Toplumdaki Huzursuzlukların Sebepleri Nelerdir?
Neden huzuru olmayan bir toplum olduk? Toplumun içinden huzur ve bereket neden kalktı? Huzur ve bereketi kaçıran maddi, manevi sebepler nelerdir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...
Bugün toplumda bazı şikâyetler oluyor:
Birincisi; “bereket kalktı” diyorlar. “Enflasyon çok” diyorlar vs. diyorlar. İşin daima maddî sebeplerine bakıyorlar.
Esasında maddî sebeplerin yanında bir de mânevî sebepler vardır. Sallâllâhu aleyhi ve sellem; bir yaprak sebepsiz düşmez buyuruyor. Her zâhirî sebebin ardında bir de mânevî sebep vardır.
Birincisi, huzursuzlukların:
Bütün peygamber hayatlarına baktığımız zaman toplumlarda, birincisi “hayâ ve iffetin azalması”.
Efendimiz buyuruyor:
“Hayâ imandandır.” (Buhârî, Îman, 16)
“…Biri gittiğinde diğeri de gider.” buyuruyor. (Taberânî, Evsat, VIII, 174; Beyhakî, Şuab, VI, 140)
Yine Efendimiz bir gün ashâbına;
“Allah’tan (gereği kadar) hakkıyla hayâ ediniz.” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 24/2458)
Buhârî’de bir hadîs-i şerîf var. O da çok mühim:
“İlk peygamberden beri insanların duyup da anladığı bir söz vardır. «Şayet utanmıyorsan dilediğini yap.»” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; İbn-i Mâce, Zühd, 17)
Bu utanmazlık yüzünden ne kadar topluma felâketler geldi. Âd Kavmi, Semud Kavmi vesâire. Lût Kavmi, Sodom Gomore; azgınlık, ahlâksızlık, taşkınlık sebebiyle yerin dibine geçti. Pompei İtalya’da bugün hâkezâ.
Yani bugün bakalım toplumumuzda bunlar var mı, yok mu? Bu Lût Kavmi’nin insanları var mı? Pompei insanları var mı?
Faiz, kul hakkı yemenin en dehşetli şekli, onu alıp vermek. Bu, âyet-i kerîmede; “Allah ve Rasûlü’ne harp ilan etmektir.” oluyor. (Bkz. el-Bakara, 279)
Bu da maalesef ki biliyoruz ki enflasyona sebep olan budur. Çok âyet-i kerîmeler var hakkında.
Diğer bir husus, rüşvet.
“الراشي والمرتشي في النار” Rasûlullah Efendimiz buyuruyor. “Veren de alan da ateştedir.” buyuruyor. (Taberânî; Müntehabü Kenzü’l-Ummal, 2/198-200; et-Tâc, 3/56)
Bugün var mı, yok mu?
Yine Müddessir Sûresi’nde; Cehennem’e girenlere, Cennet’e girenler, Sekar Cehennemi’ne girenlere, Cennet’e girenler uzaktan sesleniyorlar:
“–Siz diyorlar, niçin Cehennemlik oldunuz?” diyorlar. Peygamber geldi, Kitap geldi, Cenâb-ı Hakk’ın lûtuf, ihsanı, ikramı.
Onlar da beş tane sebep söylüyor:
Bir; “Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.
Cenâb-ı Hakk’a karşı büyük bir nankörlük oluyor en başta. Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmanın en güzel vasıtası huşû ile bir namaz kılmak. “Namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.
İkincisi; “Yoksulu doyuranlardan değildik.” diyorlar. Merhametsizdik diyorlar. Oportünist, yalnız kendisini düşünenler.
Üçüncüsü; “Bâtıla ve dünyaya dalanlarla da beraberdik.” diyorlar.
İşte maalesef bu internet, televizyonun bazı programları ne yapıyor? Alıyor evlâdını, alıyor, bambaşka yabancı sokaklarda, çıkmaz sokaklarda dolaştırıyor.
“Ceza gününü de yalan sayardık.” buyruluyor. Onun yerine ne başlıyor? Ateizm, Deizm, birçok saçma sapan şeyler başladı.
“Sonra da bize ölüm geldi çattı.” diyorlar. (Bkz. el-Müddessir, 40-47)
Var mı bugün? Var.
İsraf; var mı bugün? Alabildiğine, haddi yok. Âd ve Semud Kavmi bundan kahroldu bir sebep de. Kendini güçlü göstermek. İsraf nedir? Aşağılık duygusunu bastırma hareketi.
Efendimiz buyuruyor:
“Hayat şartları sizinkinden aşağı olanlara bakın. Fazilette de sizden üstün olanlara bakın.” buyuruyor. (Müslim, Zühd, 9)
Velhâsıl bugün kurtuluş, diyorlar; kurtuluş nerde diyorlar. Kurtuluş yerini Cenâb-ı Hak bildiriyor, kurtuluşun nerde olduğunu.
Enfâl Sûresi 33. âyette Cenâb-ı Hak:
“Hâlbuki Sen onların içinde iken Allah onlara azap edici değildir...” buyuruyor.
Mekke devrinde müşrikler her türlü zulmü yaparken, Mekke’ye bir azap inmedi o müşriklere. Fakat Rasûlullah Efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret ettikten sonra inmeye başladı.
