Üç Aylar’da Allah’a Yaklaşmak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Üç Aylar’ın mânevî iklîminde Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığına nâil olabilmek için nelere dikkat etmemiz gerekiyor?
Süfyân-ı Sevrî Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Allah, hiçbir sözü amelsiz kabul etmez. Hiçbir söz ve ameli, niyetsiz kabul etmez. Hiçbir söz, amel ve niyeti de, Sünnet’e uymadıkça kabul etmez.” (Zehebî, Mîzânü’l-îtidâl, I, 90)
Dolayısıyla, Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığına nâil olmak isteyen bir kimse, bunun evvelâ Sünnet-i Seniyye’ye râm olmaktan geçtiğini unutmayacak.
Bu hakîkati ifade ettikten sonra, Efendimiz’in hayatına baktığımızda, O’nun seher vakitlerine çok ehemmiyet verip ihyâsına gayret gösterdiğine şahit oluyoruz. Hattâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Gecenin bir kısmında da sadece Sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl! Umulur ki Rabbin Sen’i Makâm-ı Mahmûd’a eriştirir.” (el-İsrâ, 79) âyeti nâzil olduktan sonra, gecelerin en feyizli anlarında namaz kılmayı, istiğfarda bulunmayı, Kur’ân okumayı ve duâ etmeyi hiç terk etmemiştir. Öyle ki, hastalandığı ve ayağa kalkamayacak kadar tâkatsiz kaldığı zamanlarda dahî, teheccüd namazından geri kalmamış, oturarak da olsa seherleri ihyâ etmiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18/1307)
Amr bin Abese -radıyallâhu anh- bir defasında:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vakitler içinde Allâh’a yakınlık bakımından, diğerlerine göre daha fazîletli olan bir vakit var mıdır?” diye sormuştu.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şu mukâbelede bulundular:
“–Evet, Rabbin kula en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmının ortasıdır. Eğer o saatte Allâh’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse ol! Çünkü namaz (o saatte) meşhûddur (melekler o esnâda hazır ve şâhit olurlar).” (Tirmizî, Deavât, 118; Nesâî, Mevâkîtü’s-Salât, 35)
İmam Hasan bin Ruşeyk şöyle der:
“Tefekkür deryasının kilitlerini ve Hak kapısını açabilmek için, seher vakti uykudan kalkıp mânevî yükselişe vesîle olacak gayretlerde bulunmaktan daha iyi bir anahtar yoktur. Çünkü insan o vakit, dış alâkalardan, dünya endişe ve ihtiraslarından uzaktır. Rabbiyle beraberlik zamanına girmiştir. Bedeni dinlenmiş, kendine gelmiş, tazelenmiş ve zindeleşmiştir.
Velhâsıl, havanın en güzel, esintinin en tatlı olduğu vakit ve gece ile gündüz arasındaki en müsait zaman, seher vakitleridir. Zira seherlerde, aydınlık karanlığın üzerini kaplamaktadır. Akşamda ise vaziyet bunun zıddınadır, karanlık aydınlığın üzerine çökmektedir.” (Bkz. Ebû Gudde, Zamanın Kıymeti, s. 86)
Mevlânâ Hazretleri, gönlün Hakk’a yakınlık kazandığı bu hususî vakitlerden gâfil olmamak için şu nasihatlerde bulunuyor:
“Ey Hak âşığı! Geceleri az uyuyanlardan, seher vakitleri günahlarının bağışlanmasını isteyenlerden ol! Bâri ana rahmindeki çocuk gibi azıcık kımılda da, sana nûrânî duygular lûtfedilsin. Ana rahmine benzeyen, şu sıkıntılı, kasvetli, kederlerle dolu dünyadan kurtulursan, feyz, rûhâniyet ve huzur dolu bir gönül âlemine kavuşmuş olursun.
Hoşa gitmez bir renkte olan gecede nice güzellikler vardır. Âb-ı hayat, ka-ranlıkla dost olmuş, onun içine gizlenmiştir. Gecenin hakîkatini görebilen, uykuyu istemez, uykudan kaçar. Birçok nurlu gönüller, sayısız tertemiz canlar, geceyi ihyâ ederler; uyumaz, kulluk ederler. Allâh’a yalvarıp yakarırlar.”
Zira İbn-i Ğânim el-Makdisî -rahmetullâhi aleyh-’in dediği gibi:
“Allah katındaki yüksek mertebelere ancak uykuya «yeter» diyenler nâil olur.”
Gece yapılan ibadetler, âdeta “Yüce Yâr” ile buluşup sohbet etme mâhiyeti taşır. Herkes uyurken uyanık olmak, gönüldeki aşk-ı ilâhînin kuvveti nisbetinde mümkündür. Bu sebeple -tâbir câizse- her kişinin değil er kişinin kârıdır. Zira seherler; insanı bir mıknatıs gibi çeken yataktan kalkıp tatlı uykuyu bölerek ilâhî huzûra, sırf aşk-ı ilâhî sebebiyle baş koyma zamanıdır. Bu sebeple de kulun Rabbine duyduğu hâlisâne muhabbetin apaçık bir tezâhürüdür.
