleri’nin hanımı Kîrâ Hatun, kocasının ferâcesini üzerinde olduğu halde dikerken, “Acaba Mevlana da mübarek ağzına bir şey aldı mı?” diye içinden geçirmişti. Büyük Veli, hanımına dönerek ibretli bir şekilde:
“‒Bunun ehemmiyeti yok, sen adamakıllı dik! İşte ben ağzıma «Kul hüvallâhü ehad»i aldım.” demiştir. (Aydın Taneri, Türkiye Selçukluları Kültür Hayatı, Konya 1977, s. 50)
- Aşırı medh ve tabasbusta bulunmak, “Sen cennetliksin” gibi ifadeler kullanmak.
İnsanları aşırı medhetmek, bilhassa yüzlerine karşı övmek doğru değildir. Bu davranış hem medhedene hem de medhedilene zarar verir. Zira insanın en büyük meselesi benlik, gurur, kibir, ucub gibi duyguları terbiye etmesidir. İnsanı medhetmek ise bu duyguları palazlandırır.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in yanında bir kişiden bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o şahsı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
“‒Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın” buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
“‒Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, «Zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir.» desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah’tır ve Allah’a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz” buyurdu. (Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65)
Diğer taraftan aşırı medhiyelerde doğrudan uzaklaşma mevzubahistir.
Osman bin Maz‘ûn (r.a), Medine’de Ensârî kardeşinin evinde vefât etmişti. Evin hanımı Ümmü’l-Alâ (r.a):
“–Ey Osman, şehâdet ederim ki şu anda Allah Teâlâ sana ikrâm etmektedir.” dedi. Rasûlullah r müdâhale ederek:
“–Allâh’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?” buyurdu. Kadın:
“–Bilmiyorum vallâhi!” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“–Bakın, Osman vefât etmiştir. Ben şahsen onun için Allah’tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben peygamber olduğum hâlde, bana ve size ne yapılacağını (yâni başımızdan ne gibi hâller geçeceğini) bilmiyorum.”
Ümmü’l-Alâ der ki:
“‒Vallâhi, bu hâdiseden sonra hiç kimse hakkında bir şey söylemedim, (sadece Rabbimden hayır ümîd ettim).” (Buhârî, Tâbîr, 27)
Tasavvuf büyüklerine ve sâlih kişilere yapılan aşırı iltifatlar da bu kabildendir, yanlıştır. Sadece onlar için hüsnüzanda ve hüsn-ü temennîde bulunmak îcâb eder.
Tasavvuf silsilelerindeki Hak dostlarından bahsederken yapılan, muhabbetten kaynaklanan aşırı medihler ve iltifatlar da bu kabîldendir ve yanlıştır.
Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri şöyle anlatır:
Birgün Dicle Nehri’nden karşı tarafa geçecektim. Yanına varınca Dicle’nin iki yakası, bana yol vermek için birleşti. Nefsime gelecek gurur ve ucub hâlinden korkarak derhal kendimi toparladım, ve Dicle’ye şöyle dedim:
“Andolsun ki ben, buna kanmam. Zîrâ sandalcılar bir adamı yarım akçeye geçiriyorlar. Ama sen, otuz senelik amelimi istiyorsun! O hâlde mahşer için hazırladığım amel-i sâlihlerimi aslâ burada yarım akçeye verip ziyan edemem. Bana Kerîm lâzım, kerâmet değil!” (Attâr, Tezkire, s. 186)
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rahmân’ın (rahmetinin tecellî ettiği has) kulları, yeryüzünde tevâzu ve vakâr ile yürürler…” (el-Furkân, 63)
Mekke’nin fethedildiği gün Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir kimse gelmişti. Adamcağız, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) maddî ve mânevî heybetinden dehşete kapılıp titremeye başladı. Onun bu hâlini gören Rasûlullah (s.a.v.) gayet yumuşak ve tatlı bir lisanla:
“–Sâkin ol, sıkılma! Ben bir hükümdar değilim. Ben Kureyş kabîlesinden, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 69)
- İslâm’a uymayan cenâze merâsimleri, cenâzeyi bekletmek, katafalka koymak, çalıştığı yere getirip saygı duruşunda bulunmak…
İslâm’ın kendine hâs cenâze ahkâmı vardır, bunları her müslüman bilir. Bunlardan biri de cenâzenin defninde acele etmektir.
- Mezarın veya türbenin yanındaki bir şeye çaput bağlamak, taş yapıştırmak, mum yakmak, para atmak, tuz serpmek, bahçesinde veya eşiğinde kurban kesmek, mezardaki ölüden dilekte bulunmak.
