Ümmetin Gençlerine Görev ve Hedef
Yeni hicri yılda ve yeni eğitim-öğretim dönemi başlangıcında ümmetin ve din tahsili yapan kızlı-erkekli gençlerin, “görev ve hedef” açısından kendilerini ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaları, anılan hedeflere yönelik olarak kendi kalite ve birikimlerini arzu edilen ölçüler çerçevesinde artırmanın yollarını arayıp bulmaları, daha fazla ertelenemez acil bir sorumluluk olarak gündemdedir.
21 Eylül 2017 Perşembe günü, hicri 1439. yıla girmiş yani hicri yılbaşını idrak etmiş bulunmaktayız. O günlerde düşünülmüş bu yazıyı, okuyucularla paylaşmak şimdi nasip oldu.
GÖREV VE HEDEF
Her yeni yıla girildiği zaman ilk akla gelen şey, geçmişin sorgulanması ve geleceğin planlanmasıdır. Söz konusu sorgulama ve planlama hem ferd hem de toplum/ümmet için geçerlidir.
Bu tıpkı kimlik değişimi aşamasında, geçmişinin bağışlanmasını, yeni bir rahmet ve makbuliyet kapısının açılmasını beklemek gibidir.
Allah kendisinden razı olsun Amr İbnü’l-Âs, gecikmeli olarak Müslüman olacağı zaman, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat etmeden önce, “geçmiş günahlarım ne olacak, bağışlanacak mı?” diye içindeki derin kaygıyı dile getirmişti. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de, “Müslüman olmak, önceki günahları temizler1” cevabıyla müjdeyi vermişti.
Yine aynı şekilde, hicret2 ve tövbe etmenin3 de kişiyi geçmiş hayatındaki hatalarının vebalinden temizleyeceği müjdelenmiştir.
Hiç kuşkusuz her günahın ya kendi cinsinden ya da genel bir tövbesi vardır. Tövbe ise bireysel anlamda son nefese, ümmet için kıyamet’e kadar geçerlidir. Söz gelimi gafletin tevbesi uyanmak ve uyanık kalmak, tenbelliğin tevbesi, gayrete soyunmaktır.
GÜNCEL GERÇEK
Günümüzde müslümanlar, bulundukları hemen her coğrafyada büyük fikrî, ilmî, idârî, siyâsî ve amelî problemleri paylaşmakta, sıkıntılı ortamlarda yaşamaktadırlar. Kendi problemleri yetmiyormuş gibi bir de üstüne üstlük yeni dünya düzeninin egemenleri, onları tehlikeli görmekte ve bir şekilde etkisiz hale getirmek hatta tamamen yok etmek istemektedirler. Küresel acımasızlık şimdi bütünüyle müslümanlara yönelmiş bulunmaktadır.
Öte yandan müslümanlar tarih boyunca meselelerini Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti çerçevesinde halletme imkanı bulmuşlardır. Günün problemleri de yine bu iki temel kaynak çerçevesinde çözülebilecektir. Bunun için aslâ teslimiyetçi bir tavır değil, bilimsel ve kişilikli bir tavır geliştirmek gerekmektedir. Müslümanlar düşünce, değerlendirme ve davranış açısından karşı karşıya oldukları sıkıntılarını önce kendi içlerinde sonra da dış dünyaya karşı meşru ve savunulabilir bir çözüme kavuşturmak zorundadırlar. Aksi halde - Allah korusun- İslâm çizgisini ya da Allah yolunu kaybetmek veya kapamak gibi büyük bir mahrumiyet ve vebâl altına girebilirler. Allah korusun, öylesi bir durumda sorumluluk, sanıldığının aksine, asla sadece dış düşmanlara da ait olmayacaktır.
İtiraf etmeliyiz ki çoğu kişi, grup ve toplum kesimlerince hemen her fırsatta dile getirilen büyük hedeflere yönelik sözde iddialara rağmen, bu iddialara yaraşır ölçüde bir dirilik, iyilik, gayret ve salah hali ne yazık ki görülmemektedir.
Toplumdaki hemen her kesim için üç aşağı beş yukarı geçerli olan bu olumsuzluk, özellikle ihmale tahammülü olmayan din alanında gerek öğrenim, gerek amel/uygulama gerekse beşeri ilişkiler olarak çok daha dikkat çekmekte, içten bir çöküşün âdeta çığlık sesleri gibi davranışlarda yankılanmaktadır.
