Ümmetin Ayı "ramazan"
Hazret-i Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in “Recep Allah’ın, Şaban benim ve Ramazan da ümmetimin ayıdır.” buyururken şu hususa dikkat çekmiştir. O’nun: “Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl. Bizi Ramazana ulaştır.” diye duası bu ayları önemsemenin en güzel gerekçesidir.
Recep, Şaban ve Ramazan; geleneğimizde “üç aylar” diye adlandırılır. Bu kutlu gün ve gecelerde yeni bir kemâl iklimine doğru yürüyoruz. Yapılan duaların dalga dalga Allah’a ulaştığı, dökülen gözyaşlarının günahları silip süpürdüğü bu aylar, Ramazan ve Bayram’ın ayak sesleridir. Melekî olduğu kadar şeytânî özelliklere de meyyâl olan insanın, günahlarından arınması ve kendisinden beklenen kullukta kemâl kıvamını yakalaması için bir ilkbahar fırsatıdır.
Zamanlar ve mekânlar, kıymet ve kudsiyetini, Kur’an’dan alırlar. Her âdetin arkasında bir âyet vardır anlayışı buradan kaynaklanır. Ayrıca bu zamanlarda gerçekleşen olaylar ve o mekânları dolduran hadiseler, içinde bulundukları zaman ve mekâna değer kazandırırlar. Âyet veya hadîslerin, kutsallığını tespit ettiği ve Mü’minlerin yüzyıllardan beri kutladığı bu mübarek ay, gün ve geceler, senenin içine dağıtılmış birer damıtma ve rehâbilitasyon mevsimleridir.
Bu aylara değer kazandıran sebepler arasında beş mübarek kandilden dördünün bu aylar içinde olması yanında, Hazret-i Peygamber (s.a.s) Efendimizin bu aylar hakkında verdiği müjdeleyici haberler gösterilebilir. “Recep Allah’ın, Şaban benim ve Ramazan da ümmetimin ayıdır.” buyururken bu hususa dikkat çekmiştir. O’nun: “Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl. Bizi Ramazana ulaştır.” diye duası bu ayları önemsemenin en güzel gerekçesidir.
İRADEMİZİ KONTROL ALTINDA ALINMASINDA BU AYLARIN ROLÜ BÜYÜK
Receb ve Şaban aylarının Ramazan’dan hemen önce gelmeleri Ramazan ayına hazırlık dönemi olmaları bakımından son derece önemlidir. Bu ayları; günahlardan arınma, sevaplarla bezenme mevsimi olarak değerlendirmek, geçmişin muhâsebesini yaparak hatâlardan kurtulmak, hayatımızın seyrinde yeni bir sayfa açma fırsatı olarak görmek gerekir.
Kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında ve irâdenin kontrol altına alınmasında bu ayların rolü büyüktür. Üç aylar, Yaratıcımıza, ailemize, çocuklarımıza, milletimize ve bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalıdır. Hatâ, ihmâl ve kusurlarımızdan dönmemize ve gaflet uykusundan uyanmamıza vesîle olmalıdır. Aramızdaki çekişmeleri, tefrika ve ihtilâfları, şahsî menfaat hesaplarını ve basit düşünce farklılıklarını bertaraf etmelidir. Her zamandan daha çok muhtaç olduğumuz ve Yüce Dinimizin bizden ısrarla istediği; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizin güçlenmesini, insânî ve ahlâkî meziyetlerin yeniden yeşermesini sağlamalıdır.
MEVLÂNÂ'NIN RAMAZAN TAVSİYESİ
Bizler bu aylarda kendimize yeniden çeki düzen vermeli; günden güne saflaşıp, Şaban’dan, Ramazan’a irfanla geçmeli; en sonunda maddî, mânevî ve rûhî bakımdan gerçek bir bayrama ermeliyiz. Bu aylarda: “Mideni şu ottan ve arpadan vazgeçir. Reyhan ve gül ile beslenmeye başla! Ten midesi insanı samanlığa, gönül midesi reyhanlığa çeker. Ot ve arpa yiyen kurban, Allah nûru ile gıdalanan Kur’ân olur.” diyen Mevlânâ’nın tavsiyesine dikkat kesilmeliyiz.
