Üç Balık Hikayesi
Mesnevi'de geçen ibret dolu bir kıssa, üç balığın hikayesi...
Hazret-i Mevlânâ; müşahhas temsillerle nice mücerred hakikati kolayca anlaşılır hâle getirir.
Mesnevî’deki üç balığın hikâyesi de böyle bir temsildir:
Birkaç balık avcısı, bir gölün yanından geçtiler ve orada balıkları gördüler. Balıkçılar, ağ getirmek için koştular.
Orada üç balık vardı.
İçlerinden akıllı olanı; hemen zorlu yola koyuldu, o güç, zor aşılır yolu, meşakkatine tahammül ederek aştı. Kendi kendine dedi ki:
“Diğer şu iki gafil balıkla istişâre etmeyeyim; muhakkak ki bunlar, gücümü kuvvetimi gevşetirler, beni zayıf düşürürler. Bunların boğazlarına düşkün olmaları, yem ve yiyecek sevgisi, tembellikleri ve bilgisizlikleri, yani gafletleri bana da sirâyet eder.”
Danışacaksan bir diri ile danış ki seni de diriltsin; ama böyle bir diri nerede?
O balık, göğsünü ayak edindi de o tehlikeli duraktan nur denizine kadar gitti.
Onun hâli, ardına köpek düşmüş olan bir ceylân gibiydi. O ceylân; can korkusundan bedeninde tek bir damar, birazcık güç kaldıkça koşar durur.
O balık, gölden uzaklaştı denizin yolunu tuttu. Çok zahmetler çekti fakat sonunda selâmet diyarına kavuştu.
Nitekim akıllı kişi, nefsin ve şeytanın tuzaklarından kaçar. Ne kadar zor ve meşakkatli olursa olsun, tembellik etmez. Âhiret meşakkatinin, dünya meşakkatinden kat kat ağır olduğunu bilir. Çamurlu dünya gölünden, sonsuz âhiret denizine kaçar. Damlayı bırakır, deryâyı tercih eder.
Derken, balıkçılar ağı getirdiler. Yarım akıllı balık bunu gördü, ağzının tadı kaçtı;
“Eyvah!” dedi. “Ben fırsatı kaçırdım; nasıl oldu da akıllı arkadaşa yoldaş olmadım! O, ansızın gidiverdi ama o gidince benim de hızla ardına düşüp gitmem gerekirdi.
Lâkin, şu anda onu düşünmeyi bırakayım da kendi kendime bir çare bulayım. Ben, şimdi kendimi ölü göstereyim! Suyun üstüne çıkayım; karnımı yukarı döndürüp sırtımı suya çevireyim de öyle durayım!
Kendimi ölmüş göstererek suya bırakıvereyim; ölümden önce ölmek, azaptan emin olmaktır!”
Balık dediği gibi yaptı; sanki ölmüş gibi karnını yukarıya çevirdi. Su, onu bazen aşağıya alıyordu, bazen de yukarıya atıyordu.
Tutmak isteyenlerin hepsi de hayıflanıyorlardı; “Yazık!” diyorlardı. “En iyi balık ölmüş!”
Usta bir balıkçı onu tuttu;
“Tüh, yazıklar olsun; ölmüş!” diye onu yere itti.
Balık; sıçraya sıçraya gitti, gizlice kendini suya attı.
Kul;
“Ölmeden evvel ölünüz.”
“Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz.” tavsiyeleriyle, hayatta iken nefsini hesaba çekebilirse, âhiretteki hesabı kolaylaşır.
AHMAKLIĞIN SONU
Geriye ahmak balık kalmıştı. O ise, gölde bocalayıp duruyordu. O aptal balık, canını kurtarabilmek için sağa-sola sıçrıyordu. Derken, balıkçılar ağ attılar; balık ağ içinde kaldı. Böylece ahmaklık, onu ateşin üstüne attı.
Ateş üstünde, bir tavanın içinde ahmaklığı yüzünden yanmaya, kızarmaya mecbur oldu. Allâh’a ve O’nun peygamberlerinin getirdiği dîne inanmayanlar da ahmaklıklarından, cehennemde böyle olacaklardır!
O, yakıp kavuran ateşin harareti ile yanıp yakılırken akl-ı selîm ona;
“Sana bir haberci ve îkāz edici gelmedi mi?” diyordu. Ahmak balık; o işkencenin, o belânın içinde, âhirette kâfirlerin diyecekleri gibi;
“Evet, geldi!” diyordu.
Yine o balık diyordu ki:
“Bu boyun kıran mihnetten, bu işkenceden, yani tava içinde kızarmak azabından kurtulsam, denizden başka bir yeri yurt edinmem; gölde, gölcükte yurt tutmam! Uçsuz bucaksız olan nur denizini ararım, selâmete ulaşırım; orada ebedî olarak sağlıkla ve huzurla ömür sürerim.”
Gafil insan, âhirette azap ile karşılaşınca dünyadaki tembelliği, gafleti ve ahmaklığı için çok pişman olacak lâkin bu nedâmet hiçbir fayda vermeyecektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Aralık Sayı: 154
YORUMLAR