Türkiye'nin Beka Sorunu Eğitimdir
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ile "eğitim ve kimlik üzerine" bundan 22 yıl önce Altınoluk Dergisi'nde yapılan röportajı önemine binaen sizlerle paylaşıyoruz.
Türk fikir hayatı Oktay Sinanoğlu'nu Türkiye'deki yabancı dille eğitime karşı çıkan bir eğitimci olarak tanıdı. Yabancı dille eğitimin Türkiye'ye getireceği olumsuz sonuçları devamlı vurguluyorsunuz. Sanıyoruz bu fikri yapınızın gençlik yıllarına uzanan eğitim hayatınızla yakın bağlantısı var. Oradan yola çıkarak böyle bir konunun Türkiye gündemine girmesi için adeta çığlık çığlığa bağırmanızın sebepleri nelerdir?
El-cevab. Türkiye'nin bir çok problemi var iktisadı problemler, siyasi problemler, dış siyasetle ilgili problemler gibi. Ayrıca hükümet kuruldu kurulacak, başarılı oldu olacak gibi oyalamalar var. Ama hepsinden önemlisi Türkiye'nin bir temel sorunu vardır. Can alıcı noktası yani yüreği burasıdır. Çünkü Türkiye'nin bekası bununla ilgilidir. Bu; eğitimdir.
Eğitim denince harçların alınıp alınmaması veya kredili sistemin uygulanıp uygulanmaması gibi fasarya işleri kastetmiyorum. Tarihte bir çok misali vardır. Bir milletin adını tarihten silmek istiyorsanız onu yok etmek, yabancılaştırmak istiyorsanız gayet kolay bir yöntemi vardır. O milletin dilini unutturursanız ne tarihi, ne hissiyatı, ne şahsiyeti hiç birisi kalmaz. Bunu Romalılar iki bin yıl önce akıl etmişler, İngilizler başarıyla tatbik etmişlerdir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için özetle bazı tarihi bilgiler vermek istiyorum.
Kelt denen kavimler bugünkü yabanı Avrupa'nın yabanı dedeleridir. Bu Kelt kavimleri Hazar Denizinden İngiltere'ye kadar uzandıkları halde birbiriyle kaynaşamamış ve doğru dürüst bir devlet kuramamışlardır. Geçen asır Avrupa "Biz Roma-Yunan medeniyetinin devamıyız" yakıştırmasını yapmış ve sömürgelere yutturmuşlar ama bunlar Keltlerin devamıdır. Keltler Romalılar zamanında suratlarına mor boyalar süren, sarı saçlarını havaya sivrice dikip kireç sürerek donduran, dövmeli, yarı çıplak yabani insanlardı. Kafatası avcılarıydı. Ottan kulübesinin önüne kim daha fazla kafatası dikerse itibar onundu.
Bir kaç ay önce Amerika'da Avrupa tarihiyle ilgili yeni bir kitap çıktı. Yazar kendi dedeleri olan Keltleri anlattıktan sonra diyor ki: "Sık sık sokaklarda saçları havaya dikilmiş, yarı çıplak, kolları dövmeli azman tipler görüyorum ve Keltler hala yaşıyor diye düşünüyorum." Bir Avrupalı kendi asıllarına nasıl rücu ettiklerini itiraf ediyor.
İkide bir Roma'ya saldıran Keltlerden Roma'lılar kurtulmak için bir usûl geliştirmek isterler. Jul Sezar zamanında senatoda forum yaparlarken Keltleri halletmek için kimisi kesmeyi, kimisi askeri idareyi ve kimisi de dillerini unutturmayı teklif ediyor. Roma'lılar Keltleri bölüp dillerini unutturuyorlar. Fransa Golt kentidir. Golt Keltin Fransızcasıdır. İspanya latinleştirilmiş Keltlerin başka bir ülkesidir. Keltin Rumcası Galat'dır. Bizim Galatadaki Rumların aslı da oradandır.