İnsanın canlısı da vefat etmiş olanı da âcizdir. Herkes ve her şey Allah’a muhtaçtır. Şâyet bir kişinin sâlih bir müslüman, Allah’ın sevdiği bir kul olduğu düşünülüyorsa, onun hürmetine Cenâb-ı Hak’tan talepte bulunulur. O vesîle edinilerek Cenâb-ı Hak’tan istenir, insandan istenmez.
Bâzı kimselerin, sâlihlerin gıyablarında veya kabirlerini ziyâret esnâsında; “Ey filân zât! Bana şifâ ver! Benim şu ihtiyâcımı gider!” gibi sözlerle doğrudan doğruya kendilerinden talepte bulunmaları, son derece yanlış ve -Allah muhâfaza buyursun- şirke kapı aralayabilecek olan istigâse cümlesindendir. Şüphesiz bu tür istigâseler için birtakım te’viller yapılabilirse de, gâyet hassas olan tevhîd akîdesinin özünü zedeleyebilecek bu ve benzeri câhilâne hareketlerden şiddetle sakınılmalıdır. Müşkillerin bertaraf edilmesinde, kâinâtın sevk ve idâresinde, Allah’tan gayrısının mutlak tasarrufunun bulunabileceği intibâını veren bu nevî ifâdeler, aslâ kullanılmamalıdır.
Çaput bağlama hurafesi, Şamanizm’e mahsus unsurlardan biridir. Şamanistlerin inancına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların “İzi”, yani sahipleri vardır. Onların inanışlarına göre bu “İzi’ler, kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanatkârdır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür. İşte Türkler İslâm’dan uzaklaştıkça bu âdetlerine yaklaşmaya başlamışlardır.
Selmân-ı Fârisî Hazretleri şöyle nakleder:
“Bir kişi bir sinek yüzünden cennete girdi. Diğeri de bir sinek yüzünden cehenneme atıldı. Önceki ümmetlerden iki kişi puta tapan bir kavme uğramışlardı. Onların yanına kim gelirse mutlaka putlarına kurban kestirirlerdi. Gelenlerden birine: «‒Bir şey kurban et!» dediler. O: «‒Yanımda bir şey yok.» dedi. «‒Bir sinek bile olsa kurban et!» dediler. O da bir sinek kurban edip geçti ve cehenneme müstahak oldu. Diğerine de: «‒Bir şey kurban et!» dediler. O ise: «‒Ben Allah’tan başka kimseye kurban kesmem!» dedi. Onu şehîd ettiler, o da cennete girdi.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 203)
Mum yakmanın da ateşe tapanlardan kalma bir adet olduğu söylenir.
- Yeni alınan arabanın önünde kurban kesmek, arabayı kanın üzerinden geçirmek…
İnsan ev veya araba aldığı için şükür kurbanı kesip insanlara ikram edebilir. Ancak bunun illâ evin veya arabanın önünde kesilmesi gibi inançlar yanlıştır. Burada maksat sadece Allah rızâsı için infak ve tasaddukta bulunmak, Allah’a şükretmektir. Kesilen kurban, arabayı kazalardan koruyamaz. Arabayı koruyacak olan Allah’a yapılan dualar ve O’nun için yapılan ibadet ve infaklardır.
- Dişi ağrıyanın mezar taşını ısırıp arkasına bakmadan evine dönerse ağrısının kesileceğine inanmak.
- Cuma günü ezan okuyan müezzine minareden başörtüsü sallattırınca kısmetin açılacağına inanmak.
- Baykuşun ötmesinden, köpeğin ulumasından, kurbağanın sesini yükseltmesinden, yıldız kaymasından, göz seğirmesinden, burun kaşınmasından mânâ ve hükümler çıkarmak.
Romalılar kuşların uçuşundan, ötüşünden birtakım hükümler çıkarırlardı. Bu âdet aynıyla Araplarda da görülmektedir.
Bugün uğursuz saydığımız baykuş, Romalılar tarafından aynı şekilde kabul edilirdi. Bir Romalı, baykuşun ötmesini bir felaket başlangıcı olarak telâkki ederdi.
- Türbelerde kandil yakmak. Bu âdet Fenikelilerden intikal etmiştir. Onlar, Sur şehrinin hâmisi, servet, ticaret ve denizciliğin ilâhı olarak kabul ettikleri Melkâres’in heykeli önünde sürekli kandil yakarlardı.
- Reml (kum üzerine çizgiler çizmek), bakla dökmek, kurşun dökmek, fala bakmak… gibi hurafeler de müslümanlara Mısır ve Asur’lulardan geçmiştir.
