Üç Aylar

Üç Aylar ifadesi niçin kullanılır? Mübarek gün ve geceler nasıl ihya edilir? Üç Aylar ifadesi niçin kullanılır? Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiret dâveti: “Üç Aylar…”

Allah Teâlâ, bazı eşyaya ve varlıklara bir câzibe koymuş, hepsi muhatabını kendisine çağırıyor. Bazı şeyleri de insan için süslü kılmış, onlar da insanları kendisine davet ediyor.

ALLAH’IN UYARISI

Nitekim âyet-i kerimede:

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14) buyrulmuş.

Âyet-i kerimede zikredilen dünyevî çekim merkezleri insanları kendisine çağırıyor. Ancak Rabbimiz, âdeta “Bunların baş döndüren geçici mânevî câzibesine kapılmayın; sonsuz âhiret yurduna ve Allâh’ın rızasına tâlip olun!” buyuruyor.

Yine şeytanın da bir daveti var. O da insanlara birtakım vaatlerde bulunarak rızâ-yı ilâhî yolundan çeviriyor ve onları cehenneme davet ediyor:

“Ey insanlar! Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın! O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır!” (Fâtır, 5-6)

O hâlde insan, hem fânî varlıkların hem nefsinin ve hem de şeytanın dâvetlerine gözünü-kulağını tıkayacak ve Allâh’ın dâvetine icabet edecek. Ne buyuruyor Rabbimiz:

“Ey mü’minler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun…” (el-Enfâl, 24)

“Allah, (insanları) darü’s-selâm’a (Cennet’e) çağırıyor...” (Yûnus, 25)

Koşuşturup durduğumuz dünya telaşesi arasında, ruhlarımızın huzur ve sekînete kavuşacağı bir mevsimin gölgesi daha üzerimize düştü. Adeta kademe kademe vites yükseltircesine, Ramazan’a hazırlayan Receb ve Şâban ayları yaklaştı.

Çeşitli rivayetlerde Receb’in “Allâh’ın ayı”, Şâban’ın “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ayı”, Ramazan’ın da “Ümmet-i Muhammed’in ayı” olduğu bildirilmiş.

Nasıl eşya kıymet açısından birbiriyle aynı değilse, nasıl insanlar, cinler, hatta peygamberler ve melekler birbirinden mânevî olarak farklı seviyedeyse, mekân ve zamanlar da aynı değil!.. Mekke, Medîne ve Kudüs’ü mekanların faziletlileri kılan Rabbimiz, dört büyük meleği diğerlerinin üstünde kılmıştır. Aynı şekilde ülü’l-azm peygamberler de diğerlerine nisbetle daha faziletli kabul edilmiştir. Tıpkı bunun gibi, geceler ve gündüzler içinde de kıymet açısından farklılık söz konusudur. Haftanın günlerinden Cuma, aylardan Ramazan mânen en kıymetli mevsimlerdir.

ÜÇ AYLAR İFADESİ NİÇİN KULLANILIR?

Ramazan ayının öncüsü olan ve birbiri ardınca gelen Receb ve Şaban ayları, halkımız tarafından Ramazan’la birleştirilerek “Üç Aylar” diye anılmıştır. Böylece bu ayların diğerlerinden farklı olduğuna ve gerektiği gibi değerlendirilmesine dikkat çekilmiştir. Geceleri sabahlara kadar “kandillerin yandığı”, ibadetle, Kur’ân tilâveti ve zikirle meşgul olunduğu için “Kandil Geceleri” adı verilen bazı kıymetli geceler de bu aylara serpiştirilmiştir.

Receb ayının ilk kandil gecesi, Regâib’tir. Receb Ayı’nın ilk Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan bu geceye “Regâib Kandili” denmesinin sebebi, bu gecede nail olunacak ilâhî ikram ve lütuflar sebebiyle kendisine çokça rağbet edilmesindendir.

Receb ayındaki ikinci mübarek gece, bu ayın 27. gecesine denk gelen “Mîrac Kandili”dir. Bu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İsrâ ve Mîrac mucizelerine mazhar olmuştur.

Şaban ayının tam ortasında, Levh-i Mahfuz’dan bir yıl içinde tahakkuk edecek hâdisatın dünya semasına indirildiği “Berat Kandili” vardır.

Ramazan ayının son on gecesi içinde, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı, bin aydan daha hayırlı bir “Kadir Gecesi” bulunmaktadır.

MÜBAREK GÜN VE GECELER NASIL İHYA EDİLİR?

