Türkiye’nin Güvenliğine En Büyük Darbe

İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Yrd. Doç Dr. Talha Köse, Suriye'deki son gelişmelerin Türkiye'nin iç güvenliği açısından taşıdığı tehlikeleri değerlendirdi.

Suriye’de rejim güçleri, Rusya’nın hava bombardımanı ve PYD/YPG’nin karadan desteği ile Azez hattına yaklaştı. Bu gelişme Suriye’deki muhalif güçlerin direncini büyük ölçüde azalttı. Rejim güçleri ve PYD ise Halep’te demografik mühendisliğe hazırlanarak Halep’in kuzeyindeki bölgeyi tamamen ele geçirme gayreti içerisinde. Halep’in tamamen rejim güçleri ve PYD’nin kontrolü altına girmesi ise Suriye’deki iç cengin büyük ölçüde ılımlı muhalefetin mağlubiyetiyle sonuçlanmasına sebep olacaktır. Suriye’nin geleceği planlanırken Türkiye açısından kabul edilebilir senaryolar ihtimâl dışı hâle gelecektir.

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE EN BÜYÜK DARBE

Bütün bu olumsuz gelişmelerde, sahada doğrudan ve vekilleri aracılığı ile cenk eden İran ve Rusya’nın yanı sıra, Türkiye’nin güvenliğini hiçe sayan ABD ve maliyetsiz bir şekilde Suriye krizinden sıyrılmaya çalışan AB’nin de büyük rolü olmuştur. Hatta Türkiye açısından en olumsuz senaryo, yani Türkiye’nin sınır hattının PYD’nin eline geçmesi, ABD himâyesinde olmuştur. Bu açıdan Türkiye’nin güvenliğine en büyük darbeyi vuran, Türkiye’nin “müttefik olarak” bildiği ABD yönetimi olmuştur. Üstelik bu zararı verirken fazla da bir bedel ödememiştir. Türkiye her zamanki gibi müttefiklerine en fazla ihtiyacı olduğu bir devirde “müttefiklerini” yanında değil karşısında bulmuştur.

Türkiye cengin başından beri revizyonist bir aktör olarak, Suriye’deki karışıklıktan istifade edip toprak kazanmaya çalışmadı veya Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozacak bir anlayış içerisinde olmadı. Bu yaklaşımı Türkiye’nin Suriye’de maceracı hamleler yapmasının önüne geçti. Hatta iç cengin başlarında, 2012'de ABD, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi beklentisi içerinde oldu. Suriye iç cenginin başından beri cengin dışında kalmaya çalışan ve insani krizin yönetilmesine odaklanan Türkiye, bir yandan da kendi sınır hattının kendisi için güvenlik tehdidi oluşturacak unsurların eline geçmemesine çabaladı. PYD’nin, Rus hava desteği ve rejim güçlerinin yerden desteği ve ABD’nin silah desteği ve diplomatik çabaları ile Kuzey Suriye hattındaki kazanımları, Suriye’yi artık Türkiye’nin bir iç güvenlik sorunu hâline getirdi. Türkiye’nin bundan sonra bu krizin dışında kalması oldukça zor.

RUSYA’NIN MÜDAHİL OLMASI, GÜVENLİK RİSKİNİ ARTTIRDI

Rusya’nın Suriye’ye girmesi ile Türkiye açısından Suriye’ye bakış konusunda yapısal bir değişiklik yaşandı. Rusya sahada ılımlı muhalifleri ve Türkleri bombalayarak YPG’nin sahada ilerleyişine alan açtı. Bunu yaparken Türk hava sahasını da defalarca ihlâl etti. Türkiye’nin, sınır ihlâli yapan Rus jetini düşürmesinin ardından ise Türkiye’yi doğrudan tehdit edebilir konuma geldi.

Terör örgütü PKK ise Suriye’nin kuzeyinde bir jeopolitik derinlik kazanmaya başladı. Böylesi bir kazanım, Türkiye açısından kalıcı bir güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Üstelik Türkiye’nin, Ortadoğu’nun geri kalan kısmı ile doğrudan irtibatı da kesilmektedir. Bu da Türkiye açısından ciddi bir vizyon daralması mânâsına gelecektir. Türkiye’yi ekonomik ve kültürel olarak Anadolu’ya hapsetme çabası, Türkiye’nin bölgedeki rakipleri kadar, müttefiki saydığı ülkelerin de girişimleri ile oluşmaktadır. Bu cendereyi kırmaya çalışmak ise Türkiye’nin en tabii hakkıdır. Ancak Türkiye açısında askeri yöntemler kullanmadan soruna müdahil olma imkanı neredeyse kalmamıştır. Türkiye'nin bu açıdan krize müdahil olmamak için müttefiklerinin diplomatik desteğine ve kendi güvenlik kaygılarını anlayarak destek vermelerine daha fazla ihtiyacı vardır. ABD, maalesef böylesi bir anlayış içerisinde değildir.

