Toplumun Yaralarını Saran Kurum
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile başlayan vakıf anlayışı, farklı toplumlarda da mevcudiyet göstermiştir. Ancak, tarihte vakıf kültürünün en ileri noktası, Osmanlı medeniyetinde zuhûr etmiştir.
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve onun seçkin sahabîlerinin yürüdüğü yolu tâkib etmekte büyük bir dirâyet ve hassâsiyet göstermiş olan Osmanlılar, kendi dönemlerine gelinceye kadar belli bir ölçüde devam etmiş olan vakıf tesis etme fazîletinde zirveye ulaşmışlardır. Gerçekten vakıflar, gerek kemiyet ve gerekse keyfiyet itibâriyle en büyük gelişmeyi Osmanlı devrinde göstermiştir. Osmanlılarda vakıf, millet sâyesinde kazanılan serveti, tekrar o toplumun istifâde ve hizmetine sunan bir vefâ müessesesi olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, meşrû yollardan edinilmiş mâlî imkânları, kendisi ve ailesine tahsis etmekten ziyâde, umûmun istifâdesine sunmak ve bu sûretle Allâh’ın rızâsını kazanma gâyesiyle vücud bulmuş müesseselerdir.
Bu hususta o denli mesâfe alınmıştır ki, sadece insanların ihtiyaçlarını dikkate almakla yetinilmemiş, vakıf müessesesinde kökleşen İslâmî muhabbet ve şefkat, hayvanları ve bitkileri bile şümûlüne almıştır. Derûnî ve yüce hislerle İslâm’ı en güzel bir şekilde anlayıp yaşayan bu aziz millet, Müslüman yüreğindeki engin şefkat ve merhameti bütün cihâna böylece sergilemiştir. Onlar, binlerce vakıf vâsıtasıyla toplumu bir ağ gibi örmüş ve âdetâ sarılmadık yara bırakmamışlardır.
İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.
Osmanlılar, hadîs-i şerîfte buyurulan: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, II, 8) beyânını kendilerine düstûr edinerek vakıf yoluyla sayısız muazzam ve kalıcı eserler vücûda getirmişlerdir
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, Erkam Yayınları