İrlandalılar Kelttir ve Kelt olarak sadece onlar kalmış. Kelt dili olan Geylik dilini kullanmışlar. 1500 yıl edebiyat, şiir, felsefe, hukuk dallarında bir medeniyet geliştirmişler. Toplumda en itibarlı sınıf eğitimliler ve şairlermiş. 16. asırda İngilizler İrlanda'yı işgal ediyorlar, yapmadıkları hunharlık kalmıyor. İrlandalılar medeni geçinen İngilizlerin ne mal olduklarını size ağlıya ağlıya anlatırlar. İngiltere'nin işgalinden sonra İrlandalılar oluşturdukları kültürden bir türlü vazgeçmiyorlar. İngiliz'ler 1890 yılına gelinceye kadar işgal altında tutup vali tayin ettikleri İrlanda'nın isyanlarını bir türlü önleyemiyorlar. Sonunda Valinin emriyle kurdurdukları Yüksek Milli Eğitim Kurulu tarafından eğitim dilini bütün okullarda bir günde İngilizceye çeviriyorlar. Yüksek Milli Eğitim Kurulunda bizdeki gibi İngilizlere satılmış insanlar var. Eğitim dilinin İngilizce olmasını çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak, teknolojik ve bilimsel çalışmaları gerçekleştirmek gibi gerekçelerle sunuyorlar. Anaokulundan itibaren bütün eğitim müesseselerinde eğitim dili Geylik yerine İngilizce olacaktır deniyor ve oluyor. Bir nesil içinde ahalinin yüzde dok sanbeşi geylik konuşurken geylik bilenlerin sayışı yüzde otuza düşüyor. Geylik dili çobanlarda falan kalıyor.
Onlar da "Ah bizde eğitim görsek de İngilizce bilsek" diyorlar. Sonra eğitimcilerden aydın insanlardan bizim gibi sivri bir kaç adam çıkıyor. Bunlar toplanıyorlar, "Artık İrlanda'da bağımsızlık falan bitti, tarihten siliniyoruz" diyorlar ve Şinfen diye bugün hala İngilizlerle kavga eden bir gizli cemiyet kuruyorlar. İlk yaptıkları iş şehrin bütün semtlerinde gizli akşam kursları açarak millete dilini yeniden öğretmeye çalışmak oluyor. Aynen bir zamanlar Türkiye'de gizli Kur'an-ı Kerim öğretildiği gibi. Bunun uyandırdığı şuurla 1920'lerde İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Anayasaya ilk koydukları madde "buranın resmi dili Geylik'tir" ibaresi oldu. Şimdi milletlerine Geyliki öğretmek için hala uğraşıyorlar ve hala İngilizlere küfrediyorlar.
İngilizler buralarda işi öğrenmiş, sonra Hindistan Pakistan gibi ülkelerde uygulamışlar. Fransızlar onlardan kopya almış aynı usulü Cezayire tatbik etmişler. Ve alfabelerini değiştirdikleri Türkler'in dilini de değiştirmek için 1950'de girişimlere başlıyorlar. Bütün tecrübemizi uygulayalım ve Türklerin işini bitirelim diyorlar. İngilizceyi öğretirken Türklerin yok edilmesi bir tarafa, İngilizler bu işten büyük karlar da ediyorlar ve bunların hesapları o zaman yapılıyor. Osmanlının son dönemindeki misyoner okullarından birkaç tane kalmış Türk okullarında düşündükleri uygulama yok. Aslında misyoner okullarıyla mücadele etmek için kurulmuş olan benim okuduğum "Türk Eğitim Derneği Yeni Şehir Lisesi"ni Kolej yapmak istiyorlar. O zamanlar bir Türk okulunun Kolej olması tüyleri ürperten bir hadiseydi. Milli mücadele ruhu aşınmamıştı. Şimdi herkes "ah keşke" diyor. Maddi yardımda bulanacağız gibi vaadlerle alttan bir şeyler dönüyor ve bizim okul benim mezun olacağım sene Ankara Koleji oluyor. Ben Elhamdülillah dersleri Türkçe okudum. Bizi Amerika'ya, "Okusun gelsin, İngilizce kimya dersi versin" diye, yani devşirme yapmağa gönderdiler. Sonunda "giderim bunların içinden anlar gelir mücadele ederim" diye gittim. 26 yaşında profesör oldum. Türkiye'ye geldik. Okulda çocukları toplayıp bir merasim yaptılar. Bizim başöğretmen yine başöğretmen. Kendisine, "Okulumu çok sevdiğim için tarihçesini yazmak istiyorum. 1953'le ilgili belgeleri bulmak mümkün mü?" dedim. Onları sel bastı dediler. Bizim okulu Kolej yapan İngilizce öğretmeni rolündeki Mr Browning yirmi sene sonra bu işi becerdiği için İngiltere Kraliçesinden madalya aldı.
