Türkiye’nin İlk Yerli Uçağının Hikayesi

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yerli uçağını üreten Baştayyareci Vecihi Hürkuş, uçağını 28 Ocak 1925’te gök maviyle buluşturmuştu. Baştayyareci’nin kaleminden ilk yerli uçağın hikayesi.

Türkiye’nin ilk yerli uçağını yapan ve bu uçakla ilk ve tek uçuşunu 28 Ocak 1925’te gerçekleştiren Vecihi Hürkuş, Türk havacılık tarihine imza attığı günün hikayesini o yıllarda yayımlanan bir dergiye verdiği yazısında anlatmış.

Türk havacılık tarihinde pek çok ilke imza atan Vecihi Hürkuş, pilot olarak ilk uçuşunu 21 Mayıs 1916 tarihinde henüz 20 yaşındayken yaptı. Hürkuş, tayyarecilik tahsilini bitirir bitirmez atandığı Kafkas Cephesi’nde ilk Rus uçağını düşürdüğünde ise henüz 21 yaşındaydı.

Gök maviye aşıktı. Bu tutkusu vatana aşkıyla perçinlenen Vecihi Hürkuş, tüm ömrünü vatanı ve havacılığın gelişimine adadı. İnsanların aya ayak basmak üzere dünyadan ayrıldığı gün olan 16 Temmuz 1969’da hayata gözlerini yumduğunda, geride bir insan ömrüne sığması imkansız gibi görünen başarılar ve havacılık alanında gelecek nesillerin mutlaka izlemesi gereken bir yol haritası bıraktı.

BAŞTAYYARECİ’NİN KALEMİNDEN VECİHİ K6 UÇUŞU

Türk havacılık tarihinde 30’dan fazla ilke ismini yazdıran Vecihi Hürkuş, Türkiye’nin ilk yerli uçağını da yaparak bu uçağın ilk ve tek uçuşunu gerçekleştirdi. Baştayyareci Vecihi Hürkuş, 28 Ocak 1925’te İzmir’de gerçekleştirdiği uçuşun öyküsünü, o yıllarda yayımlanan Resimli Ay Dergisi’ne anlatmış.

“İlk Türk tayyaresini nasıl yaptım ve nasıl taltif edildim” adlı yazısında küçük yaşlardan itibaren makineyle meşgul olduğunu, bu nedenle uçak yapabileceğine dair kendisine çok güvendiğini belirten Hürkuş, o günlerde yaşadıklarını şu kelimelerle anlattı:

“Uzun müddet tereddüt devresi geçirdim. Nihayet arkadaşlarımın teşvikiyle bir tecrübe yapmaya karar verdim. Geceli gündüzlü çalışarak elimizde mevcut tayyarelerden tamamen farklı, onlardan daha basit, fakat sürat ve mukavemet itibarıyla onlardan üstün yeni bir proje vücuda getirdim. Bu projeyi hayata geçirmek için Kuvayı Havaiye Müfettişliğinin tasvip etmesi lazımdı. Projemi müfettişliğe verdim ve müsaade ettikleri takdirde bu proje dahilinde yeni sistem bir Türk tayyaresi yapabileceğimi bildirdim. Müfettişlik, projemi, eski bir tayyareci olan fen memuruna tetkik ettirdi. Fen memurluğu projeyi onayladı. Tayyarenin inşasına müsaade edildi. Hayatımda o gün kadar mesut olduğumu hatırlamıyorum. Büsbütün yeni sistem bir tayyare yapacak, memleketime yeni bir şey hediye edecektim. İstikbalde tayyarenin oynayacağı mühim rolü herkesten iyi bildiğim için bu hediyenin ileride kıymet-i takdir edileceğine kani idim. İnşaata başlamak için icap eden malzemeyi verdiler, derhal faaliyete geçtim.

