Üç Meyve Bir Ağaçta Olmaz

Zâhir ilmin fayda ve zararını bilmek isteyen, şerîatten ve şer’î ilimlerden taleb eyler. Bâtın ilminin fayda ve zararını, iniş ve çıkışlarını bilmek isteyen de, bir mürşid-i kâmile varıp onun terbiyesine girer, gönül kitabını okur. İhlâs ile seyr u sülûke çalışır.

Tasavvuf ilminin daha ötesindeki hakîkat ilminin zevkine ve hâline ermek isteyen, mürşid-i kâmilin terbiyesinde bütün nefsânî sıfatlardan sıyrılarak, gönlündeki mâsivâyı yakar, böylece fenâ-fillâh ve bekà-billâh mertebesine ulaşır.

Ancak bu üç hâlin başka başka yolları ve usûlleri vardır. Usûlünce talep olunursa, az zamanda maksat hâsıl olur. Aksine, bir kimse bu gerçekleri bir kenara bırakıp kendine göre bir yol tutarsa, bu, erik ağacında üzüm aramaya benzer.

ŞERÎAT, TARÎKAT VE HAKÎKAT'İ ELDE ETMEK

Bostan ıssı, yani bahçenin sahibinden murâd ise, mürşid-i kâmildir. Onun:

“–Niçin kozumu (cevizimi) yersin?” demesi, bir tenbih ve îkazdır.

Bununla mürşid-i kâmil:

“–Niçin olmaz yere zahmet çeker, yorgun düşersin? Bu üç meyve bir ağaçta olmaz. Her birinin ağacı ayrıdır. Sen bu üç meyveyi, yani şerîat, tarîkat ve hakîkati elde etmek istiyorsan, onları âit oldukları yerden ve ehlinden tahsîl etmelisin!” demiş olmaktadır.

Burada rehbersiz bir şekilde kendi kendine bir yol tutturan kimseleri îkaz vardır. Bunlar, bahçeye destursuz bir şekilde girip erik ağacında üzüm için boş yere zahmet çekenlerdir.

Ancak önce bir bahçıvanın nezâretinde hangi meyvenin hangi ağaçta olduğunu bilmek ve ondan sonra elde etmek için gayret göstermek gerekir. Zira izinsiz bir şekilde bahçelere girmek, hırsızlık; erik dalında üzüm aramak da boş zahmetlerle yorgunluktan başka bir şey değildir. Nitekim böyle hareket eden gâfil kimseler, erbâbı tarafından haklı olarak azarlanır ve îkâz edilirler. Kaldı ki sanatlarda da bu durum aynıdır. Bir kimse kendi parasıyla bir sanat dalının âlet ve edevâtını alsa ve o hususta rehbersiz ve ustasız olarak mahâret göstermeye kalkışsa, o işin erbâbı, derhâl kendisini:

“–Nedir senin şu yaptığın?” diye tenbih ve îkâz ederler.

Hattâ Osmanlı devrinde böyle bir hamlıkla kendilerine işyeri açan kimselerin dükkânlarının derhâl kapatılması bundandır. Maalesef günümüzde bâzı kimseler, bu incelik ve derinliğe ulaşamadıkları için hâdise ve meseleleri sadece bir perspektiften mütâlaa edip onların sayısız sır ve hikmetlerinden gâfil kalmaktadırlar. Böylece âdeta her rengi siyahtan ibâret zanneden nice hakîkat âmâları zuhûr etmektedir.

Buradan alınacak ders odur ki, tasavvuf vâdisinde ilerlemek isteyenler, kitaplardan az veya çok bilgi edinebilirler. Lâkin feyz ve yönlendirme için canlı bir kitaba, yani bir mürşid-i kâmile muhtaçtırlar. Bu ilmin asıl feyizli özü, sadırdan sadıradır. Zira satırdaki ilim ve feyzin, saksıdaki çiçek gibi sınırlı bir gelişme imkânı varken, sadırdaki ilim ve feyiz, münbit bir bahar toprağındaki bitkilere benzer. Onların kendi istîdat ve kâbiliyetlerinden başka, önlerinde sınırlayıcı bir engel yoktur. Buna göre bir çınar veya selvi ağacını saksıya gömmek, onlar için pek büyük bir mahrûmiyet demektir. Bunlar, kendi kapasite ve imkânları seviyesinde bir gelişme seyri gösterebilmeleri için, bünyelerindeki istîdat ve kâbiliyetlerine yetecek derecede münbit bir toprakta bulunmalıdırlar. İşte insanlar için bu münbit topraklar, mürşid-i kâmillerdir ki, niceleri bir çınar kapasitesinde olsalar da bir mürşid-i kâmile vâsıl olup onun sadrından ilim ve feyiz almadıkça istîdatlarının hakkını vermiş olamazlar.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.