Biz gidip geldikten sonra gördük ki Anadolu Liseleri, Kolejler diye yüzlerce okul açılmış, Türkçe eğitim veren okullar gittikçe azalmış. Kalanlar da üçüncü sınıf okul muamelesi görüyor ve onlardan bir kaçış yaşanıyor. Bu okullar da yabancı dille eğitime geçmek için adeta yalvarıyorlar. Çeşitli cemaatler Kolej adı altında yabancı dille eğitim veren okullar kurmuşlar, kar da ediyorlar ama Avrupa'nın ekmeğine yağ sürüyorlar. Anadolu Lisesi lafına dikkat etmek lazımdır Anadolu kelimesini misyonerler çok severler. Kelime biliyorsunuz Türkçe olmayıp Anatolya'dan gelmektedir. Avrupa Türkiye Cumhuriyeti sözünü bile Anadolu Federasyonu olarak görmek ister. O da bir süre için.
Şimdi niyet Türkiye'de ana, ilk, orta, lise, üniversite, ne varsa hepsinin dilini İngilizce yapmaktır. Kamuoyunu elli senedir bu safhaya getirdiler. Millet, "Çocuklarımız İngilizce öğrensin" diye can atar hale geldi. Caddelerde bütün işyeri isimleri tarzanca İngilizce hale gelmiş. Gazeteleri açıyorsunuz İngilizce reklamlarla karşılaşıyorsunuz. Sonra "Boğaziçi mezunundan başkası müracaat etmesin" şeklinde ilanlar görülüyor. Amerika'daki İngiliz asıllılar reklam verirmiş, "İrlandalıların müracaat etmesine gerek yoktur" şeklinde. Özel kulüplerine kabul etmek için de "İrlandalılar ve köpekler içeri giremez" dövizi asılıymış. Türkiye'de de yakında "Türkçe konuşanlar giremez" şeklinde levhalar asmaya başlarlar herhalde.
30 senedir bunun mücadelesini veriyorum. 22 sene evvel birkaç kişiyle birşeyler yapmaya çalıştık. Kimse ne yapmak istediğimizi anlamadı. Amerika bize beyaz şapkalı kovboy adını takmış, tabii başımıza bir sürü iş geldi, sonra susmak zorunda kaldık. Son birkaç yıldır coştuk yine ortaya çıktık, bu sefer binlerce kişi anlıyor. Fakat atı olan Üsküdar'ı geçmiş Ortadoğu, Boğaziçi, Bilkent kurulmuş, altyapı hazırlanmış durumdadır. Yakın gelecekte hedef Türkiye'de Türkçe eğitim yapan hiçbir okul bırakmamaktır. Millet sömürge psikolojisine sokulduğu için buna can atar hale gelinmiştir.
Eylülde Kazakistan'a gittim. 1964'e kadar eğitim kazak Türkçesi ile yapılıyormuş. Kruşçev Rusça eğitim veren okullar açıyor ve anaokulu seviyesinden başlıyor. Şimdi bahçede oynayan ufak çocuklar Kazakça bilmiyor. Babası, dedesi çocukla kendi diliyle konuşamıyor. Yani bir iki nesilde bu iş bitiyor. Durum açıktır.
Şimdi yeni Milli Eğitim Bakanı çıkıyor: "Biz Avrupa ile bütünleşeceğiz" diyor. Sana bu yetkiyi kim verdi. Sen bu milletin isteğini mi yerine getiriyorsun diye sormak lazım. Kendileri farkında olurlar veya olmazlar, birkaç bin tane tatlısu firengi kalkıyor bu milleti satmaya çalışıyor. Dedeleri bu, kendileri şu olan alçak perişan adamlarla biz bütünleşecekmişiz. Amerikada bana "Sen Avrupalısın" derler. "Lütfen, rica ederim, bana hakaret etmeyin, estağfırullah" derim. Tabi estağfirullah'in ne demek olduğunu yarım saat izah ederiz. Çünkü İngilizce gibi yabani dilde böyle incelikler yoktur. Ve ben Asyalıyım diye böbürlenirim. Avrupalı olmamak, Avrupa'ya bulaşmamak bir şereftir. Sen Avrupa ile bütünleşecek ve onun yüzyıllardır devrede gelen kanlı mirasını üstleneceksin. Bizim destansı tarihimizde sahiplenmekten korkacağımız ne var ki faziletten başka.