Açlık başladı, kıtlık başladı, semaya baktılar, gözleri kararıyordu. Göremiyorlardı hiçbir şey. Hattâ Efendimiz’e geldiler:
“–Bize dua et dediler. Bu (kıtlık) gitsin, biz Sana ittibâ edeceğiz.” dediler.
İkincisi:
“…Onlar mağfiret dilerken de, onlara Allah azap edici değildir.” (el-Enfâl, 33)
Şimdi burada şimdi iki tane husus var; bu belânın, vesâirenin kalkması için, huzurumuz için. Birincisi; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yaşadığı Sünnet’i, ashâbı, O Sünnet’i nasıl yaşamışsa; ibadette, muâmelâtta, zarâfette, incelikte, hak-hukukta, ahlâkta; o Sünnet-i Seniyye’yi yaşayabilmek. Öyle bir toplumumuzu o hâle getirebilmek.
Yine diğer bir yerden baktığımızda bu âyet, Allah katında Rasûlullah Efendimiz’in şerefini bildiriyor, kadrini bildiriyor. O varken azap inmiyor. Hâlbuki küfrün en şiddetlisi o zaman vardı. Fakat Allah Rasûlü o toplumdayken inmiyor.
Demek ki -işârî olarak- kalplerimizde ne kadar Allah Rasûlü var? Demek ki o kalbe -işârî olarak- baktığımız zaman da o kalbe azap inmiyor, inmez. Demek ki burada bir, eğer toplum takvâ sahibi olursa, Cenâb-ı Hak da azâbı kaldıracağına dâir âyet-i kerîmede bir îmâ var.
İkincisi, seherler.
“…Onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azap edici değildir.” (el-Enfâl, 33)
Demek ki seherlerde Cenâb-ı Hakk’a canhıraş şekilde bir istiğfar edebilmek. Böylece toplumun ıslahına doğru, toplumun bir mesafe alması…
Şeyh Üftâde Hazretleri vardı. Bu Aziz Mahmut Hüdâyî Hazretleri’nin şeyhidir. O şöyle diyor aynen, Rûhu’l Beyan’da buyruluyor:
“Kâinattaki bütün intizam, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şerefli vücudu iledir. Yani O’nun yüzü suyu hürmetinedir her şey. O, Hakk’ın Zât’ının mazharı, âlemlerin tılsımıdır. Hattâ Îsâ -aleyhisselâm- cesedi ile birlikte semâya yükseltildiği hâlde, O’nun temiz cisminin dünyada kalmasının, cesetler âleminin ıslah ve intizâmı için olduğu söylenmiştir.” buyuruluyor.
Yani Cenâb-ı Hak, Îsâ -aleyhisselâm-’ı semâya kaldırıyor. Fakat Rasûlullah Efendimiz’i kaldırmıyor semâya. İnsanlığa bir rahmetti, o rahmetin tecellî etmesi için.
Cenâb-ı Hak bize Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanımayı… Ashâb-ı kirâm nasıl tanıdı? Öyle bir tanıyış ki, dünya gözlerinde ufaldı, âhiret hedef oldu. Nasıl bir muhabbet ki;
“Yâ Rasûlâllah! Canım, malım, her şeyim Sana feda olsun. Sen tek, ne olursun emret!” dediler. En tehlikeli yerlere bile gitmeyi Allah Rasûlü’nün gönlünde yer almak için büyük bir nîmet olarak addettiler.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak -inşâallah- yaşamayı ve yaşatmayı nasip eylesin…
Bilhassa evlâtlarımız; muhterem kardeşlerimiz! Bugün, selde sürüklenen kütükler gibi, maalesef evlâtlarımız birtakım yanlış yerlere akıp gidiyor. İnternetin yanlış sokakları, çıkmaz sokakları; televizyonların bazı menfî sahneleri, programları. Modalar bir kandırmaca. Reklâmlar hâkezâ.
Bugün en mühim, evlâtlarımız... Evlâtlarımıza çok îtinâ etmemiz îcâb eder. Cenâb-ı Hak evlâtları emanet olarak veriyor anne-babaya. Anne-baba hakkı ödenmez. Lâkin eğer anne-baba “uydum kalabalığa” diye bırakırsa çocuğunu, o zaman da o çocuk kıyamet günü anne-babadan şikâyetçi olacak.
İnşâallah, Cenâb-ı Hak yavrularımızı ve kendimizi sırât-ı müstakîm üzere olmamızı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgisi ve muhabbeti ile kalplerimizin rûhâniyet, huzur ve ferahlık içinde olması…
Meselâ ashâb-ı kirâm hep harpler, sıkıntılar, gazveler içinde idi. Zaman zaman yokluklar geliyordu imtihan olarak. Fakat en huzurlu insanlar onlardı. Ne vardı onlarda? Gönlünde Rasûlullah Efendimiz vardı, O’nun rûhâniyeti vardı…
Bu çok büyük bir nîmet; Allah Rasûlü’ne ümmet olmak… Bizim elimizde değildi bu. Cenâb-ı Hak lûtfetti. Üzerimizde en büyük hak, Rasûlullah Efendimiz’in hakkı.
“Ben kıyâmete kadar ümmetî-ümmetî diyeceğim.” buyurdu. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)
“Sakın yüzümü benim kara çıkartmayın.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
YORUMLAR