Ümmeti Muhammed Arasındaki Tefrika

ÜMMET

Bugün ümmet-i Muhammed arasındaki tefrika, işte bu kavganın, bu anlayışsızlığın, bu hoşgörüsüzlüğün, bu grupçuluğun adıdır tefrika. Daha doğrusu bizim sözünü etmek istediğimiz tefrika, bu noktadaki parçalanmışlıktır.

Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi,

Nehyedermiş bir fenalık görse kardeş kardeşi.

Mehmed Âkif Ersoy

Sözlük anlamı, parçalara- bölüklere ayrılmak, bölücülük, ayrımcılık yapmak olan tefrika, terim manasıyla inanç bakımından gruplara ayrılmak (iftirak) demektir. Bu manasıyla tefrika, inançta tevhidi, toplumda vahdeti ilkeleştirmiş olan İslâm’ın yasakladığı bir olgudur. Çağrı açıktır; “Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya/ayrılığa düşmeyin.”1

ÜMMETİ BİRBİRİNE DÜŞÜREN SÖZLER

Biz Müslümanlar tanıklık ederiz ki Allah birdir. «Sırât-ı müstakîm» O’na giden yegâne yoldur. Kur’an-ı Kerim’de “Sen, hiç şüphesiz dosdoğru bir yola rehberlik ediyorsun, Allah’ın yoluna...2 buyrulmaktadır. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in temel işlevinin sırat-ı müstakime rehberlik etmek  olduğu bildirilmiştir.

Ancak sırat-ı müstakim’in tek olması, ayrı ayrı grupların aynı yoldan yürümesine asla engel değildir. Çünkü geniş bir caddede kimi biraz sağdan, kimi biraz soldan, kimi tam ortadan yürüyüp gidebilir. Ancak aynı caddede yürümekte olmalarına rağmen, «sen niçin bizimle değilsin, niye sağdan ya da soldan gidiyorsun, niçin ortadan gitmekte ısrar ediyorsun? Bizimle, bizim gittiğimiz yerden yürüsene!» diye bu grupların birbirine düşmesi, çekişmesi, itişip kakışması, işte bu normal değildir. Belki de bu kavga-gürültü esnasında bir çokları o güzelim yolda yürümekten mahrum kalacak, herkes benim arkamda yürüsün derken kendini şarampole yuvarlanmış bulacaktır.

Bugün ümmet-i Muhammed arasındaki tefrika, işte bu kavganın, bu anlayışsızlığın, bu hoşgörüsüzlüğün, bu grupçuluğun adıdır. Daha doğrusu bizim sözünü etmek istediğimiz tefrika, bu noktadaki parçalanmışlıktır.

TEFERRUATTA FARKLILIK YÜZÜNDEN MÜSLÜMANLAR AYRILIĞA DÜŞÜYOR

Aslında, başkalarının iyiliğini düşünme niyetine dayalı olsa da, o iyiliğin kendi bildiğinden, kendi izinden başka bir yerde de olabileceğini kabullenmemek, o geniş caddeyi bir kaç kişinin yürüyebileceği bir patika yerine koymaktır. Böyle bir anlayışı topluma/ümmete sunmaya kalkışmak, tarih boyu ümmeti meşgul etmiş olan gruplaşmaları, zıtlaşmaları, küfürleşmeleri doğurmuştur.

Oysa, bu ümmete doğru yolu tüm genişliği, kucaklayıcılığı, düzlüğü ve rahatlığıyla getirip tanıtmış olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: «Birlik ve dirlik içinde yaşıyorlarken Müslümanların işlerini ve gidişlerini bölmek, parçalamak isteyenlerin, kim olurlarsa olsunlar, boyunlarını vurun!»3 buyurmuştur. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, temel konularda bir ve beraberken, detayda, teferruatta biraz farklılık yüzünden Müslümanları esasta da ayrılığa sevk etmek isteyeceklerin ne büyük bir cinâyet işlemiş olacaklarını tüm açıklığıyla duyurmuştur.

Sırat-ı Müstakim, ifrat ve tefritten uzak dengeli bir ümmetin, ümmet-i Muhammed’in yoludur. Yani, Allah Resülü’nün ve onun ashabının izlediği yoldur. “Ehl-i sünnet ve’l cemaat,” de ümmetin ana kesimi olarak bu yolu takip edenlerden oluşmaktadır.4

Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

(Ey mü’minler!) Hep birlikte Allahın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, ayrılığa/tefrikaya düşmeyin.”5

«Yalnız O’na yönelin ve O’ndan korkun; namazı kılın ve Allah’a ortak koşanlardan olmayın. (O ortak koşanlar ki) dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her bölük/parti kendi yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir.»6

SEN HALKI BIRAK DA KENDİNİ KURTARMAYA BAK

Bir hadîs-i şerîf’te ise şu tedbir önerilmektedir:

«...Herkesin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman sen halkı bırak da kendini kurtarmaya bak!»7

Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, tefrika ve peşinden gelen kendini hak bilme hastalığına düşen kişi ve toplulukların doğru yoldan uzaklaşma ihtimalleri kesinlik kazanır ve artık bu körlük sebebiyle onları uyarmanın imkanı da hayli zorlaşmış olur. Herkesin böylesine bir âfete tutulması halinde yapılacak iş, bu âfetten şahsen uzak kalmaya çalışmaktır. Çünkü artık böylesi kişilerle uğraşmak onulmaz hastalığı tedâviye çalışmak ya da «havanda su dövmek» türünden bir çaba olmaktan ileri gidemeyecektir.

«Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra, Peygamber’e karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve (neticede) cehenneme sokarız.»8

Esasen inançta ayrılık demek olan tefrikanın dışa vurumu niteliğindeki grupçuluk, parselcilik ve kendini beğenmişlik sonunda kişi ya da grupların kendilerini hatasız kabul etmelerine, ismet/günahsızlık iddialarına kadar götürebilir. Böyle bir iddia nadiren grup öncüleri, çoğunlukla da bağlıları tarafından -fart-ı muhabbet gerekçesiyle ya da çıkar ve beklentiye dayalı olarak - ileri sürülür.

HAKKI TANI, KİŞİLERE ODAKLANMA!

Oysa İmam Şâtıbî’nin (v, 790/1388) belirttiği gibi «Kim kendisi hakkında günah işlemekten korunmuşluk, hatasızlık (ismet) iddia ederse, peygamberliğini iddia eden yalancının yaptığını yapmış olur.»9 Buradan hareketle, “herhangi bir kimse için ismet/günahsızlık iddiasında bulunanlar da yalancı peygamberlere inananlar konumuna düşerler” demek mümkün hale gelir.

Buraya kadar sıralamaya çalıştığımız bütün bu olumsuzluklar neticede Müslümanlar arasında yekdiğerine katlanma, anlayış gösterme ve hoşgörü duygularını ortadan kaldırır. Amelsizliği, kuru gürültüyü çoğaltır. Güvensizlik yayılır. Huzur kalkar ve tam anlamıyla herc ü merc, anarşi başlar. Doğru kaybolur... Giderek prensipler değil, kişiler önem kazanır ve ölçü kabul edilir.

İşler bu noktaya varınca beğenilen kişinin her fikri kabul görür, karşı çıkan haklı da olsa dinlenmez, böylece de doğrular kaybolur. Emir bi’l-ma’ruf, nehiy ani’l-münker görevi işlevsizleşir. Oysa dikkat edilecek ve unutulmayacak gerçek, Hakk’ı tanımadan ehlini tanımanın mümkün olmadığıdır.

Bu yüzden cahillerin ya da aşırıların yapmakta ısrar ettikleri birtakım tevillerin, sınır ve usul tanımaz yorumların -görünürdeki çekiciliğine rağmen- gerçek durumlarını öğrenebilmek için önce değerlerin özünü/hakikatini bilmek yani hakkı tanımak zorunluluğu bulunmaktadır.

KUR'ÂN'DA DİNDE İHTİLAF ÇIKARTANLAR ŞİDDETLE KINANIYOR

Kur’an-ı Kerim’de, İslâm ümmetini bölecek ölçüde ve tefrika anlamında dinde ihtilaf çıkarmak şiddetle kınanmıştır; “Dinlerini parça parça edip de grup­lara ayrılanlara gelince, senin onlarla hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. İleride Allah onlara yaptıklarını bir bir haber verecektir”10 buyrulmuştur.

Âyet-i kerimedeki “dinlerini parça parça edenler” ifadesi, öncelikle ehl-i kitaba ve kendi içlerinde çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmış olan müşriklere yöneliktir. Bununla beraber, bu ifade ile Müslümanlar içinde daha sonra ortaya çıkacak olan dinin hükümlerini kendi hevâ ve hevesine uydurmaya çalışan, işine gelmeyen bazı hükümleri tanımayan ya da hafife alan böylece dini bozmaya yönelen, ayetleri kendi kişisel arzularına alet ederek parçalayan, bu yolla Müslümanları  bölmek için çaba sarf edenlere işaret buyrulduğu da söylenebilir. Yine âyetin devamında her biri ayrı bir öncüye uyup dinde birlik ve beraberliğe aykırı hareket edenlerin (“gruplara ayrılanlar”) Hz. Peygamber’den de uzaklaşmış olacakları açıkça vurgulanmaktadır. Hiç şüphesiz böyle bir sonuç, fevkalâde büyük bir kayıp ve hüsrandır.

Bugün bazı dini grupların karşı karşıya bulundukları ya da temsil ettikleri tehlikenin tam da bu olduğu, sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını vurgulayan beyan ve iddialarından kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Oysa bu durum, ümmette derin yaraların  açılmasına, ayrılıkların doğmasına ve neticede ümmet birliğinin parçalanmasına, din kardeşliğinin sözde ve etkisiz kalmasına, kısacası tam bir tefrika ortam ve hakimiyetinin oluşmasına vesile olur. Böyle bir ortamdan ümmetin göreceği zarar ise, hiç bir açıklamaya gerek bırakmayacak kadar açıktır.

M.Akif merhumun bundan yüz yıl önce (1913) yazdığı şiirden bir kaç beyitle bitirelim yazıyı:

Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,

Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?

Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

Dipnotlar:

1) Al-i İmrân (3), 103. 2) eş-Şûra (42), 52-53. 3) Müslim, İmare 59, 69: Ebû Dâvud, Sünnet, 27. (hds no: 4762); Nesai, Tahrim 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Iv, 261, 341; V, 23. 4) Ne yazık ki günümüzde birçok saçmalık pek rahat şekilde ehl-i sünnet’e mal edilip ya ticaret ya da siyasete malzeme yapılmaktadır. Bu da bir başka tefrika sebebi olsa gerektir. 5) Al-i İmrân (3), 103. 6) er-Rûm (30), 31-32. 7) Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’ân 6 (hds. no: 3251); Beyhaki, Şuabu’l-imân, VII, 127. 8) en-Nisa (4), 115. 9) Şatıbî, İ’tisam, II, 97. 10) el-En’am (6), 159

Kaynak: İsmail L. Çakan, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı