Türkiye'de Ciddiyetsizlik Sorunu Var
Ciddiyet, hayatı doğru okuyup doğru anlamakla mümkün olur. İdris Arpat, Türkiye'de ciddiyetsizlik sorununun çıkış sebebini yazdı.
Türkiye bir ciddiyetsizlik sorunu yaşıyor. Sebebinin şu veya bu olması bir yana, acı gerçek şudur: Hayat ciddiye alınmıyor, hakkı verile verile, dolu dolu yaşanmıyor.
Anlaşılır hâle getirmeye çalışalım:
Fert olarak ben bir müslüman isem, müslümanca yaşamak durumunda isem önce dinimi öğrenmem gerekmez mi? Hiç olmazsa aklımın erdiği, gücümün yettiği yaştan itibaren, bu böyledir. Sonra da ilmim, aklım ve vicdanım doğrultusunda (istikâmet üzere) bir hayat yaşama gayretine girmeliyim. Zaman içerisinde önemli şeyler öğrenirsem bunu da hayatıma katma gayretinde olmalıyım. Böylece bir ömür, Cenâb-ı Hakk’ın takdir edeceği güzellikte yaşanmış olmalı. Ciddiyet bunu gerektirir.
Böyle bir hayat tam da ubudiyet kavramıyla örtüşüyor. Ubudiyet; Allah rızasını esas alarak, “âsından zêsine” bütün hayatımı, fiillerimi, sözlerimi ve de niyet ve duygularımı O’nun beğeneceği mükemmellikte gerçekleştirme gayreti içinde olmamdır. Bunun diğer bir adı ihsandır.
Bu anlattığımız, olması gerekendir, olan, maalesef böyle değildir. İstisnalara sözüm yok ama, ekseriyet ne doğru dürüst dinini öğrenme derdinde, ne de doğru dürüst yaşama gayretinde. “Ben yaptım oldu” havası içinde kendince bir yol tutuyor, sonra da psikolojik bir rahatlama hâlini yaşıyor. Bu, tam bir aldanmadır, sonun başlangıcıdır.
MÜSLÜMANLIK NEDİR?
Din, her şeyini Allah’a borçlu olduğunu bilerek, borcunu ödeme gayretiyle, gönüllü olarak O’nun emrine girmektir, teslim olmaktır. Müslümanlık; “en geniş anlamda, vazifelerim neyse, hepsini yapmaya hazırım demektir.” Kur’ân-ı Kerim baştan sona bunu anlatmaktadır.
Mevcut hâle bir de bu açıdan bakalım:
Dinin ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’i, onun yaşanmış hali olan sünnet-i seniyyeyi, dini anlatması gerekenler bile yeterli derecede bilmemektedir. Din adına öğretilenler ana kaynak değil başkalarının anlattıklarıdır. O başkalarının “Kur’an ve sünneti anlamak” diye, Kur’ân ve sünnete sadakat diye bir derdi var mı? Pedagojik formasyonu yeterli mi? Öğretilen bir “ilmihâl İslâm”ıdır. İlmihal birinci adımdır. Arkası mutlaka gelmelidir. Kur’ân-ı Kerîm ve sünneti seniyye kademe kademe bir ders kitabı olarak milletin önüne konulmalıdır. Ehliyet ve liyakat sahibi insanlar din ile müslümanı buluşturmalıdır. Dinin eğitim ve öğretimi rastgele insanlara havale edilemez. Edilirse paralel rezaletleri tekrarlanır durur. Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz.
Hayatın her alanında maalesef işler bu umursamazlık içre yürüyor.
PEYGAMBER MESLEĞİ
Eğitim öğretim camiasını ele alalım:
İşin enini boyunu bilenler, öğretmenliğin “Peygamber mesleği” olduğunun farkında olanlar işin hakkının verildiğini söyleyebiliyor mu? Her taraftan, “dibe vurduk” feryatları yükseliyor. Gele gele, “bu çocukların, okudukça cehaletleri yükseliyorsa...” ya mı gelmeliydik?
“Hâşâ ki eğitim-öğretim ciddi bir konudur, oyun eğlence değildir.”
“Ne denli duygulu olursa olsun, (doğru dürüst) eğitim görmemiş bir insan hayatın dış avlusunda kalakalır. Her düşünce ve duyguda eğitilmemiş kulağın anlayamayacağı sesler vardır.
Eğitim sanki bizim altıncı duyumuzdur. Eğitim en ince, en nazik kabiliyetlerimizi geliştirmesi gereken bir şeydir.
Bilgiyi insan bir gaye olarak değil, değerli düşüncelere götüren bir vasıta olarak elde etmeye çalışır. Eğitim para kazanmasından ziyade insanın hayatı anlamasına yardım etmelidir. Onun ince zevklere varmasına yardımcı olmalıdır.”
Diyelim ki; bir belediye başkanısınız. Ciddiyet neyi gerektirir?
Önce görevinizin yatay ve dikey olarak çapını bilmelisiniz, salahiyet ve sorumluluklarınızı öğrenmelisiniz. Sonra plan ve proje safhası gelir. İmkanlarınızı göz önünde bulundurarak zaman planlaması yaparsınız. Sonra da ehil insanları önemli mevkilere yerleştirirsiniz ve işe koyulursunuz. Niyetiniz hâlistir.
Bu arada Türkiye’de ve Dünya’da bu alanda başarılı olanların neleri gerçekleştirdiğini araştırırsınız.
Şunu da önemle ifade etmeliyim ki; “bulunduğum konumda ben bu milletten ne alabilirimden ziyade, bu millete ne verebilirim zihniyetinde olmak” işin olmazsa olmazıdır.
Yine ifade etmeliyim ki; “zor mutmain olmak”, vizyon sahibi olmak, hayal dünyasının genişliği diye önemli nitelikler vardır. Mükemmellik anlayışının da ucu açıktır.
İşlerimizi onaylatacağımız, takdirini beklediğimiz makam Arş-ı Âlâ’dır.
Heyecanını kaybedenler yerinde sayacaktır. Birazcık zorlukta pes edip çekip gidecektir. “Adanmışlık” işin ruhudur. İşin içinde “kefeni giyerek yola çıkmak” da vardır.
Meşhur tespiti bir kere daha hatırlayalım:
“Olanla olması gereken arasındaki farkı yakaladığın gün büyük bir gündür.”
Hayâtın her alanına bir de bu gözle bakalım.
“Süreyyâ neredee, süpürge nerede!”
ALLAH'IN İLK EMRİ
Ciddiyet, hayatı doğru okuyup doğru anlamakla mümkün olur. Alemdeki her bir varlık insana hizmet edecek şekilde yaratıldıysa, insan da insana hizmet etmelidir. Bu kafa, kalp ve mide gıdaları üretmekle mümkündür. İnsanı ve onun yaşadığı dünyayı güzelleştirmek insana hizmettir. (“Maslahat-ı ıbâd, tamir-i bilâd”)
Japon, “üreteceksin” derken, Alman “üretim ve hayat disiplinle başlar” ifadesini kullanır.
Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanan insan işini ciddiye alacak, vazifesini kusursuz yapmaya çalışacaktır.
İş dönüp-dolaşıp yine talim-terbiyeye geldi. Güzellikler önce insanın kafasında ve kalbinde uyanır, sonra dışa yansır. Bu sebeple “ilk emir oku”dur.
Ve yüce Allah ilk insana “isimleri” öğretmiştir.
Kaynak: İdris Arpat, Altınoluk Dergisi, Sayı: 371, Ocak 2017
YORUMLAR