Ümmet Coğrafyasında Acı ve Ümit
Acılar kasıp kavuruyor ümmet coğrafyasını, bu doğru. Bazen Bosna’da yanıyoruz, bazen Arakan’da... Doğu Türkistan’da, Filistin’de hep yanıyoruz, Çeçenistan’da hep... Kudüs bitmeyen yürek sızımız. Ama ümit hep var.
Ümit hep var çünkü;
-İnsan İslamsız olmaz, bu bir. Ve..
-Müslümanın bittiği dünya kıyamet dünyasıdır, bu iki.
Dünya olacaksa İslam da olacak, Müslüman da...
İslam, insanlığın tefessüh ettiği bir çağda geldi, insanın elinden tuttu ve Yaratıcı’nın “eşref-i mahlûkat” diye nitelediği “insan kıvamı”nı yeniden inşa etme cehdine soyundu.
Bu misyon, Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin misyonu idi.
Kelimenin tam manasıyla sıfırı tüketmişti insanlık o dönemde. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir çağdan bahsediliyorsa, işte sıfırı tüketmek o demekti. Mehmet Akif’in “Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta - Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi” dediği çağ.
Hazreti Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem o insanların yüreğini aldı, yeniden yoğurdu ve insanlardan “Aziz ümmet” teşekkül etti.
Sıfırdan bir insan ve toplum inşasıdır bu.
Bu inşa eylemi de, insanın özde İslamsız olamayacağı gerçeği ile alakalıdır.
Yaratan öyle yaratmıştır insanı çünkü.
İslamsızlık bir insani çürüme sürecidir.
Onun için İslam insan olarak dünyaya gelmiş herkesin olmazsa olmazıdır.
Bu noktada İslam ümmeti de (Ümmet-i icabet deniyor buna) İslam’la hemhal olmanın sınavını yaşıyor, herhangi bir insan veya topluluk da (davet ümmeti deniyor buna) potansiyel olarak İslam’la buluşma ihtimali içinde bulunuyor.
Ümit, insanın sıfır noktasına düşmüş olsa bile yeniden Allah’ın yoluna girebileceği ümididir.
Bu ümidin bir inşa sürecine dönüşmesi için, “Kalk ve uyar” nidasıyla yola çıkan Allah Rasulünün izinde yürür gibi bir gayrete soyunmak gerekiyor. O derde düşmek gerekiyor. O yürek kıvamını edinmek gerekiyor.
Olur mu, neden olmasın?
Aşağıda paylaştığımız duygular, düşünceler Altınoluk’un geçmiş 32. yılı içinde yüreklerden yüreklere taşınan hem sızıyı hem ümidi dillendiriyor. Yıllar geçiyor doğru, ama mayanın tutması için bir ilahi takvim var demek ki, olmuyor deme hakkımız yok, olacak inşaallah, maya tutacak ve ümmet ümmet olacak.
Gelin sızıları ve ümidleri yeniden paylaşalım:
“DEVLETİNİZ GİDER!”
Başlı başına şu ayeti okumak, üzerinde düşünmek, ona göre duygu- düşünce dünyamızı imar etmek ve ümmet olarak hal ve hareketlerimizi belirlemek mümkün olsa, bütün o, “Fesat stratejileri”ni tersyüz edebiliriz.
Allah Teala buyuruyor ki:
“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 46)
İtaatin merkezine Allah ve Rasulü konacak. Diğer tüm güçlere (Kur’an’ın ulül emr diye nitelediği yöneticiler dahil) itaat, ancak Allah ve Rasulüne itaatleri çerçevesinde gerçekleşecek. Bir konuda “ihtilaf” olduğunda konu Allah ve Rasulünün bildirdiği ölçülere müracaatla çözülecek (Nisa, 59) Allah ve Rasulüne itaatin hemen ardından “birbirimizle çekişmeme, parça parça olmama, bölünmeme, hizmet itibariyle bölünmek kaçınılmaz olsa bile kalben bölünmeme” ilahi çağrısı geliyor. Allah Teala “Bölük bölük olmayın” diyor duyabilene. Ardından paramparça olmanın getireceği kalbi, fikri, psikolojik risk hatırlatılıyor. “Korkuya kapılırsınız, kalbi zaafa düşersiniz. İradeniz çözülür.” Ve ardından hem kişiler olarak hem toplumlar olarak ödenecek bedel geliyor. Kur’an’da “Rîh” kelimesi kullanılıyor. Bu sözlük anlamı itibariyle “Rüzgar” anlamına geliyor. “Rüzgar” yani etkileme gücü olan varlık demek, müfessirler bunu “Gücünüz, devletiniz gider” şeklinde anlamışlar. Evet, işte görünen “İslam dünyası vakıası”nın resmi.
