Ubeydullah Ahrar'ın, Sarığıyla Doyurduğu Adam

İslâm ahlâkının esâsını ararsak, onu, Rabb’e aşk ve ihlâs ile yönelişte; bu yönelişin yegâne nişanını da hiç şüphesiz “hizmet”te buluruz. Mak­bul bir hiz­met; ih­lâs, mer­ha­met ve di­ğer­gam­lık do­lu bir gö­nül­le mah­lû­kâ­ta yö­nel­mek sû­re­tiy­le Al­lâh rı­zâ­sı­nın aran­ma­sı­dır.

Ta­sav­vu­fî ter­bi­ye­de hiz­me­tin ehem­mi­ye­ti pek bü­yük­tür. Gö­nül­le­re; te­vâ­zû, mah­vi­yet ve mah­lû­kâ­ta şef­kat duy­gu­su­nu yer­leş­tir­me­nin en mü­es­sir yo­lu hiz­met­ten ge­çer. Bu ba­kım­dan bü­tün mür­şid-i kâ­mil­ler, sâ­lik­le­rin ter­bi­ye­sin­de hiz­me­ti mü­him bir vâ­sı­ta te­lak­kî et­miş­ler­dir.

İs­lâm ah­lâ­kı­nın esâ­sı­nı arar­sak onu, Rabb’e aşk ve ih­lâs ile yö­ne­liş­te; bu yö­ne­li­şin ye­gâ­ne ni­şa­nı­nı da hiç şüp­he­siz “hiz­met”te bu­lu­ruz. Zî­râ «hiz­met eden him­me­te nâ­il olur» düs­tû­ru çer­çe­ve­sin­de hiz­met, gö­nül­le­ri ilâ­hî zir­ve­le­re ulaş­tı­ra­cak müs­tes­nâ ve ul­vî bir ba­sa­mak­tır.

Öy­le bir ba­sa­mak ki, ilâ­hî vus­lat ve son­suz mü­kâ­fâ­ta maz­har olan­la­rın cüm­le­si, pey­gam­ber­ler ve ev­li­yâ, hep bu ba­sa­ma­ğın üze­rin­de yü­cel­miş­ler­dir. Yâ­ni bir ömür Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in:

“Bir kav­min efen­di­si, on­la­ra hiz­met­kâr olan­dır...” (Dey­le­mî, Müs­ned, II, 324) ha­dîs-i şe­rî­fi­nin mü­şah­has nü­mû­ne­le­ri ol­muş­lar­dır.

Bu­na gö­re kul­lar için zir­ve­le­rin yo­lu ve ebe­diy­yet ka­zan­cı, sa­mî­mi bir gö­nül­le ya­pı­lan hiz­met­ler­den geç­mek­te­dir. Öy­le ki, ye­ri­ne gö­re ilâ­hî rı­zâ­ya mu­va­fık kü­çük bir hiz­met, ni­ce nâ­fi­le ibâ­det­ler­den üs­tün ola­bil­mek­te­dir.

Ni­te­kim sı­ca­ğın pek şid­det­li ol­du­ğu bir se­fer­de Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- uy­gun bir yer­de ko­nak­la­mış­lar­dı. Sa­ha­be­nin bir kıs­mı oruç­lu, bir kıs­mı de­ğil­di. Oruç­lu olan­lar yor­gun­luk­tan uy­ku­ya dal­dı­lar. Oruç­lu ol­ma­yan­lar­sa, oruç­lu­la­ra ab­dest için su ta­şı­dı­lar ve on­la­ra göl­ge­le­ne­cek ça­dır­lar kur­du­lar. An­cak if­tar vak­ti olun­ca Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-:

“– Bu­gün, oruç tut­ma­yan­lar da­ha faz­la ec­re nâ­il ol­du.” (Müs­lim, Sı­yâm, 100-101) bu­yur­du.

PEYGAMBERİMİZ MESCİTLER İNŞA EDİLİRKEN TAŞ TAŞIMIŞTI

Üm­me­ti­ne böy­le ni­ce hiz­met kan­dil­le­ri uza­tan Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-, Ku­ba mes­ci­di ve Mes­cid-i Ne­be­vî in­şâ edi­lir­ken as­hâ­bı­nın bü­tün ıs­rar­la­rı­na ve mâ­nî ol­ma gay­ret­le­ri­ne rağ­men, mü­bâ­rek sırt­la­rın­da taş ta­şı­mış­lar­dır. Var­lık Nû­ru’nun bu yük­sek te­vâ­zûu ve hiz­met rû­hu, bü­tün üm­met için eş­siz bir nu­mû­ne­dir. Esa­sen onun ha­yâ­tı, baş­tan so­na Hakk’a, in­san­lı­ğa ve bü­tün mahlûkâta hiz­met­le geç­miş­tir.

