
Trump’ın Tehcir Planı Gerçekleşebilir mi?
Trump’ın tehcir planı gerçekleşebilir mi? Arap dünyası tehcir planına direnebilir mi? İsrail’in Gazze’yi boşaltma politikaları nelerdir? Gazze’nin ardından yeni hedef Batı Şeria mı? Beytullah Demircioğlu yazdı.
Öngörülemezliğine dair çokça şey söylendi. Ancak, açıkçası bu kadarını kimse beklemiyordu. ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’dan bahsediyoruz. 20 Ocak’ta yani Beyaz Saray’a yerleştiği tarihten bu yana ABD kamuoyu da dâhil olmak üzere dünya bu nobran adamın pervasızlığını konuşuyor. Savaşları bitirmek için geldiğini iddia eden Trump züccaciye dükkânındaki file dönüştü adeta. Küresel siyaseti alt üst eden Trump’ın bundan sonra dünyanın değişen dengeleri üzerindeki etkisinin ne olacağı merak konusu.
Bu nobran adamın kişiliği tahlil edilirken, önüne çıkartılan tüm hukuki ve siyasi engelleri aşmış olmasına, suikast girişimlerini atlatarak tartışmalı bir iş insanından, “dünyanın en güçlü devletinin” liderine dönüşmesine dikkat çekiliyor. Tüm bu yaşananların onda var olan yenilmez olduğu hissini pekiştirdiği, artık hiçbir kuralı umursamadan, herkese kendi iradesini dayatabileceği hissiyatını güçlendirdiğine vurgu yapılıyor.
Ona göre dünya babasının çiftliği adeta. Kendisini uluslararası siyasetin tek karar vericisi olarak tayin etmişçesine ne kadar absürt olursa olsun kararlarına itaat edilmesini istiyor. “Ben böyle istiyorum öyleyse herkes buna uymak zorunda, yoksa sonuçlarına katlanırlar” modunda kararlarına karşı çıkan ülke yönetimlerini, ekonomik yaptırımlarla hatta işgalle tehdit ediyor. Mahallenin zorbası gibi astığım astık kestiğim kestik havalarında. Velhasıl garip mi garip bir profil ile karşı karşıya dünya.
Kanada, Panama ve Grönland’a çökmek planlarının ardından, ABD’nin sabık lideri Biden’ın yaptığı yardımların karşılığı olarak Ukrayna’nın 500 milyar dolar değerindeki yer altı zenginliğini isteyen Trump’ın son zorbalığı, Gazze’yi Filistinsizleştirme planını Gazze halkına ve bölge ülkelerine dayatması oldu.
Diyor ki; İsrail ordusu bölgeyi temizleyecek, sonra kontrolü ABD’ye devredecek, Ürdün ve Mısır Gazzeli mültecileri kabul edecek, Suudiler finansmanı sağlayacak ve burası “Ortadoğu’nun Rivierası” olacak.
İşin garip tarafı sanki Gazze, Siyonistlerin 16 ay boyunca yürüttüğü soykırım savaşı sebebiyle değil de doğal afet sonucu böyle bir yıkım yaşamışçasına, evsiz yurtsuz kalmış Filistinlilerin iyiliğini istiyormuşçasına pazarlıyor Siyonistlerin Gazze’ye çökme planını...
Başta Ortadoğu siyaseti olmak üzere Trump yönetiminin şekillendireceği ABD’nin yeni dış politika yaklaşımının küresel çaptaki jeopolitik sonuçlarının neler olabileceği meselesine döneceğiz. Ancak onun öncesinde Gazze halkının yerlerinden edilmesi ve bölgenin geleceğine ilişkin gündeme gelen soruların cevaplarını bulmaya çalışalım.
TEHCİR PLANI GERÇEKLEŞEBİLİR Mİ?
Trump’ın tehcir planı sadece düşüncesiz bir öneri mi yoksa bir amaç ve hedef taşıyor mu? Yoksa yaptığı şey şimdiye kadar birçok vesileyle uygulaya geldiği gibi ölümü gösterip sıtmaya razı etmeyi hedefleyen bir müzakere taktiği mi?
-İşgal devletinin önde gelen yayın organlarından Jerusalem Post gazetesi bile Trump'ın tehcir planının uzaktan yakından uygulanabilir olmadığını, ancak Trump’ın bu önerisinin başka bir planının parçası olabileceğini söylüyor.