Geceden nasîb alabilmek de, “istiğfâr” ile başlar; tevhîd, salevât-ı şerîfe ve zikrin rûhâniyetine bürünmekle devam eder. Seherlerdeki zikir, yani kulun Mevlâ’sı ile buluşması, kalbin ihyâsı bakımından bulunmaz bir fırsat ve ihmâl edilemez bir ihtiyaçtır. Zira nasıl ki cesedimizin maddî gıdaya ihtiyacı varsa, rûhumuzun da mânevî gıdaya ihtiyacı vardır.
Nitekim bütün Hak dostları seher vakitlerinin feyzinden istifâde etmiş ve o müstesnâ vakti ibadetle ihyâ etmenin ehemmiyetine dikkat çekmişlerdir. Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri:
“Geceler gündüz hâline gelmeden bana hiçbir sır fetholunmadı.” buyuruyor.
Diğer taraftan gafletle geçirilen veya uykuya mahkûm edilen bir gece ise; taşa, denize ve çöle yağan yağmur gibi semeresiz ve telâfisi zor bir kayıptır.
Yahyâ bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- şöyle der:
“Kalbin devâsı beştir:
–Tefekkür ederek Kur’ân-ı Kerîm okumak,
–Midenin boş olması, (yani kifâyet miktarını geçmemek)
–Geceyi ibadetle geçirmek,
–Sâlihlerin meclisinde bulunmak,
–Seher vakti Allâh’a yalvarmak.”[1]
Seherleri uyanık geçiren bahtiyar kullar hakkında Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“(O Rahmân’ın kulları ki,) Rab’lerinin huzûrunda kıyâma durarak ve secdelere kapanarak gecelerini ihyâ ederler.” (el-Furkân, 64)
“Onlar geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Gecelerini ibadetle ihyâ eden mü’minleri bu şekilde takdir buyuran Cenâb-ı Hak; gece namazı, seherlerde zikir ve istiğfar hususundaki birçok teşvik edici beyâna rağmen, bunlara îtibâr etmeyip gâfil kalanları da şöyle îkaz buyuruyor:
“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbîh et! Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyor, istiyor ve tercih ediyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmâl ediyorlar.” (el-İnsan, 26-27)
Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin bir mektubunda, duâ mâhiyetinde şu satırlar yer alıyor:
“Bugün hâlimizi iyi düşünelim ki, yarın elde kalan, hasret ve ziyanlık olmasın. Hakk’ın kıymetli kullarının yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmayı, canhıraş bir gayretle ibadet ve kullukta bulunmayı Hak Teâlâ nasîb eylesin…”
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Cennet’le mükâfatlandırılacak kimseler sıralanırken, “seherlerde Allah’tan bağışlanma dileyenler”in[2] de zikredilmesi, bu mübarek vaktin gaflet içinde geçirilmemesi gerektiğini gösteriyor. Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyruluyor:
“Her gece, gecenin ilk üçte biri geçince Allah Teâlâ dünya semâsına iner ve şöyle buyurur:
«Ben görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibiyim. Bana duâ eden yok mu, onun duâsını kabul edeyim. Ben’den bir şey isteyen yok mu, ona istediğini vereyim. Ben’den kendisini bağışlamamı isteyen yok mu, onu bağışlayayım.»
Tan yeri ağarana kadar bu böyle devam eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 169)
Şunu da ifade etmeliyiz ki, nasıl namaza abdestle hazırlanıyorsak, sehere de gündüzden hazırlanmamız lâzımdır.
Bir kimse İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne:
“–Gece ibadetine kalkamıyorum, bana bir çâre öğretir misiniz?” deyince şu cevâbı alır:
“–Gündüzleri Allâh’a isyân etme; geceleri O seni huzûrunda durdurur. Geceleyin O’nun huzûrunda bulunmak, yüce bir şereftir. (Nitekim bir hadîste; «Müʼminin şerefi, geceleri kāim olmasındadır…»[3] buyrulmuştur.) İşte bu şerefi günahkârlar hak edemezler!..”
Demek ki gündüzleri; aklımızı, kalbimizi, gözümüzü, kulağımızı, elimizi, dilimizi, velhâsıl bütün uzuvlarımızı haramlardan ve yanlış hâllerden koruyup sâlih amellere gayret etmeliyiz ki, geceyi gafletle ziyân edenlerden olmayalım. Bilâkis seherleri, Hakkʼa vuslatın müstesnâ bir vesîlesi olarak değerlendirelim.
Velhâsıl seherler günün en bereketli vakitleridir. O vakitte namazı, istiğfârı, gözyaşını, evrâd ve ezkârı ganimet bilmek gerekiyor. Seher vakti ibadetlerle ihyâ edilip o mânevî ziyafet sofrasından gerekli rûhî gıdalar alınmalı ki, kul gündüze yüksek bir feyz ve rûhâniyetle girebilsin. O feyz ve rûhâniyet, gün boyu gönlü günahlardan, gafletten ve mâsivâdan, yani Allah’tan uzaklaştıran her türlü şerden koruyabilsin. Gönlün hayra iştiyâkını, şerre karşı da mukâvemetini/direncini artırabilsin.
Rabbimiz cümlemize lûtfeylesin inşâallah.
Dipnotlar:
[1] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 2/293.
[2] Bkz. Âl-i İmrân, 17.
[3] Hâkim, IV, 360-361/7921.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2025 Ay: Şubat Sayı: 221
YORUMLAR