- Dînî bayramlar hâricinden Nevruz, Yılbaşı gibi başka bayramlar ihdâs etmek.
Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi.
“−Bu iki gün(ün mânâ ve ehemmiyeti) nedir?” diye sordu. Onlar:
“−Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!” dediler.
Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz:
“−Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban bayramı ve Fıtır (Ramazan) bayramı!” buyurdu… (Ebû Dâvûd, Salat 239; Nesâî, Iydeyn, 1)
Anneler-babalar günü kutlamak… İslâm, anne babaya her zaman iyilikle muâmeleyi emreder. Din kardeşini üç gün görmeyince arayıp sormayı tavsiye eder. Bunu, senenin belli bir gününe hasretmek, diğer günlerde ihmâlkar davranmaya sebep olur.
- Noel ağacı. Eski Şamanist kavimlerin bazı ağaçlan kutsal sayma âdeti Hristiyanlara geçerek “Noel Ağacı” olmuştur.
- Bazı yörelerde; Ay ve Güneşin şeytanlar tarafından tutulduğuna inanılmaktadır. Bu sebeple tutulma hâdisesi başlayınca teneke ve davul çalınmakta, bazı yerlerde de silah atılmaktadır. Sebebi ise; şeytan gürültü ve silah sesinden korkarmış. Böylece Ay ve Güneş tutulmaktan kurtulurmuş.
Rasûlullâh (s.a.v.), İslâmî temele dayanmayan halk inançlarını tashih etmiştir. Efendimiz’in (s.a.v.) oğlu İbrahim’in vefatında güneş tutulması üzerine insanların sergilediği tavır buna misal olarak zikredilebilir. Halk güneşin, İbrahim’in vefatından dolayı tutulduğunu düşünmüştü. Fahr-i Kâinât (s.a.v.) ise hâdise esnâsında iki rekât namaz kılmış ve ashabını şöyle ikaz etmiştir:
“Güneş ve ay Allah’ın varlık ve birliğini gösteren alâmetlerindendir. Bunlar hiç kimsenin ne ölümünden ne de hayatından dolayı tutulur. Ay ve güneş tutulması görünce Allah’ı zikre koyulun ve namaz kılın!” (Nesaî, Kusûf, 14)
- Farz ve nâfile namazların hâricinde farklı namazlar icad etmek, kitap ve sünnette olmayan faziletleri yönüyle farklı oruç vakitleri tayin etmek.
- Sofrada tek çeşit yemeyi ibadet gâyesi güderek yapmak,
- Cenâze merasiminde zikir ve kasideler söylemek,
- Meyyiti kabre koyarken ezan okumak.
- Cuma hutbesinde imamın dua maksadıyla iki elini kaldırması bid’attir. Bunu ilk defa Bişr bin Mervan işlemiştir. Sahâbeden Umâre (r.a) bu hususta onu îkâz etmiştir. (Müslim, Cuma, 53; Ahmed, IV, 166)
- Cehennemin son bulacağı ve kâfirlerin azaplarının sonlu olduğu veya azaplandırma şeklinin pişmanlık ve alçalmadan ibaret olduğunu söylemek.[5]
- Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve sâlih kullarla tevessülde bulunmayı reddetmek, onu işleyenin İslâm cemaatinin dışına çıktığını, şirk ve dalâlete saptığını iddia etmek. Zira tevessülü reddeden düşüncenin hiçbir delil ve dayanağı yoktur.[6]
- Üzerinde ihtilaf edilen içtihatların, müslümanların birbirlerini doğru yada yanlış olarak vasıflandırmalarına ve bölünmelerine sebebiyet veren adresler olarak gösterilmesi çok yanlıştır. Bazı insan tiplerinin öne sürdüğü bu bakış açısı Allah indinde bidʻatlerin en tehlikeli olanıdır.[7]
Ashâbın fıkhî görüşleri araştırıldığında görülecektir ki, selef âlimleri birçok meselede kendi aralarında ihtilaf etmiş ve hiç biri diğerini kendi görüşüne katılmadı diye bidʻat ve dalâletle itham etmemiştir. Anlayış farklılıkları, meselelere farklı gayeler muvâcehesinden bakılması sebebiyle ortaya çıkmıştır. Kitap ve sünnet öğretilerinin dışına çıkılmadıkça bunun herhangi bir zararının olmadığını peşinen vurgulamak gerekir.[8]
Hayvanlarla İlgili Hurâfeler
Halk arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunlardan kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. Hâlbuki İslâm esaslarına göre bu tür inançların tümü batıldır. Bunların bir kısmı şöyledir:
-Akşam ve yatsı ezanları okunurken köpek ulursa o civarda biri ölür.
-Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar.
-Tavşan, tilki ve kara kedi yolu keserse, uğursuzluk gelir.
-Bir yere giderken yılan görülürse, uğura işarettir.
-Kara karga kimin evinde öterse, o hâneden cenaze çıkar.
-Baykuş kimin evinde öterse o haneden cenaze çıkar.
-Baykuş kimin evinde öterse o haneye ya belâ gelir, ya da ölüm.
-Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde gelir.
-Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar.
İslâm’a göre herhangi bir şeyde veya canlıda uğur ve uğursuzluk kabul etmek doğru değildir.
Rasûlullah (s.a.v.):
“−Uğursuzluk yoktur. Ben, hayra yormayı tercih ederim.” buyurmuşlardı. Sahâbîler:
“–Hayra yorma (tefe’ül) nedir?” dediler.
Efendimiz (s.a.v.):
“–Güzel, olumlu sözdür.” buyurdular. (Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102)
Urve bin Âmir (r.a.) şöyle dedi:
Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda uğursuzluktan söz edildi. Bunun üzerine:
“−En güzeli, hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman;
«Allahım! İyilikleri sadece Sen verirsin; kötülükleri yalnız Sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak Sen’in yardımınla kazanılabilir» diye duâ etsin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıb, 24)
Allah Rasûlü (s.a.v.), hoşumuza gitmese bile rüzgar, fırtına ve benzeri tabiat hâdiseleri hakkında menfî konuşmamayı, bilakis şerrinden emin olabilmek için Allah Teâlâ’ya duâ etmeyi tavsiye buyurmaktadır. (Müslim, İstiskâ, 15)
Günlerde Uğursuzluk Var mıdır?
Haftanın bazı günlerini uğurlu, bazı günlerini uğursuz ve bazı günlerinde de çalışmayı günah saymak, araştırmacılara göre, yahudi ve hristiyan adetlerinden geçmiştir. Zira hristiyanlar Salı gününü uğursuz, Pazar günü de çalışmayı günah sayarlar. Yahudiler ise Cumartesi günü çalışmazlar.
Hâlbuki İslâm’da, istirahat ve ibadet saatları dışında devamlı olarak çalışmak tavsiye edilmiştir.
Günlerle İlgili Hurafeler
Günlerle alâkalı bazı hurafeler şöyledir:
-Salı günü işe başlanırsa bitmez sallanır.
-Pazar günü çalışmak uğursuzluktur.
-Çarşamba gecesi işe başlanırsa o eve kötülüğü dokunur.
-Perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur.
-Salı günü yeni elbise giyilirse yanar.
-Çarşamba günü süt içmek, ev satın almak iyi değildir.
-Cuma akşamı ve cuma günü ev temizlemek günahtır.
-Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
-Arefe günü dikiş dikmek günahtır.
-Arefe günü dikiş diken kadının ölmüş çocuğu varsa onun derilerini diker…
Temizlikle Alâkalı Bazı Hurafeler
-Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
-Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
-Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
-Cuma günü ev süpürmek günahtır,
-Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
-Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
-Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
-Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,
-Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir,
-Gece tırnak kesilirse ömür kısalır,
-Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir,
-Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
-Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
-Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
-Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.
Kadınla İlgili Hurâfeler
-Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
-Kısa boylu kadın uğursuzdur.
-Hayızlı kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
-Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
-Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki ayağı arasından içeri girerse saygılı olur.
-Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
-Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra “Bunu sana sattım” der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını Satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.
-Çocuğu ölen kadın Cuma günü iş yapmaz.
-Gelin olanın duvağı, evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
-Evde kilitlenen kilit, bayram sabahı veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafından camide açılırsa kızın bahtı açılır.
-Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.
-Doğum yapan kadın yedi gün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.
-Doğum yapan kadının (lohusanın) bulunduğu yere süpürge, Kur’ân, soğan, sarımsak asılırsa lohusa ve çocuğa zarar gelmez.
-Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa al basmaz (karabasan olmaz, korkutulmaz).
-Bir hamile kadın ölü yıkanırken suyundan atlarsa çocuğu baygın doğar.
-Evli birinin yüzüğünü bekâr kız takarsa kısmeti kesilir.
-Bekâr kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir.
-Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur.
Çocuklarla İlgili Hurâfeler
-Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış.
-Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.
-Yeni doğan çocuk, bayram günü bir dişi eşeğe ters bindirilip köyün etrafında dolaştırılırsa ömrü mutlu geçermiş.
-Çocuğun doğduğu yerde elişi yapılırsa göbeği düşmezmiş.