Her birinin farklı hususiyet ve faziletleri bulunan bu mübarek gün ve geceleri gereği gibi ihya edebilmek için önce büyük bir mânevî hazırlık süreci gerekmektedir. Derin bir muhasebenin ardından geçen ömrümüzü tefekkür etmeli, günah ve hatalarımızı fark etmeye çalışmalı, eksiklerimizi telafi etmenin gayreti içinde olmalıdır. Bir taraftan Rabbimize karşı isyan ve hatalarımız sebebiyle pişmanlık duymalı ve nedâmet gözyaşları ile tevbe etmeliyiz. Bir taraftan da üzerimize hakkı terettüp etmiş kimselerle helâlleşmeli, âhirete kul hakkı taşımamaya azmetmeliyiz. Rabbimiz, hatâ işleyen bir mü’minin tavrını ve kabul edeceği tevbeyi şöyle haber vermektedir:

“Allâh’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah, bunların tevbesini kabul eder. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, «Ben, şimdi tevbe ettim.» diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır.” (en-Nisâ, 17-18)

Bunların ardından farz ibadetlerden borçlarımız varsa, bunlara yönelmeli ve henüz nefes alıp verirken bu borçları ödeme niyet ve gayretinde olmalıyız. Kazaya kalmış namazlarımız, borç olan oruçlarımız, vaktinde ödeyemediğimiz zekâtlarımız gibi farz ibadetlerin yanı sıra hayır-hasenat ve sâlih amel cinsinden niyet ettiğimiz adaklarımızı ödemek için de en bereketli zamanlar önümüzdedir.

Mü’min kullar olarak, hayatımızı gözden geçirirken eksiklerimizi fark edeceğimiz ve geride bıraktığımız insanlar açısından bir yol haritası demek olan “vasiyetlerimizi” de bu muhasebe neticesinde şekillendirmeliyiz. Vasiyet, zaten malımızın mirasçısı konumunda olanlara yapılmaz. Aksine vasiyet, maddî-mânevî borçlarımızı ortaya koyduğumuz ve ömrümüzün yetmediği zaman terekemizden verilmesini tembih ettiğimiz hesaplardır. İnsanın öncelikle hayattayken ve kendi elleriyle bu mânevî borçlarından kurtulması esastır. Ancak vaktinin ve imkânlarının yetmediği haller için de vasiyet meşrudur ve gereklidir.

Bu şekilde farz borçlarımızla ilgili mânevî hesaplarımızı tamamladıktan sonra, her birimiz kendi meşrebince duâ, niyaz, zikir, Kur’ân tilâveti, ilim öğrenme-öğretme, namaz, oruç, sadaka ve benzeri ibadetlerle bu mübarek gün ve geceleri değerlendirebilir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazan arefesindeki bu günler içerisinde gitgide artan bir tempo ile kendisini ibadete vermiş ve bilhassa Ramazan ayının son on gününde itikâfa çekilerek bu ibadet mevsimini taçlandırmıştır.

Biz de merhum Mûsa Topbaş Efendinin, bir hayat rehberi olacak şu sözleriyle yazımızı tamamlıyoruz:

“Kimsenin kimseye fâidesi olmadığı o zaman için hazırlık yapmalıyız. Bu sebeple tam ihlâs üzere Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde kulluk vazîfemizi îfâya yeltenmeliyiz. İhlâsı ve îtikâdı zayıf kimseler niyetlerinin çürüklüğü yüzünden amellerinden istifâde edemez ve Cehenneme sürüklenirler. Îtikâdı sağlamlaştırdıktan sonra Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmını harfiyyen yerine getirmeğe, yani Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücûd hazretlerinin yasak kıldığı şeylerden kaçınmağa ve emrettiği ferâiz ve teferruatını îfâ etmeğe gayretli olmalıyız. Namazlarımıza, oruçlarımıza büyük bir engin gönülle devam ederken, kul hakkından korkmalıyız, ancak zâlimler Allah’tan korkmadıkları için kul hakkı yemekten, kula eziyet etmekten kendilerini alamazlar. Ahlâkî durumumuzun inkişâfına, teâlîsine ihtimâm etmeliyiz. Sonra âilemiz, çoluk çocuğumuz Allâhü Teâlâ’nın yed’imizdeki emânetleridir. Her hususta onlarla meşgûl olmak ve onlara hakîkatı bildirmek ve onu tatbîk etdirmekle yükümlüyüz.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2 sh: 85)

“Hülâsâ yapacağımız iş, Cenâb-ı Hakk’ın bize hibe ettiği hayatı değerlendirmektir. Ne zamana kadar? Rûhumuz cesedimizden ayrılana kadar...” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Haziran 1996)

Kaynak: Ömer Faruk Demireşik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 443

İslam ve İhsan

ÜÇ AYLAR’IN FAZİLETİ VE ÖNEMİ NEDİR?

Üç Aylar’ın Fazileti ve Önemi Nedir?

ÜÇ AYLAR DUASI

Üç Aylar Duası

ÜÇ AYLAR'DA OKUNACAK DUALAR VE TESBİHLER

Üç Aylar'da Okunacak Dualar ve Tesbihler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.