Bu ayet bize, Mü’minlerin birbirinin gücü – kudreti – rüzgarı olduğunu, bölünüp parçalanma halinde bu gücün birbirini besleyen değil, birbirini azaltan güce dönüştüğünü, bunun da bedelinin “Devletin kaybı” noktasına kadar varabileceğini bildiriyor. Burada “devlet kaybı”nı, İslam dünyasının müşahhas haline bakarak yorumladığımızda, İslam toplumlarının oluşturduğu devletlerin içinin boşaldığı, devlet olma haysiyetlerinin kaybolduğu şeklinde anlayabiliriz.
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2013 - Eylül, Sayı: 331, Sayfa: 003)
ALLAH’IN İPİNE SIMSIKI SARILMIŞSAK...
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103)
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmışsak, bu parçalanmayı gerçekleştiren kim? Allah bizim kalplerimizi birleştirmişse, nasıl ayrıldık? Allah bizi bir ateş çukurunun kenarından kurtarmışsa, şimdi İslam toplumları olarak birbirimiz için ateş çukuru kazmak neyin nesi? Benim payım ne bu çukurun kazılmasında ve ben, Rabbimin huzurunda bunun hesabını nasıl vereceğim?
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2013 - Eylül, Sayı: 331, Sayfa: 003)
MÜCADELEDE SINIRLAR
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin. Çünkü Allah’ın indinde sayısız ganîmetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ, 94)
Bu ayetle Allah Teala, sanki bize, insanoğluna tüm zaaflarını tahlil etme fırsatı verecek bir çerçeve sunuyor. Savaştığınız insanlarla bile sebebi iyi anlamayı, dinlemeyi emrediyor. Ayetin “Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin.” bölümünü bin kere okumak ve bizim insanlarla, toplumlarla, farklı mezhep, cemaat, tarikat veya inanç gruplarıyla ilişkimizde “dünya menfaati”ni dikkate alıp değerlendirme yapıp yapmadığımıza bin kere bakmamız, her davranışımızı bu istikamette süzmemiz lazım. Bununla Rabbimiz bizden, kendi niyetlerimizi sorgulamamızı istiyor. Bir tür “Hicretiniz kime, diyor Allah Rasulü gibi, Allah’a ve Rasulüne mi, yoksa arzuladığınız kadına mı?” Kılıcı niçin çaldınız karşınızdakine? Ganimette daha çok pay düşsün diye mi, malı - mülkü – iktidarı paylaşacak ortaklar istemediğiniz için mi? Niyetlerin bile sorgulanacağı Rabbin huzurunda ortaya çıkabileceğini aklınıza getirmediniz mi? İnsanların kalbini yarıp bakmadıysanız, nasıl kılıç çaldınız boynunu vurmak için?”
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2013 - Eylül, Sayı: 331, Sayfa: 003)
DEVLETİNİZ GİTMİŞSE...
Bugün gerçek anlamda İslam’ı yaşayabilmek, ancak “Kardeşliğimizi idrak” ile mümkündür.
Değilse, “Devletimiz gider, kudretimiz gider, rüzgarımız söner, etkileyemez hale geliriz, bunalırız, ferahlayacak bir iklime hasret kalırız.” “Devleti giden” her toplum zillete düçar olur. Ecdat “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” sözünü boşuna söylememiştir.
İçi boşaltılmış olan, yönetenlerinin gönülleri başka rüzgarların etkisine giren yapıları devlet saymak doğru değildir.
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2013 - Eylül, Sayı: 331, Sayfa: 003)
ÜMMET: BÜYÜK İNSANLIK BULUŞMASI
Ümmet, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.)’in elinden tutan insan topluluğu demektir. O’nun izine basan, O’nun rengine boyanan, O’nun ahlâkıyla ahlâklanan, İslam kumaşı ile dokunan insan topluluğu demektir.
Farklı kavimler, farklı renkler, diller “İslam ümmeti”nin evrensel kubbesi altında toplanıyor. Ümmet çizgisi, evrensel bir islami - insani çizgi anlamına geliyor. Bütün zamanlarda büyük bir insanlık buluşmasını anlatıyor İslam ümmeti.
Mesela Hac’daki Arafat ortamının, bu vasıfta bir ümmet buluşması olduğu muhakkak.
