Türkiye'nin En Büyük Şansı!
İslâm toprağı olarak Anadolu, yetiştirdiği ürünlere ve beşiklik ettiği medeniyetlere eş, bağrından çıkan arı-duru ve diri gönüllerle bereketlidir. Devir devir, yöre yöre bu arı-duru ve diri gönüllerin, bir başka ifadeyle, Anadolu’nun mânevî dinamikleri olan bu saygın önderlerin, çevrelerinde oluşturdukları ilim-irfan halkalarında, sohbet meclislerinde pişmiş erdemli kişiler, sözünü ettiğimiz bereketin göstergeleridir.
Yunus Emre’ler, Mevlânâ’lar, Edebâli’ler, Hacı Bektaş’lar, Hacı Bayram’lar Ak Şemseddinler, İbrahim Hakkı’lar gibi ünü ve etkisi dünyayı tutmuş olanların yanında, bulundukları yörelerde ışık ve başvuru kaynağı olmuş arı-duru gönüller, hep Anadolu toprağının gerçek zenginliğini temsil etmiş ve etmektedirler.
Belli zaman aralıklarıyla yerleşim birimlerinde gerçekleştirilecek bu yöndeki tespitler, büyük çoğunlukla yörelerimizin böylesine arı-duru gönüllere ve gönüllülere yeni yeni isimler ekleyecektir.
Yörede sevilen, ülkede bilinen, yer kürede tanınan, gerçek durum ve mevkileri ancak Yüce Yaratıcı’ya malum olan bu diri ve arı-duru gönüller, olayların akışına ve hayatın telaşına aldırmadan sürekli hak ve hakikat çizgisinde sâbit kadem olmaya ve bu açıdan çevrelerine kılavuzluk yapmaya devam etmişlerdir.
Ulemânın kalemiyle, umerânın ferman ve yasalarıyla etkilediği toplumu, onlar engin, dingin ve sıcak gönülleriyle ısıtmış, kemâl ve kıvam bakımından etkilemişlerdir. Salihlerin sohbetleri hayat öpücüğü gibi bireylere gerçek anlamda dirilik ve duruluk kaynağı olmuştur.
Milli şârimiz Mehmet Âkif merhumun Safahat’ta ısrarla vurguladığı gibi ma’rifet, fazilet ve sa’y ü gayret, eğer toplumların vazgeçilmez, olmazsa olmaz erdemleri ve gelişmişlik sebep ve göstergeleri ise, hiç kuşkusuz bunlar, arı-duru ve diri gönüllerin muhabbet halkaları yoluyla etraflarında geliştirdikleri olumlulukların da esasını teşkil eden güzellik ve meziyetlerdir.
Bilgili, erdemli, ilkeli, ölçülü ve gayretli, yani gelişmeye, yüceliklere açık ve istekli kişiler, salah şartlarını daha önceden yakalamış sulehâ ve fudalânın, bizim ifademizle arı-duru gönüllerin eseridirler. Zira ma’rifet, fazilet ve sa’y ü gayret seralarda yetiştirilemez, pazardan satın alınamaz. Bunları ancak marifetli eller, faziletli diller ve hâlis gönüller, yani bilen, bildiğiyle amel eden ihlaslı (âlim, âmil ve muhlis) önderler eğitip yetiştirebilirler.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan Büyük Türkiye Rüyası’nda (bk. s. 32) aziz milletimizin, müslümanlıkla şereflenmesinden sonra topraklarımızı fethedip koruyan gâzi tipini ve topraklarımızda barışı, huzuru sağlayan veli tipini meydana getirdiğine dikkat çeker. Arkasından “Ben, Anadolu’yu köy ve kasabalarından çıkan, bir Anadolu gencinin bütün mahrûmiyet ve ıstıraplarını yaşayan, fakat yılmayan, kültüre büyük değer veren, okuyan, üniversiteyi bitiren, müsbet münasebetler kuran, bütün kalbini ve zekâsını kullanarak çevresini yavaş yavaş değiştiren bir insan tipi tahayyül ediyorum” der ve nihâî kanaatini de “Türkiye’nin ihtilâllerle değil, bu tip insanlarla kalkınacağına inanıyorum” diye ortaya koyar.