-El-Cezire programcılarından Müna Havva da benzer bir tezi savunuyor. Ona göre Trump’ın Gazze önerisi sadece düşüncesiz bir öneri ya da rastgele bir siyaset değil, bilinçli bir taktik. Trump’ın bu taktiği nasıl işliyor peki?
Müna Havva bu taktiği “Sis ve Aynalar Teorisi” ile izah ediyor. Gerçekliği manipüle etmek için büyük bir medya gürültüsü oluşturuluyor. Dikkat dağıtmak veya gizli hedeflere ulaşmak için olmayan bir şey varmış gibi gösteriliyor. Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi gibi uygulanamaz bir konu tartışmaya açılıyor. İsrail’in askeri başarısızlığının tartışılacağı yerde konu “Filistinliler nereye gidecek?” sorusuna kaydırılıyor. Zorla göç ettirme fikri bir savaş suçu olmasına rağmen sanki tartışılabilir bir seçenekmiş gibi algı veriliyor. Arap ve uluslararası aktörler, sürekli yalanlama ve açıklama yapmak zorunda bırakılarak savunmaya itiliyor. Temel soru “İsrail saldırıları durdurulmalı mı?” olmaktan çıkıp “Filistinliler için alternatif çözümler neler?” haline geliyor. Sürekli gündemde kalan ve tartışılan zorla göç ettirme planı, tamamen reddedilen bir fikir olmaktan çıkıp, “gündemde olan bir seçenek” haline geliyor.
- Arap dünyasının önde gelen siyaset bilicilerinden Azmi Bişare, Trump’ın Filistinlileri sürme planını hayata geçirilmesini zor bulsa da Arap dünyasının yeterli tepkiyi göstermemesi durumunda gerçekleşme ihtimalinin olduğunu söylüyor. Trump’ın Gazze planını boşa çıkartmak için İsrail’in iznini beklemeden Arap ülkelerinin bir an önce adım atarak Gazze’yi inşa etmeleri gerektiğini, bunun maliyetinin Trump’ın Araplardan talep ettiği askeri yardımların çok daha küçük bir kısmına denk geldiğini söylüyor.
ARAP DÜNYASI TEHCİR PLANINA DİRENEBİLECEK Mİ?
Trump’ın Gazze planını açıklamasının ardından Siyonistlerin 15 ay boyunca sürdürdüğü soykırıma sessiz kalan Arap yönetimleri açıkçası beklenenden daha sert tepki verdi bu plana. Trump’ın teklifi “saçma” ve “kabul edilemez” bulundu. Medya kuruluşları, Trump ve Netanyahu’ya karşı sert eleştiriler yöneltti. Ancak bu tepkilerde dikkat çeken önemli bir detay vardı: Tepkiler, genel olarak "Biz Gazzelileri kabul etmeyeceğiz" şeklindeydi. Başka bir deyişle tepkilerin temel gerekçesi, Trump’ın "Filistinlileri Arap ülkelerine gönderme planı"nın doğrudan bu ülkeleri ilgilendirmesiydi. 15 aydır devam eden Gazze'deki katliam, yıkım ve insani felaket karşısında benzer bir diplomatik tepki gösterilmemişti zira.
Arap rejimlerin, Trump’ın neden böyle bir teklif sunduğunu düşünmesi gerektiğini yazıyor muhalif Arap medyası. Çünkü Trump’ın bu cesaretinin, büyük ölçüde Arap dünyasının soykırım savaşı boyunca gösterdiği pasiflikten kaynaklandığının altı çiziliyor. Şayet Arap ülkeleri savaşın başından itibaren güçlü ve etkili bir tutum sergileseydi, Trump bugün böyle bir planı açıkça dile getiremezdi deniliyor.