-Cuma günü çocuğun ayakları bir cami kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!
-Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş
-Bebek ayakları altından öpülürse talihsiz olurmuş
-Boyu ölçülen çocuk kısa kalırmış!
-Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.
-Çocuğun göbeği, cami duvarına veya avlusuna gömülürse dindar, medresenin bahçesine veya avlusuna gömülürse âlim, ahıra gömülürse malcı olurmuş. Ayrıca suya atılırsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dışarıda olmazmış.
-Çocuk sünnet edilirken tek ise yanında bir tane de horuz kesmek gerekirmiş.
Cenâze ve Ölümle İlgili Hurâfeler
-Gece herhangi bir evde köpek ulursa ya o haneden ya da yakınından biri ölür.
-Gece vakti bir evden başka bir eve kazan, tava ve tencere verilirse ölümü celbeder.
-Makas ağzı açık kalırsa kefen biçmeye yarar.
-Ölü yıkandıktan sonra kazan ters çevrilmezse bir başkası daha ölür.
-Bir evden ölü çıkarsa o evdeki su kapları boşaltılır. Eğer boşaltılmazsa Azrail suları dokunduğu için biri gene ölebilir.
-Bir evdeki eşyalardan herhangi biri kendi kendine düşer veya kırılırsa ölüme işarettir.
-Ayakkabı çıkarılırken ters çevrilirse o haneden cenaze çıkar.
-Cenaze çıkan evde 40 gün ışık yakılır. Ruh geldiğinde odasını aydınlık bulsun diye.
MUHTELİF HURAFELER
- Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu çağıracağı için kazaya belaya uğramadan geri dönermiş.
- Biri yolculuğa çıkarken arkasından aynaya su serpilirse kazaya uğramazmış.
- Biri gurbete giderken arkasından su dökülürse hem kazaya uğramaz, hem de gurbetten çabuk dönermiş.
- Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için acı olaylar görülürmüş veya iki kişi arasına düşmanlık girermiş.
- Evliliğin ilk günü erkek veya kadın, hangisi önce uyursa o daha evvel ölürmüş.
- Bir erkekle bir kadın evlendikleri zaman gerdek gecesi hangisi daha evvel diğerinin ayağına basarsa onun sözü daha çok dinlenirmiş.
- Gök gürlerken buğday ambarlarına el ile vurulursa hasat çok olurmuş.
- Soğan kabuğuna basılırsa fakirlik gelirmiş.
- Nar taneleri yere düşürülmeden yenilirse cennete girilirmiş.
- Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekirmiş.
- Çeltik ekilen arazinin etrafı merkebe binmiş biri tarafından Kur’an okunarak dolaşılırsa, o araziye dolu yağmazmış.
- At nalı asılan yere nazar isabet etmezmiş.
- Önünde “beştaş oyunu” oynanan eve fakirlik gelirmiş.
- Otururken ayak sallanırsa alacaklı kapıya gelirmiş.
- Cezveden su içilirse zengin olunurmuş.
- Kefen diken iğne kırılmalıdır. Zira ölümü ve uğursuzluğu celbedermiş.
- Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılarmış.
- Gece sandık açmak, kendi mezarını açmaktır. Yani ölümü çağırmaktır.
- İki bayram arasında nikâh kıyılmaz
En azından üzerine farz-ı ayn olan ilmihâlini bilen bir müslüman, bu nevi bid‘at ve hurâfelere inanmaz. Zîrâ bu tip hurâfeler ekseriyetle bâtıl dinlerin bakiyyelerinden intikâldir. Bu nevi yanlış inançlara kapılmamak için hem kendimizin, hem de evlatlarımızın dînî eğitimine ehemmiyet vermek îcâb etmektedir. İslâm’ı en güzel şekilde öğrenip diğer insanlara da öğretmek, emr bi’l-mâruf nehiy ani’l-münker vazîfesini îfâ etmek her müslümanın boynunun borcudur.
Dipnotlar:
[1] Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1982, II, 248. [2] Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, Selefiye, İstanbul 2009, s. 120-121. [3] Muhammed Kādî Semerkandî, Silsiletü’l-ârifîn ve tezkiretü’s-sıddîkīn, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2830, vr. 119a; Safî, Reşahât, II, 491. [4] İbn Hacer Heytemî, el-Fetâvâ’l-hadîsiyye, Kāhire 1307/1890, s. 246. [5] Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, Selefiye, İstanbul 2009, s. 121. [6] Bûtî, Selefiye, s. 131. [7] Bûtî, Selefiye, s. 119. [8] Bûtî, Selefiye, s. 132-133.
Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com