“Ülkemizin büyük bir şansı” olarak değerlendirilmesi gerekli -yukarıdan beri sözünü ettiğimiz- bu arı-duru gönüllerin, bulundukları yer ve yörelerde gerçekten insanî ve İslâmî değerler açısından gözle görülür bir gelişmişliğe ve farklılığa sebep oldukları açık bir gerçektir. Böylesi önderlerden mahrum kalmış yöre insanlarının ise tam bir sosyal başıbozukluğu, bozgunu, gönül kirliliğini ve ahlâkî yozlaşmayı -bilerek veya bilmeyerek- paylaşmak zorunda kaldıkları da acı bir gerçektir.
Açıkçası, sözünü ettiğimiz olumlu- olumsuz sosyal durumun yaygınlığını etkileyen sebeplerin başında toplum önder ve rehberlerinin olgunluk/kemal seviyeleri gelir. Gerçekten belli bir salah seviye ve kalitesine sahip olmadığı halde konuya ait toplumdaki ihtiyacı kötüye kullanan istismarcı ve fazilet yoksunu kimselerin sebep oldukları olumsuzluklar -ne yazık ki- “derin bir talihsizlik” olarak kaydedilmelidir. Toplum içinde kendi hata ve günahlarına ek olarak iyilerin de kötülenmesine vesile oldukları için bu tür insanların sorumluluk boyutları ve veballeri oldukça büyüktür. “Bir kötünün yedi köye zararı vardır” sözü, herhalde asla leke kabul etmeyen manevi gelişim ve gönül temizliği çalışmalarında çok daha derinlikli dikkat ve titizlik uyarısı niteliğindedir. Böylesi bir dikkat ve titizlikten, bilgi ve bilinçten uzak kimseler, bilgisizce yaptıkları telkinler ile hem sapan hem de saptıran (dâll ve mudıll) rolünü -ve tabii vebalini de- üstlenmiş olacaklardır.
Öte yandan her alanda olduğu gibi gerekli kıvam ve kaliteye, salah ve kemale sahip olmayan insanların, özelde kendi alanlarında, genelde yeterli bilgi, bilinç ve ayırım gücüne erişmemiş toplum kesimleri nezdinde sonu gelmez eleştiri ve ithamlara zemin hazırladıkları bilinmektedir. Bu olumsuz durum, hem kendi çevrelerinin üzülmesine hem de karşıt çevrelerin dedikodu yapmak ve ithamlarda bulunmak suretiyle günaha girmesine vesile olmaktadır. Herhalde böylesi bir vebali üstlenmekten kurtulmanın yolu, ehliyet ve liyakat sahibi olmadığı işlere girmekten uzak durmaktan yani haddini bilmekten geçer. Toplumun bilinçsiz rağbeti ve sahanın denetimsizliği manevi önderlik konusunda kimsenin iştihasını kabartmamalıdır. Çünkü işin, dünyaya yönelik tarafından çok daha ağır ve dehşetli bir de âhiret boyutu bulunmaktadır.
Nasıl “bir kişinin hidayetine vesile olmak, dünyalara sahip olmaktan önemli ve iyi” ise, bir Müslümanın doğru yoldan uzaklaşmasına inanç ve amel bakımından sapkınlıklar içine dalmasına sebebiyet vermek de şeytanca bir iş yapmak anlamına gelecektir.
Salih, sâdık ve âlim önderlerin ya da bu niteliklere sahip arı-duru gönüllerin rehberliği, toplumumuzun ve ümmet-i Muhammed’in saadet-i dâreyn yolculuğunu kolaylaştıracak soylu bir kılavuzluktur.
Kitap ve Sünnet çizgisinde bir hayat rehberliği anlamındaki böylesi bir kılavuzluğun sürekli gündemde olması, yapısal ve işlevsel anlamda bu ümmetin hem köklü bir ihtiyacı hem de büyük bir şansı ve bahtiyarlığıdır.
Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Şubat 2015, 348. Sayı