SİYONİSTLERİN 80 YILDIR SÜRDÜRDÜĞÜ PROJE; TEHCİR
-Bugün Gazze halkının yerlerinden edilmesi planı ile gündeme gelen tehcir meselesi Filistin halkı için yeni bir mesele değil. Filistinlileri yerinden etme fikri, işgal devletinin 80 yıllık en temel stratejisidir. 1948’den bu yana işgal devleti Gazze’yi sürekli ve açık bir şekilde boşaltmaya çalışıyor. Bir başka ifadeyle tehcir, işgal devletinin sömürge geçmişinden bu yana kullandığı en temel silahlardan biri haline gelmiştir. Katliam, mülklere el koyma, abluka, sağlık hizmetlerine ve temiz suya erişimi engelleme aklınıza ne geliyorsa bu strateji kapsamında her türlü yöntemi denedi ve hâlâ da deniyor. Ancak, Filistin halkının yerlerini yurtlarına sahip çıkma konusundaki sebatını, direnişini kırabilmiş değil. Gelin bu bağlamda tarihi süreçte neler yaşandığını kısaca hatırlayalım…
NEKBE VE GAZZE’NİN MÜLTECİ KAMPINA DÖNÜŞMESİ
1948’de İsrail, 400’den fazla Filistin köyünü etnik temizliğe tabi tutup yok ettiğinde, Gazze Şeridi dev bir mülteci kampına dönüştü. Yerinden edilen 700.000’den fazla Filistinliden 200.000’den fazlası Gazze’ye sığındı ve bölgenin nüfusu üç katına çıktı. Bugün Gazze nüfusunun %80’inden fazlası, Nekbe yani büyük felaket günü (15 Mayıs 1948) sonrası sürgün edilen ya da kaçan mültecilerin torunlarıdır. İşgal devleti, Nekbe sonrası yıllarda yerlerinden edilen Filistinlilerin topraklarına geri dönüş çabalarına karşı da katliama varan tepkiler vermiştir. 1949 ile 1956 arasında, Gazze’ye geri dönmeye çalışan 2.700 ila 5.000 Filistinliyi öldürdü. İşgal devleti ve ABD, 1949’da Mısır’a baskı yaparak Gazze Şeridi’nin yüzölçümünü 200 km² azaltan bir ateşkes anlaşması imzalattı. Amaç, Filistinli mültecilerin İsrail’e geri dönmesini zorlaştırmaktı.
1950'LERDE MISIR’A FİLİSTİNLİLERİ GÖÇ ETTİRME PLANI
1951’de ABD ve İsrail, Mısır’a Gazze’deki binlerce Filistinli mülteciyi Sina Çölü’ne yerleştirmesi için baskı yapmaya başladı. 1952’deki Devrim sonrası Mısır, uluslararası meşruiyet arayışı ve iç meseleleri nedeniyle bu baskılara boyun eğdi.
1953’te Mısır, BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) ile birlikte 12.000 Filistinliyi Sina’ya yerleştirmeyi kabul etti. Bunun karşılığında ABD’den günümüz değeriyle 355 milyon dolar aldı. Aynı dönemde İsrail, Gazze’de mülteci kamplarına yönelik saldırılar düzenleyerek halkı korkutup Mısır’a kaçmaya zorladı. 1953’te İsrail ordusu, el-Bureyc mülteci kampına saldırarak 50’den fazla Filistinliyi öldürdü. Filistinliler bu etnik temizliğe karşı sokaklara döküldü. Protestolar, 1955’in başlarında "Sina projesini mürekkeple yazdılar, biz onu kanla sileceğiz" sloganlarıyla doruk noktasına ulaştı. Bunun üzerine Mısır, anlaşmayı iptal etti.
1967 VE SONRASI: İSRAİL’İN GAZZE’Yİ BOŞALTMA POLİTİKALARI
1967’de İsrail, Gazze’yi tekrar işgal etti ve savaş sırasında 45.000’den fazla Filistinliyi Mısır ve Ürdün’e göç etmeye zorladı. Geri dönmeye çalışan herkes öldürüldü ya da sınır dışı edildi.
İsrail, 1968’de Gazze’de “göç büroları” açarak Filistinli mültecilere Kanada, Avustralya ve Brezilya gibi ülkelere kalıcı olarak yerleşmeleri karşılığında para ve yabancı pasaport teklif etti. 200 aileyi göndermek için toplamda yarım milyon dolar harcadı. Ancak bu plan, çok az Filistinliyi cezbetti.
1970’lerde İsrail, Gazze’yi tel örgülerle çevreleyerek dış dünyadan izole etti. Ariel Şaron liderliğinde yürütülen bu saldırılar, ev yıkımları, zorla tahliyeler ve geniş çaplı şiddet eylemlerini içeriyordu. 1971’de Şaron’un emriyle yalnızca Cebaliye, Şati ve Refah mülteci kamplarında 2.500’den fazla ev yıkıldı ve 16.000 Filistinli yerinden edildi.
