Ümmü Kühhâ (ra) Kimdir?

 Ümmü Kühhâ radıyallahu anhâ hakkında ferâiz âyetleri nâzil olan bir hanım sahâbî... Cahiliye devrinin kötü âdetlerinden birinin ortadan kalkmasını vesile olan bir bahtiyar... Mirastan, hanım ve kızlara pay verilmeme konusunun aydınlanmasına ve haksızlığın giderilmesine vesile olan bir hanım sahâbî...

Ümmü Kühhâ (r. anhâ), Medine’lidir. Ashabtan Evs İbni Sâbit (r.a)’ın hanımıdır. İslâm nûrunun ışıkları Medine’yi aydınlatmaya başlayınca Ümmü Kühhâ kocasıyla birlikte müslüman oldu. Allah Rasûlü (s.a) efendimiz Medine’ye hicret edince kocasıyla birlikte hizmete girdiler. Sürekli Efendimizin yanında olmaya çalıştılar. Savaşta ve hazarda her türlü hizmeti üstlendiler. Ümmü Kühhâ (r. anhâ)’nın kocası Uhud Savaşına katılmıştı. Harb meydanında büyük kahramanlıklar sergiledi ve sonunda şehid düştü. Arkada üç kızı ve âilesi kaldı.

Ümmü Kühhâ (r. anhâ) eşinin geride bıraktığı mirası ile çocuklarına bakacaktı. Onlara hem anne hem de baba şefkatini aratmayacaktı. Fakat Cahiliye devrinden kalan kötü bir âdet vardı. Ölenin hanımı ve kızı mirastan pay alamazdı. Çünkü Cahiliye Arapları; “ancak savaşanlar ve yurdunu müdafa edenler miras alır.” diyerek kadınlarla çocukları mirastan mahrum bırakırlardı.

Evs’in arkaya bıraktığı malı, amcasının çocukları almıştı. Hanımı ve kızlarına hiçbir şey vermemişlerdi. Ümmü Kühha (r. anhâ) bu durumu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize gelerek anlattı. Çaresiz kaldığını söyledi. Efendimiz ona:

“Şimdi evine dön, bakalım Allah ne buyuracak?”dedi.

İSLÂM'A GÖRE MİRAS NASIL PAY EDİLİR?

Bu hâdise üzerine şu âyet-i celîle nâzil oldu. Allah Teâlâ yetimlerin hakkına uzanan ellere fırsat vermedi. Âyetin meâli şöyleydi:

“Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.” (Nisa Sûresi. 7)

Bu âyet-i kerimenin inmesinden sonra Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz mirası alan amca çocuklarına, “Evs’in malından el çekmelerini ve hiçbir şey dağıtmamalarını” içeren bir haber gönderdi.

Ümmü Kühhâ (r. anhâ) eşinin vefatı ile duyduğu üzüntüye bir de mirasından hisse alamama sıkıntısı eklenince çok zor durumda kaldı. Istırabları daha çok katlanarak arttı. Rabbımız onların sıkıntılarını, hüzünlerini ve mağdûriyetlerini kısa zamanda giderdi. İndirdiği bu âyet-i celîle ile ortadan kaldırdı. Bir müddet sonra da Nisâ Sûresinin 11. âyet-i celîlesini nâzil buyurarak mirasın, anne-baba, kız-erkek çocuklar ve yakınları arasında paylaşımının nasıl olacağını bildirdi.

Bu âyet-i kerimenin meâli de şöyledir:

“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Sûresi, 11)

Âlimler bu âyet-i kerimeleri tefsir ederken, kulun düşünce ve ameli ile ifrat ve tefritten uzak durmasını ve her konuda adâletli davranmasına dikkat çekmişlerdir. Ayrıca şu izâhatta bulunmuşlardır.

İslâm’ın miras hukukunda, paylar ile mükellefiyetler arasında dengeleme yolu tutulmuş, daha çok harcama yapmak mecbûriyetinde olanlara çok, daha az harcama durumunda olanlara az hisse verilmiştir.

İslâm âile hukukuna göre evlenirken mehir verecek, düğün masrafı yapacak olan erkektir. Evlendikten sonra da gerek muhtaç olan yakın akrabasına ve gerekse eş ve çocuklarına bakacak, onlara yiyecek, giyecek, mesken gibi asgarî ihtiyaçları temin edecek yine erkektir.

İşte bu sebebledir ki, genellikle mirasta erkeklerin payı, kadınlarınkinin iki misli olmuştur.

Hakkında miras ayetleri inen Ümmü Kühhâ (r. anhâ) âyet-i celîlede emir buyurulduğu üzere eşinin mirasından sekizde birini, kızları da malın üçte ikisini almışlardır. Evs’in amca oğullarına da geri kalanı verilmiştir.

Allah ondan râzı olsun. Rabbımız şefaatlerine nâil eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 247, Eylül 2006

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.