Orada Yaradan’ın huzurunda buluşmuş yüzlerce renk, ırk ve dil var. Dünyevi sıfatlardan soyunmuş, kulluk şuurunu yüklenmiş, yürekleri birbirine raptolmuş, aralarında rahmet alışverişi yapan, iyilikte öncü, kötülüğe karşı siper, adeta dünyadaki büyük ümmetin minyatür bir temsilcisi...
(Ahmet Taşgetiren - 2014 - Kasım, Sayı: 345, Sayfa: 003)
GÜNÜN SORUSU
Acaba İslam ümmeti, şu anda, Kelam-ı ilahinin resmettiği, Rasulullah Efendimizin kutlu elleriyle kumaşını dokuduğu “Aziz Ümmet”in içini ne kadar dolduruyor?
Belli ki acılar var.
Belli ki mazlumiyetler var.
Belli ki mahrumiyetler var.
“Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” diyor Arif Nihat Asya na’tinde.
Ebu Cehil’i bitirmişti oysa İslam ümmeti, Saadet Çağında... Şimdi nereden geldi Ebu Cehil yeniden ve İslam ümmetine ne oldu ki o geldi?
Dar’ül İslam’a baktığımızda, orada yabancı bayraklar, tasallutlar, zulümler, işgaller görüyorsak, “İzzet”imize bir şeyler oldu, oluyor demektir.
Hürriyet ki, İslam’ın ve Müslü-manın olmazsa olmazıdır, hürriyet problemi yaşıyorsa ülke ülke Müslümanlar, var bir problem bizim “Aziz Ümmet” hüviyetimizde demektir.
(Ahmet Taşgetiren - 2014 - Kasım, Sayı: 345, Sayfa: 003)
ÜMMET ÜMMET OLSA...
Ümmet ümmet olsa, Gazze Gazze olmazdı, belli ki.
Ümmet ümmet olsa, Somali’de bir Müslüman çocuk açlıktan ölmezdi, ötede bir başka “İslam ülkesi”nde altından taht yapan bir hükümdar olmazdı.
Ümmet ümmet olsa, İslam coğrafyası böyle acılar içinde kıvranmazdı.
Ümmet ümmet olmalı.
Rasulullah’a lâyık olmalı.
Kur’an’ın kumaşında dokunmalı.
İzzeti bulmalı.
İslam’ı kişiliğinde temsil eder bir kıvama erişmeli.
Bunun için insan insan, ülke ülke, devlet devlet bir yeniden inşa süreci başlamalı.
Bu bizim imtihanımız.
Ümmet olmak demek, Müslü-man-lığımızın içini, Rasulullah Efen-dimizin şahsiyet ölçüleriyle dokumak demek. Bundan vaz geçmek, bunu ıskalamak ve bu halimizle de “Muhammed ümmeti” iddiasında bulunmak mümkün mü?
Ümmet planında yaşanan acılar, Rasululllah sallallahü aleyhi vesellemle aramızdaki mesafeden doğuyor, kurtuluş da, O’nunla aynileşmede. Yani gerçek ümmet olmada...
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2014 - Kasım, Sayı: 345, Sayfa: 003)
FİİLİ DUALARIMIZ OLMALI
Dua etmeli, mutlaka.
Dua, Rabbimizin lütfuna, yardımına, rahmetine sığınmak demek.
Duasız olmaz.
Ümmet olarak, Rahman’ın rahmetine, merhametine, lütfuna, yardımına, nusretine sonsuz ihtiyacımız var.
Hiçbir derdimiz olmasa, O’nun lütfuyla nefes alıp vermekteyiz ve bunun için yüreklerimiz O’nun eşiğine merbut olmalı.
Ama ümmet olarak acılar içindeysek, o kerem kapısını daha çok, daha çok çalmak durumundayız.
Belki öncelikle fiili dua için kolları sıvamalıyız.
Fiili dua, kendimizi yeniden inşa gayretine soyunmak demek.
Ülke ülke, insan insan, devlet devlet yeniden inşa.
Kaybedilenlerin çetelesini tutmak ve her birini yeniden kazanmak.
Gözlerimiz kaybolduysa, gözlerimizi, bilincimiz kaybolduysa, bilincimizi, yüreğimiz kaybolduysa yüreğimizi, toprağımız kaybolduysa toprağımızı, devletlerimiz kaybolduysa devletlerimizi arayıp, bulup yerli yerine ve Yaradan’ın istediği kıvamda yerleştirmemiz lazım.
