Üç Adımda Cenâb-ı Hakk'a Dost Olmanın Yolu!
Bu dünyada Hakkʼa vuslatın yolu, “ölmeden evvel ölmek” sırrına nâil olmaktan geçer. Bunun için de nefsânî arzuları bertaraf edip Cenâb-ı Hakkʼa tam bir teslîmiyetle râm olmak gerekir. Yani ilâhî emir ve nehiylere, en ufak bir iç sıkıntısı veya üşengeçlik duymadan, cânu gönülden boyun eğmek ve aşkla, şevkle kullukta bulunmak îcâb eder.
ALLAH, KENDİSİNE DOST OLMAMIZI İSTİYOR!
Cenâb-ı Hak biz kullarını, Yüce Zâtʼına kulluk etmemiz için halketti. Gönülleri, nazargâh-ı ilâhîsi kıldı. Kalpleri, îman nûrunun yerleşip karar kıldığı yüce bir mekân eyledi. Yine kalbi -meşrû da olsa- fânî muhabbetlerin harmanı olsun diye yaratmadı. Hele de nefsânî ihtirasların ve süflî câzibelerin bir mezbeleliği olsun diye aslâ yaratmadı.
Bilâkis gönül tahtını, yalnızca Zât-ı İlâhîʼsine tahsis etmemiz için yarattı. Gönülleri, cemâlî esmâsının tecellî edeceği, mücellâ, pâk ve berrak bir ayna olması için halketti. Böylece kullarıyla “dost” olmayı murâd eyledi.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Aşırı arzularla (nefsânî ihtiraslarla) gönül âlemini mahvedeni, lânet kefenine sarıp nedâmet toprağına gömerler. (Süflî) arzulardan vazgeçmek sûretiyle nefsâniyetini bertaraf edeni ise, rahmet kefenine sarıp selâmet zeminine gömerler.” [1]
Bu dünyada Allah ile dost olan îmanlı gönülleri ise, son nefeste, kabirde, mahşerde, hesapta ve Sıratʼta da sahipsiz ve hâmîsiz bırakmayacağını müjdeledi. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Bilesiniz ki, Allâhʼın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yûnus, 62-64)
ÜÇ ADIMDA CENÂB-I HAKK İLE DOSTLUĞUN YOLU
Gönlün en büyük bahtiyarlığı; fânî câzibelerin esaretinden kurtularak Cenâb-ı Hakkʼın dostluğuna liyâkat kazanabilmesidir. Karşılaştığı ilâhî imtihanlarda; sabır, sebat, hamd, şükür, rızâ ve teslîmiyetle olgunlaşa olgunlaşa, ilâhî muhabbete lâyık hâle gelebilmesidir.
Bunun içinse, meşrû olmayan fânî muhabbetler, arzular ve câzibeler hususunda nefse mukâvemet etmek ve onu susturabilmek, birinci adımdır.
İkinci adımda ise, zevc-zevce, evlât, mal-mülk, makam-mevkî gibi meşrû muhabbetlere de haddinden fazla bağlanmayıp o safhada takılı kalmamak gerekir. Bunların birer imtihan vesîlesi olduğunu düşünüp onlara lâyık oldukları ölçüde kıymet ve ehemmiyet vermek îcâb eder.
Üçüncü basamakta ise fânî muhabbetleri, “el-Vedûd” yani bütün muhabbetlerin kaynağı olan Cenâb-ı Hakkʼın muhabbetine gönlü hazırlayan bir merhale olarak telâkkî etmek gerekir. Tıpkı Leylâʼdan Mevlâ aşkına yükselen Mecnun gibi…
FÂNİ MUHABBETLER BİRER LEYLÂ'DIR
Unutmayalım ki hayattaki bütün fânî muhabbetler birer “Leylâ” hükmündedir. Kiminde Leylâ, karşı cinstir. Kiminde para-puldur. Kiminde makam-mevkîdir. Kimindeyse şan-şöhrettir.
Eğer Mecnun, Leylâʼya takılıp kalsaydı; insanlık tarihinde gelip geçen sayısız Mecnunʼdan biri olur, cismi gibi ismiyle de ölür gider, bir daha hatırlanmazdı. Fakat fânî muhabbetleri gönlüne bir basamak edinip mecâzî aşktan hakîkî aşka, yani muhabbetullâhʼa ulaşması neticesinde, bütün fânî muhabbetler gözünden düştü. Kıyamete kadar gelecek olan ârif ve âşık müʼminlerin gönül ufkunda yıldızlaşacak kadar, müstesnâ bir şahsiyet hâline geldi.
Dipnotlar: [1] Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Bâyezîd-i Bistâmî, sf. 187, TDV Yayınları, Ankara 1994.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Mart, Sayı: 349, Sayfa: 032
YORUMLAR