Gövdeyi yaptık, ayakları taktık. Kuyruğunu bitirmek üzereydim. Muvaffak olmak ümidiyle gece sevincimden uyku uyuyamıyor, gündüz yorulmak bilmez bir faaliyetle çalışıyordum. Artık 5-10 güne kadar tayyare bitecek, eserim tamam olacaktı. Bu sırada fen memuru istifa ediyordu. Bunun üzerine tayyarenin inşası ertelendi. Bu karar beni ta kalpgahımdan vurdu. O gün beynime bir kurşun sıksalardı bu kadar müteessir olmayacaktım. Bu kadar meşakkatle dayandıktan sonra, bu kadar ümide düştükten sonra birdenbire tamam olmak üzere olan eserimi topraklar üzerinde terk edip çekilmek bana çok acı geldi. Günlerce tayyaremin yanına gittim, eserimin yavaş yavaş ölüşüne şahit oldum. Ölüme mahkum hasta çocuğu yanında ağlayan bir baba vaziyetindeydim. Eserimi bitirmeme rağmen müsaade etmiyorlardı.”

“IZDIRABIMDAN ÇILDIRACAK HALE GELMİŞTİM”

Vecihi Hürkuş, bütün cesaretini toplayarak müfettişliğe başvurduğunu belirttiği yazısında, bu girişiminin ardından uçağın yapımına devam etmesine izin verildiğini kaydetti.

Bunun üzerine kanatları hazırlayıp motoru taktığını belirten Hürkuş, “Tayyarem tamam olduğu gün dünyanın en büyük kaşifi kadar mesut ve bahtiyardım.” ifadelerini kullandı.

Bu süreçte ikinci engelle mücadele etmek zorunda kaldığını anlatan Hürkuş, yazısına şöyle devam etti:

“Müfettişlik, tayyarenin tecrübesine müsaade etmiyor, bir defa Heyet-i Fenniye tarafından tetkikine lüzum gösteriyordu. Tayyareyi ben yapmıştım, üzerinde ben uçacak, hayatımı ben tehlikeye koyacaktım. Ben ne kadar sabırsızlanıyorsam, onlar o kadar soğukkanlılık gösteriyorlardı. Heyet-i Fenniye tayyareyi tetkik etti. Uçmasına mani bir kusur görmedi fakat tecrübe yapılmasına da müsaade etmedi. Tetkikat bir aydan fazla sürdü. Bir türlü karar verilmiyor, tecrübe yapmama müsaade edilmiyordu. Izdırabımdan çıldıracak hale gelmiştim. Ben tayyaremden emindim. Muvaffakiyetle uçacağımdan zerre kadar şüphem yoktu. Bunu Heyet-i Fenniye’ye fenni delillerle ispat etmiştim. O halde neden bu eserimin tecrübe edilmesine müsaade etmiyorlardı. Artık tahammülüm kalmamıştı. Bir gün gizlice tayyaremi meydana çıkardım, motoruna gaz doldurdum, üzerine atladım ve makineleri tahrik ederek havalandım. Yükseldikçe ruhum açılıyor, muvaffakiyetimden ciğerlerim şişiyordu. Eminim ki ilk tayyareyle uçan mucitler bile bu kadar derin bir zevk duymamışlardır. İşte altımdaki makine aları şadman eden gürültülerle ilerliyor, semadan bütün cihana muvaffakiyetimi ilan ediyordu.

Tayyarem yükselir yükselmez karargahta bulunanlar hemen meydana koşmuşlar, ansızın havaya yükselen bu tayyarenin hangi tayyare olduğunu tetkike koyulmuşlar, nihayet benim uçtuğumu anlayınca merak içinde beni beklemeye başlamışlardı. Ben yere iner inmez arkadaşlarım etrafımı aldılar. Muvafakkiyetimi tebrik ettiler. Fakat biz asker olduğumuzu unutmuştuk. İçimden gelen hisse mukavemet edemeyerek verilen emir hilafına tecrübeye kalkışmış, müfettişliğin emrini dinlememiştim. Müfettişlik derhal bir emri vaki ile on gün hapse ve yarım maaşımın katına karar verdi. Mektep sıralarında iken aldığımız terbiye bize ya mükafatla ya da cezayla karşılanacağını öğretmişti. Benim muvaffakiyetim cezayla mükafat görüyordu. Bu icadımdan dolayı bir ikramiye ile taltif edilmem lazım gelirken, 10 gün hapse mahkum olmuştum. Fakat bu ceza artık benim için ehemmiyetini kaybetmişti. Ben tecrübemi yapmış ve tereddütler içinde bulunan Heyet-i Fenniye’ye tayyaremin mükemmeliyetini tasdik ettirmiştim. Benim için en büyük mükafat buydu.”