İSRAİL’İN GAZZE’Yİ YAŞANAMAZ HALE GETİRME POLİTİKASI
İsrail, 1993 Oslo Anlaşmalarına rağmen Gazze’nin nüfusunu azaltma hayalinden asla vazgeçmedi. 2004’te İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Giora Eiland, Gazze’yi "büyük bir toplama kampı" olarak tanımladı ve Mısır’dan 600 km²’lik bir alanın ilhak edilerek Filistinlilerin oraya dağıtılmasını önerdi.
2019’da üst düzey bir İsrailli yetkili, İsrail’in "Filistinlilerin Gazze’den göç etmesini aktif olarak teşvik ettiğini" ve "onları kabul edecek ülkeler bulmaya çalıştığını" itiraf etti.
7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sadece birkaç gün sonra, İsrail’deki sağcı Misgav Ulusal Güvenlik ve Siyonist Strateji Enstitüsü, Gazze nüfusunun Sina’ya zorla göç ettirilmesini savunan bir rapor yayınladı. Raporda, Gazze’nin etnik temizliğinin "ekonomik ve jeopolitik olarak İsrail, Mısır, ABD ve Suudi Arabistan’ın çıkarlarına hizmet edeceğini" öne sürüldü.
GAZZE’NİN ARDINDAN YENİ HEDEF BATI ŞERİA
Gazze için düşünülen tehcir planının Batı Şeria için de düşünüldüğü artık bir sır değil. İşgal devletinin “Dindar Siyonist Partisi”den Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Gazze’de yaptıklarını "Vaat edilmiş toprakların kalbi" olarak gördüğü, "Yahuda ve Samiriye" diye isimlendirdiği Batı Şeria’da da yapacaklarını söylüyor açık açık.
Batı Şeria'da işgal ordusunun operasyonları nedeniyle son haftalarda on binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. BM bunun, 1967 Arap-İsrail savaşından bu yana en büyük yerinden edilme olduğuna dikkat çekiyor. Aileler yerinden edilirken işgal ordusunun Batı Şeria'daki taktiklerinin Gazze'dekinden farksız hale geldiğini söylüyor.
Velhasıl, Batı Şeria’daki Siyonist yönetimin tahriklerinin tıpkı Gazze için düşünülen geniş çaplı stratejik bir planın parçası olduğundan kuşku yok. Yapılmak istenilen şey zorla göç ettirme ve yıkım yoluyla büyük ölçekli bir demografik değişimi gerçekleştirmektir.
Yani Gazze ve Batı Şeria halkını yerlerinden edilmesi meselesi 7 Ekim Aksa Tufanı’nın bir sonucu değildir. Bölgenin Filistinlilerden arındırılması Siyonist yapının bu bölgeye musallat edildiği günden bu yana gündemde olan ve işleyen bir projedir. Projenin yüklenicisi de Yahudi ve Hıristiyan Siyonistlerdir. Trump, ilk başkanlık döneminde, ABD’nin Orta Doğu politikasını bir gecede tersine çevirmişti. Şimdi ise ikinci döneminde, Hristiyan Siyonizmi’ne yaslanan aşırı sağcı, oligarşik ekibi ile birlikte çok daha ileri gitmeye hazırlanıyor.
Toparlarsak, Trump yönetimi ile birlikte çok daha temeyyüz eden ABD’nin güce dayalı dış politikasının jeopolitik sonuçlarının ne olacağı doğrusu merak konusu. Durum kasvetli gözüküyor ancak ABD’ye karşı küresel ölçekte bir tavır geliştiği de gözlemleniyor. Müttefikleri nezdinde dahi güven sorunu yaşıyor Washington ve küresel hâkimiyeti her geçen biraz daha eriyor.
ABD’nin hâlâ en büyük askeri güç olduğu kesin. Ancak ABD merkezli Project on Middle East Political Science sitesi ahlaki meşruiyetini kaybetmesi ve çok kutuplu bir dünya düzeninin yükselmesi ile Washington’ın başta Ortadoğu olmak üzere küresel liderliğini uzun vadede zayıflatabileceği tespitinde bulunuyor.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 469
YORUMLAR