“Kem âlât ile kemâlât olmaz.” Kul ile Allah arasına gerilmiş büyük perde gökler ve yerler değildir. Şeytânî ve şehevî arzular, nefsânî düşkünlükler, dünya sevgisine esir olanların kalplerine vurulmuş birer kilittir. Bu aylarda bu kilitleri kırmak ve bizi dünyaya doğru çeken ihtiraslardan kurtulmak gerekir. Rûhun ve rûhânî duyguların ardınca gitmekte yücelik, cismin ve vücut şehvetlerinin ardınca sürüklenmekte aşağılık ve bayağılık vardır. “Âlemde basamak basamak ta semâya kadar varan gizli merdivenler vardır.” Sen bunlardan birine basarak yüksel.
Üç ayların kendilerine has atmosferi onları diğer aylardan ayırır. Her ayın güzelliği dış dünyamızda yaşanırken, bu kutsal aylar kalple, tefekkür ve tezekkürle iç dünyamızda yaşanır. Bu aylarda gönül aynasına ve kalb dünyâsına yönelen insanlar, eşyanın arka planına ve hakîkatına doğru süzülürler.
Bu aylarda zaman uhrevî renklere bürünür. Kutlu günlerde akort olmaya teşne duygularımızı ilk defa uyaran Regâib Gecesi, rağbet ve yönelişimizi Allah’a doğru götüren bir ara taksimi gibidir. Sonsuzluk duygusu ve melekî bir haslet bizi kucaklar ve ruhlarımızı semalara doğru cezbeder.
Ardından gelen Mirac Gecesi, gönülleri dirilten bir meltem esintisiyle gelir. Beraât bu tembihlerle uyarılmış sînelere kurtuluş müjdeleriyle seslenir. Kadir Gecesi bizi bin aylık bir çaba ile elde edilebilecek feyiz ve
RAMAZAN'DA NELER GÖRÜLÜR?
Sımsıcak, yumuşak ve rahmet dolu dakikalarıyla Ramazan’da vicdanlar teyakkuza geçer, gönüller uyanır, bütün duygular peygamberler ve meleklere doğru seyreden bir yükseliş grafiği çizer. Denebilir ki, Ramazan senenin en nurlu, en içli, en tesirli, en lezzetli günleri ve ledünnî hayatımızın derinlik kazandığı, gönül aynamızın aydınlandığı günlerdir. Ramazan’daki her seste yeni bir başlangıç vaadi, her solukta bir kurtuluş ümidi görülür. Ramazan’da hayat o kadar derin ve anlamlıdır ki, konuşulan her söz, duyulan her ses insana, gönlümüzden fışkıran bir besteymiş gibi gelir.
Her iftar ve her imsakta insan, kendine yepyeni bir vuslat kapısının aralandığını sezer. Melekler ipeksi dokunuşları ile yüreğimizi yıkar.
Kadir Gecesi, Kur’ân–ı Kerim’in Levh–i Mahfuz’dan dünya semasına toptan indirilmiş olduğu gecedir. Cebrail, Peygamberimiz (sas)’e ilk vahyi bu gece getirmiştir. Kadir gecesi, hüküm gecesi demektir. Takdîr–i İlâhîde hüküm verilmiş işlerin, ve muhkem emirlerin ayırt edildiği gece anlamına gelir. Takdîrden maksad, ezelî hükmün açığa çıkması ve hikmetli işlerin karara bağlanmasıdır. Kadir gecesi, Efendimiz’in ümmetine yaptığı duanın kabul edilmiş hâlidir.
Cenab–ı Hak eceli insanın ömrü içinde, veli kullarını insanlar içinde ve ism–i azamı esma–i hüsna içinde nasıl gizlediyse, aynı şekilde Cuma günü içinde icabet saatini, beş vakit namaz içinde salât–ı vustâ’yı, bütün ibadetler içinde rıza-yı ilahî’yi, zaman içinde kıyâmeti, hayat içinde ölümü ve Ramazan içinde de kadir gecesini gizlemiş ki “her gece kadir, her gelen Hızır” diye bilinsin.
Üç aylar, insanın, Allah’a en yakın olabileceği, O’nun engin rahmetine liyakat kesbedebileceği; günahlarından sıyrılıp kalb ve ruh ufkunda seyahat edebileceği kutsal zamanlardır. Şüphesiz insanın bu mübarek zamanlarda, bedenî ve nefsanî ağırlıklardan sıyrılıp belli bir ufka yükselebilmesi, belli bir seviyeyi yakalayabilmesi en başta ciddî bir tefekkür ve tezekkürü gerektirir. Ancak bunu yaparken o, kalb ve ruhunu sürekli mâneviyata açık tutmalıdır.