Camileri, minberleri, mihrapları, namazları, oruçları, hacları, zekatları, secdeleri, rükuları, kıyamları, imamları, müezzinleri, anneleri, babaları, gençleri, yaşlıları yeniden inşa etmek... Yeniden Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Muazlar, Ammarlar, Fatımalar, Haticeler, Ayşeler, Nesibeler yetiştirmek.
Fiili duadan sonra, yüreklerimizi yönlendirmeliyiz Rahman’ın yüce katına...
En canhıraş feryadı yüklemeliyiz yüreklerimize...
Somali’de, çocuğunu yolda bırakmak zorunda kalan annenin canhıraş feryadını mesela...
Bosna’da karnı deşilen annenin feryadını mesela...
Gazze’de topa tutulan evlerin feryadını...
Afganistan’da vurulan sivillerin feryadını.
Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, kendi yönetimlerinin boğazladığı kitlelerin feryadını...
(Ahmet Taşgetiren - Altınoluk, 2014 - Kasım, Sayı: 345, Sayfa: 003)
BÖYLE İSLAM DÜNYASINA BÖYLE FİLİSTİN...
Allah Rasûlü -sallellahu aleyhi ve sellem- “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyurmuştu değil mi?
Evet, nasılsak öyle de yönetiliyoruz.
O halde, 1 milyar civarındaki dünya İslam nüfusu nasıl bir görünüm sergiliyor ki, Filistin yarası, Eritre acısı, Afganistan dramı onun bedeli olarak müslüman hayalinin birer parçası halinde bulunuyor?
….
İslam’ın belirleyici olup olmaması, Filistin ve benzeri yaralar için çok mu önemlidir. Evet çok önemlidir. Çünkü bugünün müslümanı, atomize hale getirilmiş müslümandır ümmet bütünlüğünü kaybetmiş müslümandır. Hatta cemaat! bütünlüğünü. Dünyanın herhangi bir yerindeki müslüman için değil Filistin’deki yaraya el uzatmak, yanı başındaki müslümanın acısıyla ilgilenmek bile tamamen “ferdî” bir değerlendirme meselesidir. Oysa İslam öyle düşünmüyor. Şura Süresi 39. âyette, “O mü’minler ki haklarına, yurtlarına tecavüz edildiği zaman yardımlaşarak öç alırlar.” buyuruluyor. Demek İslam, müslümanı müslümana karşı sorumlu kılıyor. Kılıyor ama bu sorumluluk nasıl icra edilecek? İslam çağırdığı zaman kaç kişi kendisini “hayat’ın bağlayıcılığından kurtararak koşabiliyor? Filistin’deki, Afganistan, Eritre, Azerbaycan’daki Türkistan’daki bütün bu yerler müslümanların büyük kütleler halinde bulundukları yerlerdir-Müslümanların İslam’ı yaşayabilme kaygıları bizleri ne kadar ilgilendiriyor? Ya da çok çok ilgilensek “ferdî” olarak ne yapabilirdik? Demek İslâmın belirleyiciliğinin yok edilmesi, temelde ümmet gücünü ortadan kaldırıyor.
(Ahmet Taşgetiren - 1988 - Haziran, Sayı: 028, Sayfa: 003)
EN BÜYÜK HAÇLI SEFERİ: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI...
1914 yılında ‘Harbi Umu-mi’nin çıkması üzerine, Osmanlı Devleti Mısır’da bulunan İngiliz-lere ve Doğu Akdeniz’e karşı muhtemel Avrupa çıkarmalarına karşı, Filistin’de önemli askeri tedbirler aldı. Kudüs merkezdi.
Sebebleri bu yazının sınırlarını çok aşacak olduğu için, üzerinde duramayacağımız mağlubiyetlerimiz birbirini kovaladı. Dördüncü ordumuz ‘Kanal harekatında’, Yıldırım Ordularımız sonraki askeri hareketlerde yenildi ve İngiliz Generali Sir Edmund Allenby komutasındaki İngiliz birlikleri ile onlarla birlikte hareket eden Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal komutasındaki Arap kuvvetleri müştereken, 400 yıldır Kudüs’ü müslümanlığın elinde tutan Türk ordularından alıp, bir İngiliz sömürgesi, daha doğrusu bir Hıristiyan toprağı haline getirdiler. (9.Aralık.1917). Kudüs sancağı düştü... Kudüs’e giren Allenby, “Haçlı Seferleri zaferle sonuçlanmıştır?”diye beyanat verdi.
(Veli Şirin -1986 - Nisan, Sayı: 002, Sayfa: 009)
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 383. Sayı