Kimlik hassasiyeti açısından devletin kültür politikasında sizce hiç kaygı yok mu?
35 yıldır birçok hükümetleri tanıdım. Bunların bir kısmı sol, bir kısmı askeri hükümetti. Şu sonuca vardım: Hangi hükümet olursa olsun aynı takım, aynı işleri yapmaktadır. Kimini sol, kimini milliyetçi diye yuttururlar. Ama perde arkasında bu işleri yürütenler aynıdır. Nerden kurcalarsam karşıma çıkan insanlar aynı adamlardır. Sonra seçim meçimin Türkiye'de milleti uyutmak için yapılan sözde demokrasi görüntüleri olduğu kanaatine vardım. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, TRT gibi önemli kurumların idaresindeki insanlar icraatları açısından yapacakları iş milli olmasın da nasıl olursa olsun gayesi güderler. Yani bu insanlar özellikle seçilir ve direktifleri yerine getirmek için işbaşındadırlar.
Şimdi batı bütün bu çalışmalara rağmen gün geçtikçe gelişen Türk insanın kimliğini bulma mücadelesi içine girdiğini görüyor ve bu işi hızlandırıp üç-beş senede bitirmeyi hedefliyor.
Amerika'nın her bulaştığı yerde önce iktisadi çöküş, fırınlara hücum etme yaşanmış arkasından yabancılaşma gelmiştir. Bunlar Türkiye'de de olabilir.
O zaman sizce bağımsız bir şekilde devletten de Türk hükümetlerinden de söz etmek mümkün değil mi?
Hangi devletin hangi politikasından söz edeceksiniz. Dış siyasette, iç siyasette, eğitimde bir sürü mantıksızlık görünüyor. Biz de mantıksızlığın bile bir matematiği, mantığı vardır dedik. Temel aksiyomu, ilkeyi bulduğunuz zaman bunlar çıkar. Bu devletin 50 senedir, temel siyaseti nedir? Avrupa'ya ve Amerika'ya yalvarmaktan ibarettir. Şimdi senin temel ilken Avrupa ve Amerika'ya yalvarmak olursa senin Milli Eğitim politikan ne olur? Hiç kimse birşey öğrenmesin, herkes İngilizce öğrensin olur. Çünkü Türkçe yalvarırsanız anlamazlar. Şaka gibi anlatıyorum ama doğru bildiklerimi anlatıyorum.
Tarife bak, olaylara bak, sömürge şablonu açıkça ortaya çıkmaktadır. Siz buna istediğiniz kadar başka isimler uydurunuz, polemik yapınız. Türkiye statüsü sömürge statüsüdür.
Türkiye'de yurtdışında eğitim yapan gençlere milyonlarca dolar ayrılıyor. Siz de yakınen biliyorsunuz. Bu beklenen sonucu veriyor mu? Sonra Türkiye'nin ve İslam dünyasının bilgi çağında eşitliği yakalaması böyle mi mümkün olacaktır? Yeni bir bilim politikası üzerinde çalışıIması gerekmiyor mu?
Milli Eğitim politikamızın gayesi milli eritim politikasıdır. Artık ahmak ta olsak bu durum anlaşılacak bir durumdur. İrlanda'daki Yüksek Milli Eğitim Kurulunun benzeri olan YÖK'ün şimdiki uygulaması şöyle: Ya Avrupa'ya Amerika'ya devşirme yapmak için öğrenci gönderir, ya da dışarıdaki birçok üniversitenin buraya şubesini açar. Kapitülasyonların en kötüsü budur. Buraya açtığınız okulların ders kitaplarının tanesi 30 dolardan İngiltere'den gelir. Bunun adı da kısa gün ticareti. Zaten 20 sene önce yabancı okulların Türkiye'de açılmasından ne kadar kâr ederiz diye hazırladıkları gizli raporlarını okumuştum.