BİRER FIRSAT VE GANİMET ZAMANI
Bu kutsal zamanların kendine mahsus güzelliklerini ve insan gönlüne akseden zevk ve lezzetlerini kâmil mânâda duyup tadabilmek için daha baştan bu zaman dilimlerinin “birer fırsat ve ganimet” olduğunun bilinip takdir edilmesi, arkasından saniyesi zayi edilmeksizin gece ve gündüzüyle bu ayların ciddî şekilde değerlendirilmesi gerekir.
Evet, bu mübarek günlerin başımızdan aşağıya sağanak sağanak boşalttığı varidâtı duyabilmek, öncelikle ona inanıp teveccüh etmeye bağlıdır. Zira teveccühe teveccühle mukabele edilir. Siz bu ayların ruh ve mânâsına teveccüh etmezseniz, onlar da size kapılarını açmaz. Çünkü bir sözün tesiri adına, söylenilen sözün kıymeti kadar, muhatapların bakış açısı, niyeti, idrak ve sinelerinin bu meseleye açık oluşu da önem arz eder.
Bu itibarla insan, onlarla öyle bütünleşmeli ki, bu kutlu ayların insan ruhuna neler söylediğini duyup hissedebilsin. Yoksa sathîlikten kurtulamadığımız ve bu ayların hakikatini araştırmadığınız sürece bu aylarla ilgili söylenilen çok güzel sözler bile bir kulağımızdan girer, öbür kulağımızdan çıkar. Böyle bir ganimet mevsiminde kendini yenileme gibi bir gayret içinde olmayan, hâl ve hareketlerinde ciddiyeti yakalayamayan insanların bu aylardan istifadeleri mümkün değildir.
Fakat şu anda toplumumuzun belli ölçüde bu ayların kıymet ve bereketini takdir ettiği, camilere yöneldiği ve Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ettiği de bir gerçektir. İşte bu durum önemli bir vesile olarak değerlendirilip bu kutlu zamanda farklı program ve aktivitelerle insanların ruhuna belli mesajlar iletilebilir. Böylece bu kutlu geceleri, insanları Allah’a yaklaştırma ve dinin hakikatini gönüllere duyurma adına değerlendirmiş oluruz. Camiye gelen insanların gönüllerine bu istikamette bazı hakikatler duyurulabileceği gibi, farklı meclislerde bir araya gelişler de müzakere ve sohbetlerle değerlendirilebilir. Böylece bu ayların kendileri için bir şey ifade ettiğine inanan insanların bu teveccüh ve beklentileri doğru değerlendirilmiş olur.
Bu aylarda yapacağımız bütün faaliyetlerde gayemiz, insanları düşünce ve his dünyaları itibarıyla bir adım daha Allah’a yaklaştırmak olmalıdır. Göklerin nura gark olduğu, zeminin semavî sofralarla bezendiği böyle bereketli bir zaman diliminde, biz, insanları kalbî ve ruhî hayatları itibarıyla hep derinleşmeye yönlendirmeli ve yapacağımız her işi mutlaka yüksek hedeflere, engin mülâhazalara bağlamalıyız. Öyle ki muhatap olduğumuz insanların gönüllerine her seferinde yeni bir mânâ, yeni bir ruh aşılamalı ve onları, mâneviyat adına sonsuzluğa doğru yelken açtırmalıyız.
Bunu gerçekleştirmek için ister eskiden beri bilinen ilâhîler, naatlar, münacatlar okunsun; isterse de yeni beste ve güftelerle bu mânâlar ifade edilsin ama her ne olursa olsun biz mutlaka her faaliyetimizle insanlarda ebed arzusunu tetiklemeli, gönüllerde sonsuz saadeti kazanma iştiyakını ve kaybetme endişesini harekete geçirmeli ve netice itibarıyla muhatap olduğumuz insanları dinin ruhuna yöneltmeye çalışmalıyız.
Kaynak: Prof. Dr. İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, 364. Sayı, Mayıs 2016
YORUMLAR