UÇAĞIN İNİŞİNDE KURBAN KESİLDİ

Tayyareci Vecihi Hürkuş Müzesi Derneği Başkanı Bahadır Gürer, K6 uçağının Vecihi Hürkuş’un 16 uçak projesinden birisi olduğunu söyledi.

Hürkuş’un bu projelerden bazılarını hayata geçirdiğini belirten Gürer, bazılarının ise bugün sadece isminin bilindiğini ellerinde bu projelere ilişkin bilgi bulunmadığını kaydetti.

Yapımına 1923’te başlanan ve 1924’te tamamlanan K6’da, Yunanlıların İzmir’den çekilirken geride bıraktıkları hava gücünün malzemelerinin kullanıldığına işaret eden Gürer, şöyle konuştu:

“Çok uzun bir süreç oluyor. İşlerden anlayan kimse yok. Marangozlarla çalışıyor. Ahşap ve bezden bir uçak imal ediyorlar. Yapımının uzun sürmesi nedeniyle uçak daha kullanılmadan eskiyor. Uçağın yapımı tamamlanıyor, bu sefer de karşısına vizyon sahibi olmayan, uzmanlıktan uzak bir heyet çıkıyor. Heyet güvenli olmadığı gerekçesiyle uçuşuna izin vermiyor. Vecihi Bey de 28 Ocak saat 15.00’te uçağına gaz dolduruyor ve tırmanıyor. Yapabildiği tecrübeleri yaptıktan sonra yere iniyor. İlk Türk uçağının uçuşuna tanık olan arkadaşları onu kurban keserek karşılıyorlar. Fakat ne yazık ki bunu yaparak emirlere karşı geliyor ve ceza alıyor.”

İlk uçağın yapılmasının tesadüfi olmadığını da ifade eden Gürer, “Bilginin, emeğin, düşünmenin, azmin, iradenin ve çok çalışmanın sonucudur. Dolayısıyla bu çok önemli bir girişimdir.” dedi.

Gürer, o yıllarda sivil pilot olan Vecihi Hürkuş’un ceza almasından iki gün sonra istifa ettiğini kaydetti.

K6 İZMİR’DE ÇÜRÜMEYE TERK EDİLDİ

Hürkuş’un şubat ayında bugünkü adı Türk Hava Kurumu olan Türk Tayyare Cemiyeti’nde çalışmaya başladığını belirten Bahadır Gürer, sözlerini şöyle tamamladı:

“Vecihi Bey o uçakla pilotlar yetiştirmek istedi, bunun için çok mücadele etti. Önce bireysel olarak başvurdu. Türk Tayyare Cemiyeti Reisi Cevat Abbas’ın uçağın cemiyete teslim edilmesi girişimlerinden de sonuç alınamadı, ona da izin verilmedi. Uçak Gaziemir’de, açık alanda, İzmir’in sıcağında, rüzgarında, soğuğunda perişan oluyordu. Vecihi Bey, dilekçeler vererek uçağın en azından kapalı bir yere alınması için defalarca müracaat etti. Elimizde bir yazının aslı var. O yazıda Vecihi Bey diyor ki ‘Bu, Türkiye’de yapılan ilk uçaktır, bunun korunması gerekir. İleride çok daha büyük anlamları olacak, bunu mutlaka korumaya alın.’ Hatta yer gösteriyor, ‘Falanca bölgede kapalı şöyle bir mekan var, burada muhafaza edilebilir.’ diye ama bu talepleri uygun bulunmuyor.”

Kaynak: AA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.