Dışarıya giden öğrencilere gelince bu iş yıllardır sessizce oluyordu. Son olarak YÖK yirmi bin kişinin dışarı gitmesine karar vermiş. Gidecekleri yer ise Japonya, Almanya, Fransa olmaz. Nereye gidecekler? Ya Amerika ya da İngiltere'ye gitmek mecburiyetindedir. Adam başı senelik otuz bin dolar masraf yapılıyor. Giden beş seneden önce dönemediği için 150 bin dolar masraf ediyor. Yirmi bin kişi birkaç milyar dolar ediyor. Peki bizim bütün üniversitelerin bütçesinin toplamı nedir dediğiniz zaman 5 senelik 60 üniversitenin bütçesi bu rakamın ancak bir parçası oluyor. Şimdi sen bütün kaynaklarını İngiltere'ye ve Amerika'ya hibe ediyorsun. Amerika'da birçok dalda, hele hele teknik dallarda kimse para vererek doktora yapmaz. Araştırması yapılacak şirketler doktora çalışmasına para verirler. Şimdi bizimkiler onların işini yapıyorlar onlar doktora çalışması yapan Türk talebeye para vereceğine bizimkiler para ödüyorlar. Böylece Amerikan üniversiteleri bizim gibi sömürge ülkeleri yaşatıyor.
Amerika'da çalıştığım üniversite yöneticileri Üniversitenin kaynakları azaldı, doktora talebesi alamıyoruz diye yakınıyorlardı. Kendilerine siz üzülmeyin, bize ettiğiniz büyük iyilikler karşılığında Türkiye size Türk Marshall planı uyguluyor, binlerce talebe gelecek dedim. Aman bize de gelsin dediler. Size de bir kaç tane göndertiriz dedim, benim üniversitede itibarım arttı, dekanlar filan etrafımda dolaşmaya başladı.
Bizde plan, program, hedef, beklentiler hiç birisi yok. Orada görülecek eğitimle şöyle bir kalkınma olsun, şu teknoloji gelişsin gibi düşünceler yok. Buradan giden Türk talebeler yarım yamalak bir tahsil görecekler, onların işine yardımcı olarak sonra buraya dönecek ve burada kurulan üniversitelerde İngilizce eğitim yaptıracaklar.
Sorunuzda bilgi çağını yakalama idealinden bahsediyordunuz. Aslında kastedilen bilgi çağı değil de bileşim çağı yani bilgi-işlem, bilgisayar çağıdır. Millet Türkçe'yi unutmaya başladığı için yanlış tercüme etmişler. Bilgi çağı her zaman bilgi çağıdır. Her devir bir bilgi çağıdır. Bunların demek istediği "Bilgisayar çağı" deyimidir ve bir pazarlama oyunudur. Bol miktarda bilgisayar satacaklar. Yazılımlar Amerika'dan gelecek buradaki alıcıların beyinlerini televizyonla sinemayla yıkadıkları yetmiyormuş gibi bir de bilgisayarlarla yıkayacaklar. Onlar oradan CD-Room, disket filan gönderecekler, gönderilmesini hazır lop-bekleyen kitleler film gibi gelenleri takip edecekler. Yeni yeni mesajlar geçecekler, kendilerine bağımlı, Amerikan kültürü verdikleri nesiller yetişecek, iki taraflı ve çirkin bir pazarlamadır bu. Amerika kendi menfaat için en vahşice uygulamadan tutun en ince propaganda malzemelerine kadar herşeyi kullanıyor. İşin acı olan tarafı bizim insanımızın bu oyuna bile bile alet edilmesi, harcanmasıdır.
Bilgisayar çok dehşet bir alet. Biz doğduğundan beri bu aleti kullanıyoruz. Amerika'da ortada hiç birşey yokken en büyük programları yazdık. Bu bilgisayardan mutlaka istifade edilmesi gerekiyor. Ama bilimsel işler için bilgisayar programlamayı bilen Türkiye'de kaç kişi var.