İnsan ömrünün kısalığına oranla büyük ve ciddi hedefleri yakalamaya yönelik gayretlerin gerekli olduğu çoğu alanlarda, anlamsız bir gevşeklik, lâkaydîlik, küçük ve basit adımlarla yetinmek gibi bilinç ve tavır eksiklikleri öne çıkmaktadır.
Son dönemde sayıları artmış olan İmam- Hatip Liseleri’nden ve sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü yaygın eğitim faaliyetlerinden başlamak üzere İlahiyât tahsili almakta olanların, ihtisas eğitimlerine iştirak edenlerin, İslâm’ın üstün nitelikleri ve enginliğine eş, derin bir ihlas, kaliteli bir ilmi birikim ve ona uygun bir gayret-i diniyye, mümkünse müslümanların en iyisi olmaya çalışmak gibi bir hedeflerinin olması zarureti ortadadır. Söz konusu hedefi, Peygamber vârisliği, hatta Allah Resûlüne resul/elçi olma kıvamı diye belirleyip böyle bir niyetle yetişmekte olan gönülleri çoğaltmayı planlamak gerekmektedir.
TARİHİ GERÇEK
Hz. Peygamber’in Muaz b. Cebel radıyallahu anh’ı hicri 9. yılda Yemen’e görevli olarak gönderdiği zaman aralarında şöyle bir soru-cevap cereyan etmişti. Hz. Peygamber;
- Bir hukuki dava da nasıl hüküm vereceksin, anlat bakayım! Muaz;
- Allah’ın Kitabı ile hüküm veririm. Hz. Peygamber;
- Peki Allah’ın kitabında yoksa, bulamazsan? Muaz;
- O zaman Resulullah’ın sünnetiyle hüküm veririm. Hz. Peygamber;
- Peki ya, Resulullah’ın sünnetinde de yoksa, bulamazsan? Muaz;
- İctihad eder, kendi görüşümle hüküm veririm.
Muaz’ın bu cevabından sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, memnuniyetle Muaz’ın göğsüne vurup;
Resulullah’ın elçisini Resulullah’ı hoşnud ve memnun edecek yola-yönteme ileten Allah’a hamdolsun” 4 diye sevincini dile getirmiştir.
Burada açıkça görüldüğü gibi “Resulllah’ın resulü/Allah elçisinin elçisi” ifadesini kullanan bizzat Efendimiz’dir.
HİCRİ 1439'UN GÜNDEMİ
Yeni hicri yılda ve yeni eğitim-öğretim dönemi başlangıcında ümmetin ve din tahsili yapan kızlı-erkekli gençlerin, “görev ve hedef” açısından kendilerini ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaları, anılan hedeflere yönelik olarak kendi kalite ve birikimlerini arzu edilen ölçüler çerçevesinde artırmanın yollarını arayıp bulmaları, daha fazla ertelenemez acil bir sorumluluk olarak gündemdedir.
Ümmetin maddi - manevi imkanlarını değerlendirme sorumluluk ve iktidarına sahip yöneticilerin, yetişen nesillerin yetişmişliğini diplomalarda değil, gerçekten yetişmişlik standartlarına sahip olup olmadıklarında aramaları, konuya bu noktadan çözüm bulmaya çalışmaları kendileri için birinci derecede “görev ve hedef” olmalıdır.
Müslümanlık daima yeni ve temiz ufuklara kanatlanmayı, kemali teşvik eder.
Bir kez daha tekrar edelim ki, iç ve dış dünya gerçekleri, günün yetişmekte olan müslüman gençlerinin önüne görev ve hedef olarak, Peygamber varisliği düzeyini veya Resûlün resulü olabilme kıvamını koymaktadır.
Böyle bir kıvam niyetine bağlı çalışmalar, bilgilenmenin kemâlini ve mutluluğunu, din eğitim ve öğretimi kurumlarının kalitesini arttıracak manevi ve köklü bir etken olacaktır. Sonuçta kazanan ise bütünüyle ümmet-i Muhammed olacaktır. Ne dersiniz, denemeye değmez mi?
Unutulmamalıdır ki, büyük hedefleri büyük insanlar ve ihlaslı niyetler kovalar.
Dipnotlar: 1) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV 199, 204-205 (Son rivayette “mine’z-zünub” kaydı bulunmaktadır.) 2) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV 199, 204. 3) Hilyetü’l-evliya, I, 270. 4) Ebû Davud, Akdiye 11; Tirmizî, Ahkâm 3; Dârimî, Mukaddime 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242
Kaynak: Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Altınoluk Dergisi, 381. Sayı