Umman Ne Demek? Umman Ne Anlama Gelir?
Umman ne demek? Umman kelimesinin anlamı nedir? Umman kelimesine örnek cümleler...
Ummân: Büyük deniz, okyanus demektir.
UMMAN KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER
Güzeller Güzeli Efendimiz’in kelimelerle resmini çizmeye çalışan bu tasvirler, saâdet devrine eremeyen ve hasretle yanan gönülleri bir nebze olsun teskîn ve tesellî etmektedir. Efendimiz’i anlatan değerli rivâyetleri nakleden kimseler, bize âdeta deryâdan bir katre sunmaktadırlar. Bu katredeki ummânı görmeye çalışan mü’minler, Âlemlerin Efendisi’ne olan muhabbetlerini artırarak O’nun üsve-i hasenesinden istifâde etmeye, şemâil ve ahlâkı ile mütehallî olmaya gayret göstermişlerdir.
*****
Hülâsa, Hakîkat-i Muhammediye olarak da isimlendirilen Nûr-i Muhammedî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî şahsiyetini temsîl
eden bir nûr, bir hakîkat veya bir cevherdir. Allâh katında en sevgili ve en kıymetli olan, O’dur. Mevcûdâtın varlık sebebi, Cenâb-ı Hakk’ın, hilkatte ilk olan Nûr-i Muhammedî’ye muhabbetidir. Bu sebeple bütün kâinât, Nûr-i Muhammedî’nin şerefine ve O’na bir mazrûf olmak üzere halkedilmiştir. Bütün mevcûdât O’nun hakîkatini tafsîl ve beyân için yaratılmıştır. Bu yüzden nasıl ki bir bardağa, bir ummânı sığdırmak mümkün değilse, Nûr-i Muhammedî’yi lâyıkıyla idrâk edebilmek de öyle mümkün değildir.
*****
Anneciğim! Ben şimdiye kadar Kur’ân-ı Kerîm’i ölülere okunur biliyordum. Ölülere inmiş bir kitap olduğunu zannediyordum. Fakat şimdi gördüm ki, her bir âyet bir başka cihan… Sonsuz bir umman… Ebedî bir şifa… Hayat okyanusunun fırtınalı yolcuğunda en emin ve sağlambir ilâhî gemi… Muazzam bir hidayet…
*****
Hazret-i Peygamber Efendimiz’e tâbî olanlara bir bakın: Aralarında Habeşistan Kralı Necâşî, Mean ulusu Ferve, Himyer reisi Zülkılâ, Fîrûz-i
Deylemî, Yemen ulularından Merakebud, Umman vâlilerinden Ubeyd ve Câfer gibi mümtaz ve mevki sahibi şahsiyetleri görürsünüz.
*****
Bir yaratılış hârikası olan Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’i, beşerî istîdat ve tâkat dâhilinde bütünüyle idrâk edebilmemiz mümkün değildir.
Çünkü bu âlemden alınan intibâlar, O’nu îzah ve idrâkte âciz ve kifâyetsiz kalır. Bir bardağa, bir ummânı sığdırmak mümkün olmadığı gibi, Nûr-i Muhammedî’yi bütünüyle idrâk etmek de mümkün değildir.
*****
Kur’ân’ın her kelimesi, onu telâkkî eden kimselerin idrâki kadar olmayıp aksine sonsuz bir mânâ derinliğine sahiptir. Lâkin insanların ekserîsine
lâzım olan, onun zâhirî muhtevâsıdır. Bu da, beşer hayatını mükemmel bir sûrette tanzîme kâfîdir. Zâten o hakîkat ummânını bütünüyle
idrâk, aslâ mümkün değildir. Çünkü Kur’ân, âciz bir insanın ilmi değil, bu dünyadaki bütün ilimlerin kâidelerini vazederek insanlara lûtfeden Rabbin sonsuz ilminden bir tecellîdir.
*****
Bunun üzerine merhamet ummânı olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hâtıb kendisini doğru müdâfaa etti.” buyurdu ve onu affetti.
Hâtıb’ın boynunu vurmak isteyen Hazret-i Ömer’e de Cenâb-ı Hakk’ın, Bedir Harbi’ne katılanların yaptığı hatâları af buyurduğunu hatırlatarak şu
mukâbelede bulundu:
“−Ama o Bedir Seferi’ne katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allâh Teâlâ Hazretleri Bedir ehlinin hâline muttalî oldu da: «Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret ettim!» buyurdu.” (Buhârî, Meğâzî, 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 161)
*****
Peygamber Efendimiz r nice görgüsüz ve câhil insanların kabalıklarına mâruz kaldı. Fakat engin bir rahmet ve muhabbet ummânı olan gönlü bunlardan incinmek yerine, onların kendilerine yazık etmelerine üzüldü. Rabbi kendisinden râzı olduktan sonra, başına gelenlere aldırış et
medi. Onun nazarında fânîlerin medh ü senâları veya alay ve yermeleri değil, Rabbinin rızâsı mühimdi. Bunun içindir ki, kendisini taşlayan Tâif halkının helâki için bedduâ etmek yerine, hidâyet ve selâmete ermeleri için duâ etti.
*****
Her sır, hikmet ve hakîkat Kur’ân’da gizli, her saâdet îmânda zâhirdir. Bu uçsuz bucaksız âlem de gösterir ki; Cenâb-ı Hak, dilerse zerrede ummânı, dilerse ummanda zerreyi gizli kılar veya âşikâr eder.
Bu hakîkatlere istinâden Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:
“Birgün bende Allâh Teâlâ’nın nûrunu insanlarda göreyim diye bir arzu uyandı. Sanki denizi damlada, Güneş’i ise zerrede görmek istiyordum…”