Vahdâniyet Ne Demek? Vahdâniyet Ne Anlama Gelir?
Vahdâniyet ne demek? Vahdâniyet kelimesinin anlamı nedir? Vahdâniyet kelimesine örnek cümleler...
Vahdâniyet: Allâh’ın tek olup eşi benzeri bulunmadığını ifade eden bir ilâhi sıfat anlamına gelir.
VAHDÂNİYET NEDİR? VAHDÂNİYET KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER
Vahdâniyet: Allah Teâlâ tektir. O’nun; zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde, şerîki (ortağı) ve nazîri (benzeri) yoktur.
Kâinâtın yaratıldığı andan itibâren akıp giden âhenkli seyri, hiç aksamayan nizâmı ve iç içe sonsuz hikmet ve esrârı, her şeyin sadece bir tek kudretin eseri olduğunu göstermektedir. Şayet bu kudret, tek değil de birden fazla olsaydı, irâdeler arasındaki farklılık sebebiyle kâinâttaki sonsuz âhenk, emsalsiz nizâm ve hikmetler birbirine karışır ve hayat imkânsız hâle gelirdi. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “Allah evlât edinmemiştir; O’nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Eğer öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlakâ onlardan biri diğerine galebe çalardı (birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı). Allah, o (müşriklerin) yakıştırdığı şeylerden münezzehtir.” (el-Mü’minûn, 91)
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, her ikisi de kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabb’i olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” (el-Enbiyâ, 22)
Kur’ân-ı Kerîm baştan başa dikkatli bir nazarla gözden geçirildiğinde görülür ki, Allâh’ın, kullarını mükellef kıldığı husûsiyetlerin en mühimi, zâtı hakkındaki inançtır. Bu inancın en hassas noktası da vahdâniyettir. Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur. Bu sebeple Allâh’a şirk koşma, ilâhî gazabı davet etme yönünden İslâm nazarında birinci sırayı teşkîl eder. Kur’ân-ı Kerîm, bu fikrî sefâlete sürüklenmekten korunmayı sağlayacak tehdit, îkaz ve irşadlara bilhassa yer vermiştir:
“...Kim Allâh’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona Cennet’i haram eder, varacağı yer ateştir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (el-Mâide, 72)
“(Rasûlüm!) Şüphesiz Sana da Sen’den öncekilere de şöyle vahyolundu: Yemin ederim ki eğer Allâh’a şirk koşarsan, amellerin mutlakâ boşa gider ve hüsrana düşenlerden olursun!” (ez-Zümer, 65)
“Doğrusu Allah Teâlâ, kendisine şirk koşulmasını aslâ mağfiret etmez; bundan başkasını, dilediği kimse için mağfiret buyurur. Kim Allâh’a şirk koşarsa o büyük bir günah (ile) iftirâ etmiş olur.” (en-Nisâ, 48)
Vahdâniyet husûsundaki en küçük bir eksiklik, fazîlet ifâde eden sayısız amelle telâfî olunamaz. Tıpkı şunun gibi ki, bir insana çokça maddî iyilikler yapılsa, bunun yanında şeref ve haysiyetine yönelik bir kusur işlense, yapılan iyiliklerin hiçbir kıymeti kalmaz. Bu açıdan bakıldığında Allâh’ı inkâr etmek, O’nun izzet-i ilâhiyyesine karşı affedilmez bir kusur işlemektir. Affedilmeyişinin sebebi de taşıdığı bu mânevî ağırlıktır. Yani bir kişi küfür ve şirk üzere ölürse affedilmesi mümkün değildir. Ölmeden evvel şirk ve küfürden vazgeçip tevbe ederse, bu tabiî ki Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ile affedilir. Bu itibarla kullardan Cenâb-ı Hakk’ın istediği ilk husus îman, sonra da amel-i sâlihlerdir.
*****
Peygamberlerin hepsi de vahdâniyet esâsı üzere insanlığa rehberlik etmiş mübârek şahsiyetlerdir. Onlardan Kur’ân’la sâbit olmuş herhangi birinin nübüvvetini inkâr, insanı îman dâiresinden çıkarır. Meselâ bir insan Hazret-i Îsâ’nın nübüvvetini inkâr etse mü’min olamaz. Zira bütün peygamberler hep aynı esasları tebliğ etmişler ve bu sebeple onların tebliğâtında ifâdesini bulan dîn hep İslâm olmuştur.
*****
Cenâb-ı Hak vahdâniyeti kendine münhasır kılmış, bütün varlıkları çift olarak birbirlerini tamamlayıcı mâhiyette halketmiştir. Cennette Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havvâ ile başlayan âile hayâtı, Allâh’ın kurduğu bir izdivac kanunu altında biz Âdemoğullarına intikâl etmiş, İslâm dîni ile ebedîleşmiştir.
Allâh Teâlâ buyurur:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21)
*****
Aslı hak bir dîn olan ve tabiatıyla vahdâniyet esâsına dayalı bir inanç sistemine sahip bulunan hristiyanlıktaki bozulma, o sıralarda pek yeni idi. Yaklaşık iki yüz yıl süren ve târihte adına “ikonalar kavgası” denilen münâkaşalar nihâyete ermiş ve kiliseler resim ve heykellerle dolmuştu. Hristiyanlık vahdâniyetten uzaklaştırılarak “ekânim-i selâse” denilen üçlü tanrı (teslis) sistemine kayıtsız-şartsız râm olmuş ve İslâmiyet, -sünnetullâh îcâbı- “hak dîn”in yenilenmesi için gönderilmiş bulunuyordu. Bu durumda hâlâ eski vahdâniyet inancını muhâfaza edenlerin mevcut bulunduğu da târihî bir gerçektir.