Üç Kurtarıcı Esas

Selman-ı Farisi’nin (r.a) naklettiği bir hadiste tavsiye edilen üç kurtarıcı esas şudur...

İnsanoğlu hayal kurar, konuşur, planlar yapar, çok güzel şeyleri arzu eder. Hatta bu işleri yapanlardan daha güzel de edebiyat yapıp birçok güzellemeleri sıralamayı da becerebilir. Ancak Allah onun sözlerinin güzelliğine değil de amellerine ve ihlasına bakar.

İnsanoğlu her arzu ettiğini ve hayalini kurduğu güzellikleri nihai olarak yaşayamayabilir. Çok niyet ettiği halde başaramadıkları da olur. Ancak karınca misali “tarafım belli olsun” diye söndüremeyeceğini bildiği halde Firavun’un ateşine su taşımayı ahmaklık ve beyhude uğraş olarak görmez.

Selman (r.a) der ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bir toplumda sözler öne çıkıp ameller geri kaldığında, dil sevdiğini söylerken kalpler buğz ettiğinde, akrabalar birbirleriyle ilişkilerini kestiğinde Yüce Allah onları lanetler, kulaklarını sağır, gözlerini de kör eder." (El-Mu'cemu'l-Kebîr Taberânî)

İslam’la şereflenmiş ve ahiret kaygısı olan her kişi veya toplumun Allah’ın rızasını kazanma ve onun ebedi nimetlerine ulaşma gibi hedefleri vardır. Bu iş zannedildiği kadar da zor ve imkânsız değildir. Yani Allah, Kaf dağının arkasında duran Zümrüd-ü Anka kuşu gibi olmayacak hayali şeyleri istememiştir.

ÜÇ KURTARICI ESAS

Yukarıdaki Selman-ı Farisi’nin (r.a) rivayet ettiği hadisi şerifte bizden üç ana noktada dikkat ve rikkati istiyor.

  1. Söze değil amele sarılmak gerek. Çaylar, kahveler eşliğinde bol muhabbetle kulluk, cihat, tebliğ vb. güzel içerikli konuşmalar ve hayata geçmeyen planlar yerine ayağa kalkıp iş yapmak lazım. Herkes konuşur. Ama konuşanlar değil de az da olsa devamlılıkla hayra devam edenler yol alırlar. Allah bizim sözlerimize ve dışımıza bakmaz. O konuşup güzelliklere güzel övgüler dizenleri değil de bunu hayata geçirenleri önemser ve mükâfatlandırır.
  2. Söz ile kalp arasında uyum olacak. Konjonktüre uysun diye önünde yüzüne gülücükler dağıtırken arkasından ileri geri konuşmalar Müslümanca bir tavır değildir. Müslümanın Müslümanca bir duruşu olur. Sevdiklerine karşı bunu gizlemeden izhar ederken sevmediklerine ve buğz etmesi gerekenlere de mesafesini koyar. Ona sevmediğini söyleyemese bile hiç olmazsa yüzüne karşı methiyeler sıralamaz. Bu durum; bir Müslümana çevresindeki insanlara karşı kabalaşma ve kırıcı olma hakkını vermez. Karşısındaki şahsın hatasını hem de toplum içinde en kaba ve yersiz biçimde söyleme ve onun onurunu rencide etmesini istemez. “Ben doğruları söylerim” diye kalp kırmak da Müslümana yakışmaz. Özü ve sözü bir olan, kırmadan ve kırılmadan çevresiyle uyumlu Müslüman tipi her zaman makbul insan tipidir. Kaldı ki bazen bizim hata olarak gördüğümüz durum, onda başka icbarı hal de olabilir.
  3. Akrabalar aralarında ilişkiyi kesmeyecek. Sıla-i rahim dediğimiz, İslam’ın kardeşlik ve vahdet anlayışına destek olacak uygulama çok önemlidir. Münafıklar da kendilerini ve inanç/ değerlerini yeryüzüne hâkim kılmak isteyeceklerdir. Onların da çok güzel ve gayet süslü planları olacaktır. Kendilerinin reklamını yapacaklar ve insanları o daireye davet edeceklerdir. Ama Rabbimiz onların planlarını ve ağızlarından çıkan sözlerinden daha farklı olarak gerçekleşecek uygulamalarını haber veriyor. “Ey münafıklar! Demek fırsatını bulup iş başına geçecek olsanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz, öyle mi?” (Muhammed, 22) Yeryüzünde bozgunculuk yapmanın bir münafıklık olduğunu bilir ve kabul ederiz. Ama ya akrabalarla ilişkiyi kesmek?

Tavsiye edilen bu davranışların ilk ikisi bireyseldir. Yani kişinin kendi seçim ve gayretine bağlı olarak devam edilebilir. Ancak üçüncü maddede yer alan ve akrabalarla ilişkileri kesmeme konusundaki emir bireysel olarak ve tek taraflı yaşanabilecek bir durum da değildir. Burada karşılıklı olarak ve ortak bir hassasiyetle devam edecek bir durum söz konusudur. Bazen sizin bu konudaki hissiyat adımlarınız karşı tarafta aynı şekilde makes bulmayabilir. Birinin bu konuda dikkatli olması yetmeyebilir. Zira akrabalık ilişkileri tek yönlü sürdürülebilecek bir ibadet değildir.

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre bir adam:

- Ya Rasûlallah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar, dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.av) şöyle buyurdu:

- “Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.” (Müslim, Birr 22) Yani sıla-i rahim ibadetinin tek taraflı devamı çok mümkün olmasa da bu konuda gayret gösterenler de boşta kalmayacaklar. Onları bekleyen Allah’ın yardımı gibi büyük bir nimet var.

Bu üç önemli uyarıya kulakların tıkandığını ve gereken hassasiyetin gösterilmediğini hepimiz biliyoruz. Böylesi emredilmiş güzelliklerin yaşanmamasında; ferdi bir hayat yaşamak, değişen şartlar, şehir hayatı, modern çağın çıkmazları vb. birçok nedeni saymak mümkündür.  Böylesine aymaz, bencil, ikiyüzlü ve samimiyetten uzak bir hayat; Allah’ın lanetini gerektirecek bir durum olarak işaret ediliyor. Kulakların sağır olması ve gözlerin kör olmasından herkesin kafasındaki göz ve kulaklarını kaybedeceğini anlamak çok basitlik olur.

Bu hadisi şerif hem dünyayı hem de ahireti mamur edecek üç maddelik bir hazırlığa işaret ediyor. Zor günler için herkes bir azık hazırlar. Biz de hazırlanacağız… Hakkı duyamamak, Allah’ın ayetlerini görememek, bu konuda yapılan uyarı ve ikazlar karşısında kör ve sağır davranmak herkese verilecek bir azap ve ceza değildir. Dünya hayatındaki nimetlerin çokluğu, göreceli de olsa yaşadığı mutlu hayat bizi aldatmamalı. Asıl ceza; rıza-i ilahiden uzak kalmak ve gazabı hak edecek fiillere dalmaktır.

Kaynak: Haşim Akın, Altınoluk Dergisi, Sayı: 464

İslam ve İhsan

KURTARICI SÂLİH AMELLER

Kurtarıcı Sâlih Ameller

100 KOLAY SALİH AMEL

100 Kolay Salih Amel

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.