Bu yapılan acı işlerle bırakın bilgisayar çağını yakalamayı sizin sömürge oluşunuz perçinleşiyor, tarihten adınız filan silinmeye başlıyor. Bu noktada hangi bilim politikasını takip etmek gerekir sorusu filan lüks kalmaya başlıyor. Sen tarihten silinmek üzeresin, bu söz kel başa şimşir tarak gibi bir söz oluyor.
İrlandalı aydınların yaptığı gibi bu bağımsızlık mücadelesi yine eğitimle yapılacak bir şey değil mi?
Elbette. Ama bu elli yıllık eğitim zorbalığına rağmen alttan Türk insanının kendi kültürü, İslamlaşma yeniden yeşerdi. Mücadele bununladır. Birkaç sene içinde bu vakıflara, özel okullara içtimai çalışmalara el atacaklar. Zaten Türkiye'de İslami çalışmalar yapan insanlar bile İngilizce eğitim veren özel okullar kurmaya başlamışlar. Kendi bindikleri dalı kesiyorlar. Bunun önüne geçilmesi lazımdır.
Dünyanın yarısından fazlası kendi dillerinde bilimsel çalışmalar yapıyor. Zaten İngilizce bilimsel çalışma yapmaya yetecek bir dil değildir. İngilizce'nin önemi bilimsel manada gittikçe azalıyor. Bizim buradaki ayarlı kulüpçüler "Yok efendim Uluslaşası dil İngilizce olduğu için eğitim İngilizce yapılmalıdır İngiltere'de ve Amerika'da yapılmalıdır" diyorlar. Aynen İrlanda'daki İngilizlere satılmış insanların yaptığı propagandayı yapıyorlar. Gaye herkes İngilizce öğrensin başka birşey öğrenmesindir. Amerika'ya, İngiltere'ye İngilizce bilen hamal lazımdır. Sonra herkesin bildiği bilgi de kuvvet olmaktan çıkar. Amerika'da çöplüklerde yaşayan milyonlarca insan İngilizce biliyor ne oluyor. Türkiye ayda on milyon maaşla bir okula İngilizce okutman alınacak deniyor binlerce insan müracaat ediyor.
Yeni bir bilim siyasetimizin, araştırma siyasetimizin olması için yeni bir eğitim siyasetimiz olması lazımdır. Onun olması için yem bir dış siyasetimiz olması lazımdır. Eğer bizim en temel politikamız Avrupa'ya yalvarmak ve yamanmaksa her şey son iki yüzyıldır, üç yüzyıldır gerçekleştiği gibi gerçekleşir. Bizim hastalığımız, başağrısı değildir, aspirinle filan iyileşmez. Kanser olmuşuz, ameliyat ediliriz de düzelirsek olur yoksa tekrar şahsiyetli bir millet olarak ayaklarımızın üstünde dikilme imkanımız yoktur.
Şimdi aydınlar diye bilinen kesim Batı'ya gidip büyülenip geliyor. Bunlar neden büyüleniyor da siz ezilmediniz, aşağılık duygusuna kapılmadınız, siz batıda neler gördünüz?
Türkiye'de batı hayranlığı ve batı uşaklığı yapan adamların çoğu Amerika'da bir veya bir kaç sene kalmıştır. O ülkeyi, insanını, ülkenin hedeflerini tam ayırt edememiştir. Dikkat ettim böyle az kalanlar noel, paskalya gibi bayramlarda kilisenin ayarladığı bir takım ailelerin evlerine davet edilir. Baloya götürülür, kızlarla tanıştırılırlar. Onlar ibiş ibiş bakınıp gelirler.
Amerika'yı tanımak için şöyle kenar mahallelere gitseler, oralardaki çöplükleri, mezbelelikleri, insanların sefaletini görseler zengin gözlemlere sahip olurlar.
Sonra bu işler gelişti. Üniversitede iken gelecek vaadeden gençlere çengel atarlar. "Gel seni bizim gençlik koluna veya derneğe üye yapalım bir daha sırtın yere gelmez, ileride bakan da olursun" derler. Zaten genelde ayarladıkları adamları gönderirler. Ama imalat hataları olmuyor değil.