Do­la­yı­sıy­la o mü­bâ­rek var­lı­ğı ken­di­le­ri­ne ör­nek alan bah­ti­yar­la­rın ha­yat­la­rın­da da hiz­met, en bâ­riz va­sıf­lar­dan bi­ri ol­mak­ta­dır. Yâ­ni her Hak âşı­ğı ve Pey­gam­ber mec­nû­nu olan gö­nül, ehl-i hiz­met­tir. Ehl-i hiz­met olan­lar da, gök­te­ki ay ve gü­ne­şe ben­zer­ler ki, et­raf­la­rı­nı ay­dın­lat­tık­ça ken­di­le­ri­nin par­lak­lı­ğı ar­tar. Ne son­ba­ha­rın ne de kı­şın sol­gun­lu­ğu on­la­ra bir za­rar eriş­ti­rir. Di­ğer bir ifa­dey­le on­lar, uzun yol­lar bo­yun­ca bin bir can­lı­ya; hay­va­na­ta, ağa­ca, gü­le, süm­bü­le, bül­bü­le hiz­met ede­rek akıp gi­den bir ır­mak gi­bi­dir ki, va­ra­cak­la­rı men­zil an­cak câ­nâ­nın son­suz­luk ve vus­lat der­yâ­sı­dır.

Bu ha­kî­ka­te âşi­nâ olan­lar, hal­ka pâ­di­şâh bi­le ol­sa ken­di­le­ri­ni de­vam­lı ola­rak bir hâ­dim, yâ­ni hiz­met­kâr ola­rak ad­det­miş­ler­dir. Ko­ca Os­man­lı sul­ta­nı Ya­vuz Se­lîm Han’ın, mü­bâ­rek bel­de­ler dev­le­ti­ne ema­net edi­lip de hut­be­de ken­di­si hak­kın­da:

“Hâ­ki­mü’l-Ha­re­mey­ni’ş-Şe­rî­feyn (Mek­ke ve Me­dî­ne’nin hâ­ki­mi) de­ni­lin­ce yaş­lı göz­ler­le imâ­ma iti­raz edip:

“Bi­lâ­kis Hâ­di­mü’l-Ha­re­mey­ni’ş-Şe­rî­feyn (Mek­ke ve Me­dî­ne’nin hiz­met­çi­si) di­ye dü­zelt­me­si de hep ul­vî bir hiz­met an­la­yı­şı­nın ve kul­luk­ta­ki asıl gâ­ye­yi id­râ­kin te­zâ­hü­rü­dür.

UBEYDULLAH AHRAR'IN SARIĞIYLA DOYURDUĞU ADAM

Ni­te­kim Ubey­dul­lâh Ah­rar -kud­di­se sir­ruh-, eriş­ti­ği mer­te­be­yi hiz­me­tin be­re­ke­ti­ne at­fe­de­rek -tah­dîs-i nî­met ka­bî­lin­den- şöy­le bu­yu­rur:

“Biz bu yol­da­ki me­sâ­fe­le­ri, sâ­de­ce ta­sav­vuf ki­tap­la­rı­nı oku­ya­rak de­ğil, oku­duk­la­rı­mı­zı im­kân nis­pe­tin­de tat­bik et­mek­le ve hal­ka hiz­met­le kat et­tik. Her­ke­si bir yol­dan gö­tü­rür­ler, bi­zi hiz­met yo­lun­dan gö­tür­dü­ler.”

Bu ise, sâ­de­ce bil­me­nin kâ­fî ol­ma­dı­ğı­nı ve bil­di­ği­ni mut­la­kâ hiz­me­te ta­şı­mak ge­rek­ti­ği­ni de ifâ­de eder.

An­cak ya­pı­lan hiz­me­tin Hak ka­tın­da mak­bûl ol­ma­sı, ba­zı va­sıf­la­rı hâ­iz ola­rak ic­râ edil­me­si­ne bağ­lı­dır. Bu­na gö­re mak­bul bir hiz­met; ih­lâs, mer­ha­met ve di­ğer­gam­lık do­lu bir gö­nül­le mah­lû­kâ­ta yö­nel­mek sû­re­tiy­le Al­lâh rı­zâ­sı­nın aran­ma­sı­dır. Yâ­ni hiz­met, her­han­gi bir nef­sî men­fa­at gö­zet­mek­si­zin sa­mî­mî ola­rak ya­pıl­ma­lı ve onun­la âhi­ret ka­zan­cı he­def­len­me­li­dir. Böy­le ol­du­ğu tak­dîr­de ha­dîs-i şe­rîf­te bah­se­di­len bir «ya­rım hur­ma» da­hî ebe­dî kur­tu­lu­şa ve­sî­le olur.

Ubey­dul­lâh Ah­rar Haz­ret­le­ri an­la­tır:

Bir gün pa­za­ra git­miş­tim. Aç bir ki­şi ya­nı­ma gel­di ve:

“– Açım, be­ni Al­lâh rı­zâ­sı için do­yu­rur mu­sun!..” de­di.

O an, hiç­bir im­kâ­nım yok­tu. Sâ­de­ce es­ki bir sa­rı­ğım var­dı. Bir aş­çı dük­ka­nı­na git­tim. Aş­çı­ya:

“– Şu sa­rı­ğı­mı al. Es­ki, ama te­miz­dir. Bu­la­şık­la­rı­nı ku­ru­lar­sın. Yal­nız bu­nun mu­kâ­bi­lin­de şu aç in­sa­nı do­yu­rur mu­sun?” de­dim.

Aş­çı, o fa­kî­re ye­mek ver­di; sa­rı­ğı­mı da ba­na iâ­de et­mek is­te­di. Bü­tün ıs­rar­la­rı­na rağ­men ka­bul et­me­dim. Ken­dim de aç ol­du­ğum hâl­de o fa­kîr do­yun­ca­ya ka­dar bek­le­dim.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Îmândan İhsâna Tasavvuf, Erkam Yayınları.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.