ILIMLI MUHALEFETİN YENİLMESİ, RADİKALLEŞME DALGASI OLUŞTURACAK

Suriye’de direnişin kırılması veya yenilmesi, Suriye’de ve Ortadoğu’nun genelinde yakın zamanda bir düzen oluşturulacağı anlamına gelmez. Tam tersine ılımlı muhalefetin yenilmesi, seçenek olarak daha radikal hatta terörist olarak kabul edilen unsurların sahada yalnız kalmaları anlamına gelecektir. Ilımlı muhalefetteki silah ve askeri birikimin de kısa sürede DAEŞ ve Nusra’ya veya oluşabilecek yeni ve daha radikal unsurlara taşınması pek sürpriz olmayacaktır. Suriye’de demografik mühendislik yapanlar, yakın zamanda daha farklı sorunlarla yüzleşeceklerinin farkına varmak durumundadır. ABD ve AB’nin ise direniş hattının kırılmasının nihai sonuçları konusunda kapsamlı bir planlama yapmış oldukları oldukça şüphelidir. Suriye ve Irak’ta günü kurtarmaya yönelik hamleler daha büyük sorunlar üretecektir. Bu açıdan Suriye ve Irak’ta kalıcı bir istikrar sağlanmak isteniyorsa Ankara’nın desteği önem arz etmektedir. Ankara Suriye iç cengine sahada doğrudan müdahil olmamıştır ama Suriye ve hatta Irak’ta istikrar ancak Türkiye’nin sahada barış inşâsı konusundaki katkıları ile olabilir.

ABD’li ve Avrupalı dostlarımız şunu bilmelidir ki, Batı Suriye’de devam eden kriz içinde, Türkiye’yi tehdit eden terör örgütlerine siyasi ve askeri destek verme konusunda ısrar ederlerse DAEŞ ve diğer radikal terör örgütleri ile mücadelelerinde Türkiye’yi yanlarında bulamazalar. Yalnız Türkiye’yi değil, Türkiye ile ortak çıkarları bulunan diğer Sünni devletleri de kendi istedikleri şekilde pozisyon almayabilirler. O zaman mücadelelerinde yer almak isteyecek İran, Hizbullah, Şii milis grupları ve kendilerine uluslararası meşruiyet arayışı için olan otoriter rejimler gibi taraflar ise bastırmak istedikleri şiddetin birincil derecede kaynaklarıdır. Bu durumda kendilerini daha karmaşık ve çelişkili bir tablo ile karşı karşıya bulurlar. Kısa vadeli taktik işbirlikleri ve Türkiye’yi kıstırma çabaları, uzun vadede ters teperek daha büyük zararlara uğramalarına sebep olabilir. Suriye meselesini Türkiyesiz hâlledebileceklerini düşünebilirler ancak Ortadoğu’da kalıcı barışa, ki bu belki de on yıllar süren bir çaba sonrası ortaya çıkabilir, Türkiye’nin desteği olmadan ulaşmaları oldukça güç.

KRİZİN BİR SONRAKİ DURAĞI

Rusya, Halep üzerinden bir yandan demografik yapıyı bozmaya çalışırken diğer yandan Avrupa üzerinde sığınmacı baskısı oluşturmaktadır. Bu hamlesi ile AB’yi aciz bırakarak dağılmamasını sağlamayı ummaktadır. Dün Gürcistan, Ukrayna, bugün Türkiye’yi taciz ve tehdit eden Rusya’nın bir sonraki hedefinin Baltık Denizi, Doğu Avrupa ve Transdinyester bölgesi olacağını öngörmek hiç de zor değildir. Hatta yakın zamanda Balkanlarda, Rusya’nın bazı milliyetçi Sırp unsurları kışkırtması ile yeni bir çatışma dalgası ile karşı karşıya gelebilirler. Rusya’yı dizginlemenin yolu, kendileri için stratejik değeri olmayan Suriye’de oyalamaya çalışmak, Rusya’nın burada daha da fazla meşgul olmasını sağlamak değil büyük resme odaklanarak kendi müttefiklerine sağlam ve inandırıcı destek vererek bir sonraki maceraya sürüklenmekten alıkoymak olacaktır. Bugün bu desteği vermezlerse, sonraki krizlerde işbirliği yapabilecekleri müttefikleri aynı istekte ve motivasyonda bulamayabilirler.

Rusya, Suriye’deki hamlesi ile birçok hedefine aynı anda ulaşmaya çalışmaktadır. Bu sebeple de artan bir şekilde risk almaktadır. Rusya’nın bu kadar rahat bir şekilde risk almasının sebebi ise karşısındaki aktörlerin birlik olamamaları ve herkesin kendi riskine odaklanarak kendilerini doğrudan etkilemeyen meselelere ses çıkarmamalarıdır. Bu konuda Obama yönetiminin liderlikten kaçınmasının da büyük rolü vardır. ABD ve AB, önümüzdeki devirde yeni ortaya çıkacak kriz alanlarındaki riskleri yönetebilmeleri için Türkiye ile işbirliği olanaklarını daha fazla zorlamalıdırlar. Bu konudaki en büyük sorun ise özellikle ABD ve AB ülkelerindeki liderlerin vizyon eksikliğidir. Günü kurtarma yaklaşımı dünyayı çok daha içinden çıkılmaz krizlere sürükleyebilir.

Kaynak: AA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.