Ben ilk-orta-lise eğitimim tamamıyla Türkçe olarak yaptım. O zamanlar divan edebiyatı, tasavvuf edebiyatı filan okuduk. Şimdi Anadolu lisesinden ve Kolejden bir öğrenci gönderirseniz farklı sonuçlar çıkar, çünkü temeli kötüdür.
Bizim temellerimiz sağlamdı. Eğitim hayatinin talebe açısından altın çağları orta öğretim yıllarıdır. Bu yıllar mutlaka Türkçe eğitim verilmeli ve öz kültürümüz yedirilmelidir. Ayrıca benim korunmamda Karacabey ailesinden gelmiş olmamın etkisi olabilir. Biz kale diplerinde dedelerimizin türbelerinin yanında oynayarak büyüdük.
Efendim Oktay Sinanoğlu liseyi bitirip sizin yanınıza gelmiş olsa ona ne tavsiye ederdiniz?
Ona derim ki İngilizceyi çok istiyorsan yaz kursunda filan öğren, ama önce sen kendi kültürünü, tarihini, kimliğini tanımak için okumalı, araştırmalar yapmalısın. Bilim teknik konusunda yetişmek istiyorsan zehir gibi matematik bilmelisin. Çünkü bilim dili matematiktir. Ayrıca yalnız aklını değil gönlünü de eğitmeyi unutma derim .
Batı toplumlarında ciddi bir ahlak problemi var. Kimi bilim adamları da bunu dile getiriyor. Bir ruhi duyumsuzluktan, tatmin olamamaktan bahsediliyor. Ve onu batılı insan Uzakdoğu dinlerinde para psikoloji, transandantal meditasyon gibi alanlarda aramaya başlıyor. Bu arada tasavvuf da ilgi alanına giriyor. Bu konuda ne gibi gözlemleriniz var?
Batı insanının zengin olanı da fakir olanı da tamamen bir boşluk, bir arayış hatta mutsuzluk içinde. Ve o insanlar başka bir alternatif, yani hayatın daha güzel, mutlu yaşanabileceği bir seçenek bilmiyorlar. Sanayi toplumu olunca en iyisi yapılmış olur zannediyorlar.
Almanca konuşan ülkelerin bütün eğitimcileri İsviçre'ye toplanmışlar. Beni de çağırdılar. Konu, Gençliğimizi nasıl kurtaralım? Ben de bunlara adını koymadan tasavvufi hayattan, veli insanların güzel nasihatlerinden bölümler aktardım, peşimi bırakmamaya başladılar.
Avrupa ülkelerindeki doyumsuz gençlerin ruhlarını tatmin etmek için Uzakdoğu dinlerine, transandantal meditasyon arayışlarına girmesi normal. Ama bizim Boğaziçi Üniversitesindeki gençler de bu çalışmalara katılıyorlarmış. Hayret ettim. Transandantal Meditasyonun filan aslı bizde tasavvuf ile var. Fakat tasavvuf müesseseleri tekke ve zaviyeler kanunla kapatılmış insanımız kültürel genlerindeki şifa kaynaklarını bırakmış, sahtesinin peşine düşüyor. Çok garip bir ülkede yaşıyoruz.
Burada aklıma gelen çarpıcı bir misali de vermek istiyorum. Bütün dünyada evlenme töreninin dini olmadığı bir ülke vardır. O da Türkiye'dir Birkaç düğüne gittim, çok garipsedim. Yani düğünde miyiz, cenaze töreninde mi belli değil. Defterler açılmış herkes soğuk soğuk dikiliyor. Rusya'da bile evlilik dini merasimle olur kardeşim.
Tasavvuf gönül mektebidir. Batı dünyası da anladı ki akılla bir yere varılmıyor, yani bir şeyler eksik kalıyor. Her iki dünyamızın da mamur olabilmesi için bir formül vardır, "bilim+gönül+dil" diye. Bizler gönlümüzü zenginleştireceğiz, gönlümüzü zenginleştirecek müesseseleri açacağız, hayat tarzı batının yörüngesine girmiş insanımıza ulaşacağız, sonra da o aklıyla her şeyi başarmaya çalışıp aciz kalan ızdırap içindeki batı insanına elimizi uzatacağız. Tarih bizlerden bu vazifeyi bekliyor.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 122