Ümmeti Birleştirecek Adım

“Ben Müslümanlardanım” ikrarı, ümmet fertleri için etnik ve her terlü gurupsal farklılıkların üstünde ve önünde “buluşma noktası”dır. Önemli olan bu noktadaki birlikteliği, bir başka ifade ile din kardeşliğini öteki beraberliklerin de ancak kendisiyle anlam ve değer kazandığı asıl fazilet ve gerçek olarak içselleştirip öylece yaşamaya çalışmaktır. Ümmet olarak bütünleşmenin başlangıç adımı ve yapısal özelliği bu olsa gerektir.

Günümüz İslâm toplumlarında ümmet-i Muhammed’den olmanın ötesinde kâmil mü’min kıvamını yakalayabilmek için kimi dini gurup ve cemaatlere mensup veya müntesip olmayı mecburiyet ve hatta zarûret derecesinde gerekli sayan düşünce ve teşebbüslere rastlamak, yaygınlık kazanmış toplumsal bir gerçeklik haline gelmiştir. İşte tam da bu noktada hatırlanması gerekli bir âyet-i kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden çağrısı (ve konumu) daha güzel olan kim vardır?”1

Bu âyet-i kerime, çağrı/davet, söylem - eylem uyumu ve konum belirleme ve ilanı açılarından inananlar için paylaşılacak yegâne ölçü ve biricik buluşma ilkesi anlamı taşımaktadır. Bu çerçevedeki bir mü’min varlığı, konum ve davet (hal ve kâl) bakımından “en güzel/ahsen” olma seviyesini kazanmış, başlı başına üstün bir değer niteliğine ulaşmış demektir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe iletir. İyilik de Cennet’e iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir.” 2

"BEN MÜSLÜMANLARDANIM" DEMEK

Öte yandan yine bu âyet-i kerimeye göre Ümmet-i icabet anlamında, bütün imtiyaz ve sorumluluklarıyla birlikte ümmet-i Muhammed’den olmak için kelime-i tevhidi ya da kelime-i şehâdeti söylemek yetmektedir. “Ben Müslümanlardanım” demek ise, hiç bir ayırıma ve dışlamaya lüzum kalmadan ümmeti kucaklamak, ümmet ufkuna sahip çıkma anlamına gelmektedir. Bu ikrar ve beyan, “Müslümanlardan olmak için” Müslümanlar arasında bulunan sosyal ve dini grupların hiç birini ayrıca ve özellikle zikretmeye ve öne çıkarmaya ihtiyaç ve gerek bırakmamaktadır.

Âyet-i kerime, insanlık bazında “Müslümanlardanım” diye özel, Müslümanlar çerçevesinde ise herhangi bir etnik köken veya dini grup belirtmeyip “Müslümanlardanım” genelliğiyle “tarafını/safını belirleme” anlamı taşımaktadır.

O halde Müslümanın, ümmet-i Muhammed içindeki yerini alması için  “ben Müslümanlardanım” demesi kâfi gelmekte ve herhangi bir gruba veya dini cemaate mensup olması, onun imanî kimlik ve kişiliği ve de sonucu açısından -kimilerinin iddia ettiğinin aksine- asla “gerekli veya zorunlu” bir nitelik arzetmemektedir.

MÜSLÜMANLARIN BULUŞMA NOKTASI

“Müslümanlardan olma” vurgusu, Kur’ân-ı kerîm’de Peygamberlere yönelik olarak da yer almaktadır. Nitekim “Ben Müslümanlardanım” ikrarının, “buluşma noktası” niteliği şu âyet-i kerimelerde bütün açıklığı ve “Allah Teâlâ tarafından emredilmiş” olma özelliğiyle dikkat çekmektedir.

“Eğer yüz çevirirseniz, ben zâten sizden bir ücret istemiş değilim. Benim ücretimi sadece Allah verir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi.”3

Bu âyet-i kerime, Hz. Nuh’tan kendisiyle tartışan kavmine söylemesi istenen bir beyândır. Aşağıdaki iki âyet-i kerime de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden muhataplarına yöneltmesi istenen sözleri açıklamaktadır:

“Şöyle de: “Ey insanlar! Şâyet benim dinimden şüphe ediyorsanız; bakın, ben Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Ben ancak sizin canınızı alacak olan Allah’a kulluk ederim. Çünkü bana mü’minlerden olmam emredildi.4

“(De ki:) Ben bu beldeyi muhterem ve mukaddes kılan ve her şey Kendisine âit olan o beldenin Rabbine, yalnızca O’na kulluk etmek ve Müslümanlardan olmakla emrolundum.”5

Öte yandan, İslâm’ı en özlü ve açık olarak tanımlamasını isteyen sahâbi Süfyân b. Abdillah es-Sekafî’ye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in “Allah’a inandım de, sonra da dürüst/müstakim ol!”6 diye verdiği cevabın genelliği de “ben Müslümanlardanım” buluşma noktasının bir başka açıklaması niteliğindedir.

Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e “Müslümanların ilki olma” talimatının verilmiş olduğu gerçeğini de Kur’an-ı Kerim’den öğrenmekteyiz.

“De ki: Ben saf ve samimi bir inançla Allah’a yönelerek O’na kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam emredildi.” Müslümanların ilki’nin arkasından gidebilmek, ona ümmet olabilmek için “ben Müslümanlardanım” ikrarına sahip çıkmak en sağlıklı ve kestirme yol olsa gerektir.

Netice itibariyle “ben Müslümanlardanım” ikrarı, ümmet fertleri için etnik ve her terlü gurupsal farklılıkların üstünde ve önünde “buluşma noktası”dır. Önemli olan bu noktadaki birlikteliği, bir başka ifade ile din kardeşliğini öteki beraberliklerin de ancak kendisiyle anlam ve değer kazandığı asıl fazilet ve gerçek olarak içselleştirip öylece yaşamaya çalışmaktır. Ümmet olarak bütünleşmenin başlangıç adımı ve yapısal özelliği bu olsa gerektir.

Halkımızın büyük bir zevkle dillendirdiği “Elhamdülillah Müslümanım” veya “Elhamdülillah ben bir Müslümanım” sözlerini, “Elhamdülillah ben Müslümanlardanım” derinliği içinde kullanmak ümmet bilincine işaret ve çağrı açısından daha uygun gözükmektedir.

Elhamdülillah ben Müslümanlardanım.

Dipnotlar:  1) Fussılet (41 ), 33. Âyet-i kerime, Mekke’de nâzil olduğu için henüz ezan ve müezzinler söz konusu değildi. Bu sebeple âyette Hz. Peygamber’in konumu ve ikrarı bildirilmektedir. Âyet-i kerime’nin, durumları Efendimizin ayette belirtilen vasıflarına uyum gösteren -müzzinler dahil- tüm Müslümanları kapsadığı açıktır. 2) Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105 3) Yunus (10), 72 4) Yunus (10), 104 5) en-Neml (27), 91. 6) Müslim, İman  62; Tirmizi, Zühd 61; İbn Mâce, Fiten 12; Darimi, Rikak 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 413. Tirmizi ve İbn Mâce’deki rivayette hadisin söylenme/vürud sebebi olarak Süfyan b. Amr’ın “sımsıkı sarılacağım temel ilke nedir” diye sorduğu bildirilmektedir.

Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 388

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.