Ümmetin Derdine Ne Derman Olur?

İslâm, bizzat hayatın içine girerek, hayatı kendisi bilerek yaşanılması gereken, merkeze alınması gereken bir gerçekliktir.  Tasavvuru düzgün, fikri sağlam ve kararlı, hareket noktası Kur’ân ve Sünnet olan bir İslâm anlayışı, bu ümmetin derdine derman olacaktır.

Bazen öyle anlar olur ki, mânen, rûhen, fikren bir çıkmaza sıkışıp kalırsınız. Bazen yürüdüğünüz yollar sarpa sarar, yolunuzu kaybeder, nereden buraya düştüğünüzü anlayamazsınız. Bazen de öyle hâdiseler olur ki, kelimeler kifâyetsiz, cümleler mânâsız kalır.

Ümit, mü’minin tutunması gereken en güzel dallardan biridir. Allah, bizim her şeyimize yeter; amennâ.

İşte böyle dert sarmalında bir ümmet olarak, dertlerin bin parça olduğu bir coğrafyada ve milyonların yüreğinin acısını hissede hissede yaşadığımız bir zaman dilimine rast geldi hayatımız… Müslüman olarak kayıtsız kalamayacağımız gibi, çok zaman boyumuzu aşan konularla yüzleşip aslâ ümitsizliğe düşmemeliyiz. Dünya kurulalı beri, hakkın ve bâtılın mücadelesi nesilden nesle geçmiş ve bu kutlu yolda Müslümanlık şuuru ile bu güzel dâvânın bayraktarlığını hep dertleri ile yüzleşen insanlar devam ettirmiştir. Hayatımızın tamamını bir hizmet şuuruyla geçirme gayretinde olduktan sonra, her türlü imtihana mukâvetimiz olur Allâh’ın izni ile…

BİZİM RUHUMUZU ALDILAR

Coğrafyamız acılar içinde. Bu topraklarda yüzyıllar boyu huzur ve sükûn hâkim olmuş. İslâm’ın bayraktarlığını yapan ecdâdımız, âdeta bir “merhamet medeniyeti” inşa etmişler. Ancak ne zaman biz dünyayı gâye hâline getirmişsek, o zaman zayıf, ruhsuz kitleler hâline gelmişiz. Bugün İslâm coğrafyasının içinde bulunduğu bu acı tablo, bir mâneviyat mahrumiyeti meselesidir. Sayı olarak fazla olmamız bir şey ifade etmiyor. Çünkü bize düşmanlık edenler, bizim mâneviyatımızı, rûhumuzu, rengimizi aldılar ve bizi şeklen ve rûhen kendilerine benzetmeye çalıştılar.

İslâm beldelerinden feryatlar yükseliyor. Çünkü bizler İslâm’ın şerefinden ziyâde şahsî menfaatlerimiz ve benlik duygularımızla hareket ettik. İslâm ile izzet bulduğumuzu unuttuk. Bizim İslâm’a izzet vereceğimiz hatasına kapıldık. Oysa İslâm zaten şerefli idi, biz ise onun şerefine muhtaçtık.

İSLAM'IN ADINI KİRLETİYORLAR

Müslüman onurunu çiğnemek için, bizi sevmeyenler elinden geleni yapıyorlar. Bir müslümanın katledilmesi, sıradan bir hâdise hâlini aldı. Her gün yüzlerce Müslüman öldürülüyor. Ve buna sesini çıkaranların sayısı fazla değil. Yıllardır terörle İslâm’ın adını aynı anda anma gayreti içinde olan uluslararası lobiler var. Bu tezlerini güçlendirmek için de senaryo terör örgütleri tertip ediyor, yine İslâm coğrafyasında tedâvüle sürerek kötü emellerine hizmet ettiriyorlar.

Dert sıralaması yapsak, acaba listenin sonunu bulabilir miyiz? Ne yana baksak acı!.. Ne tarafa dönsek feryat, nereye kulağımızı versek inilti duyuyoruz. Rabbimizden umuyoruz ki, bu sancılar, Müslümanların dirilişine, İslâm’ın izzet ve şerefinin hak ettiği yerde olmasına vesîle olur. Evet, bunlar ve bunlar gibi yüzlercesi, bizim ümmet olarak ortak derdimiz… Biz bu konularda sorumluluğu başkalarına yükleyip vicdânî olarak bir rahatlama yaşayamayız. Bu ümmetin bir ferdi olarak, herkes kadar biz de olup bitenlerden sorumluyuz. Hayatı bir mevzî müdafaası olarak düşünürsek, herkes başta kendi mevziini korumakla sorumludur. Evimiz, sokağımız, sitemiz, mahallemiz, semtimiz ve şehrimizden biz sorumluyuz. Bu mekânlardaki gariplerden, yoksullardan, savaş mağduru insanlardan biz sorumluyuz. Belki elimiz, fizikî olarak uzak beldelere ulaşamaz, ancak yüreğimizdeki merhamet, dilimizdeki duâmız, gönlümüzdeki temennîlerimiz oralara yetişebilir. Elimiz, yanı başımıza gelmiş muhtaç insanlara ulaşabilir. Sokağımızdaki mağdur insanlara sahip çıkabiliriz. Bunları da bir sorumluluk şuuru ile hareket eden vakıflara, derneklere destek vererek yapabiliriz.

KUR'ÂN VE SÜNNET ÜMMETİN DERDİNE DERMANDIR

Ümmetin yaralarını saracak olan, yine ümmetin çocuklarıdır. Bizim en büyük hatamız, dertlerimizin çözüm yerini, bize bu dertleri yaşatanlarda görmek, değil midir? Müslümanların dirliği, birliğindedir. Bu birliktelik, her türlü şer odaklarına karşı, mü’min firasetiyle olur. O yüzden İslâm’ın yegâne rehberi Kur’ân’a sımsıkı sarılmalı, onu hayat rehberi bilmeli ve istikamet ışığı olarak görmeliyiz. İslâm’ın yol aydınlatıcısı ve hayat rehberi olarak bildirdiği Kur’ân-ı Kerîm’i, sadece anlaşılmadan okunan “bir duâ kitabı” olarak görmeye devam ettiğimiz müddetçe, mevzilerimiz açık hedef olmaya devam edecektir.

İslam ümmetinin bu acı tablodan kurtulması lâzım. Ümmetin mensupları olan bizlerin ferdî hayatlarının düzgün olması lâzım… Çürümüş mânevî hayatlardan sağlam bir ümmet ortaya çıkmaz. Mü’min olarak bizler, karakteri düzgün, istikameti düzgün, söz ve amel faziletine sahip, takvâ ile hareket eden insanlar olmak zorundayız.

İslâm, kaçamak amellerle yaşanmaz. İslâm, ödünç alınmış bir hayat değildir. İslâm, bizzat hayatın içine girerek, hayatı kendisi bilerek yaşanılması gereken, merkeze alınması gereken bir gerçekliktir.

Biraz oradan, biraz buradan alarak yarım bir İslâmî hayat olmaz. Tasavvuru düzgün, fikri sağlam ve kararlı, hareket noktası Kur’ân ve Sünnet olan bir İslâm anlayışı, bu ümmetin derdine derman olacaktır. Aksi hâlde böyle yıllar geçer ve bizler hep ağlanacak dertlerimizle baş başa kalırız, vesselâm…

Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, 134. Sayı, Nisan 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.