Vahyin Geliş Şekilleri Nelerdir?

KUR’ÂNIMIZ

Vahyin geliş şekilleri nelerdir? İşte madde madde vahyin geliş şekilleri...

Vahiy sözlükte; gizli konuşma, gönderme, emir, işaret, ilham gibi anlamlara gelen vahiy, “Allah Teâlâ’nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam olarak bilinmeyen bir yolla bildirmesi” demektir. Vahiy bir haldir, bir yaşayıştır. Nasıl gerçekleştiğini ve niteliğini ancak onu yaşayan peygamber bilir. Vahiy, Allah’la peygamberi arasında bir sırdır. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamber üzerindeki Peygamberlerin ashabına bildirmeleriyle insanlar tarafından bilinebilmiştir.

VAHYİN GELİŞ ŞEKİLLERİ

Vahiy tek kaynaktan inmekle birlikte farklı şekillerde gelirdi. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Herhangi bir beşer ile Allah’ın konuşması ancak vahiy ile yahut perde arkasından ya da bir elçi gönderip, izni ile dilediğini vahyetmesi şeklinde olabilir. Muhakkak ki O çok yücedir, engin hikmet sahibidir.” (eş-Şûrâ 42/51)

Bu âyet-i kerîme ve Efendimiz’den gelen bilgilere dayanarak vahyin geliş şekillerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Vahyin ilk geliş şekli, sâdık rüyâ şeklinde olmuştur. Rasûlullah (s.a.v), sonradan meydana gelecek hâdiseleri rüyasında görür ve bunlar aynen Efendimiz’in gördüğü şekilde gerçekleşirdi.
  • Bazen Cebrâil (a.s) aslî sûretiyle görünerek vahiy getirmiştir. Bu iki defa olmuştur. İlki peygamberliğin başlangıcında Hıra mağarasında; ikincisi ise Miraç gecesi Sidretü’l-Münteha’da olmuştur.
  • Vahiy bazen meleğin görünmeden Allah’ın sözünü Hz. Peygamber’in kalbine ilham etmesi şeklinde gelmiştir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e en zor gelen vahiy şekli bu idi. Bu esnada zil sesine benzer bir ses duyardı. Ses kesildiği zaman Peygamberimiz (s.a.v) vahyedilen âyetleri kavramış olurdu.
  • Vahiy meleği bazen, “Cibrîl Hadîsi”nde[1] olduğu gibi insan sûretine girerek, vahyedilecek şeyi bildirirdi. Abdullah b. Abbâs’ın (ö. 68/687-88) naklettiği şu hâdise buna güzel bir misâldir:

“Babam Abbâs’la birlikte Rasûlullah (s.a.v)’in yanında idim. Allah Rasûlü’nün yanında biri vardı, başbaşa görüşüyorlardı. Bu sebeple babamla alâkadar olamadı. Yanından çıktığımızda babam:

«−Oğlum! Allah Rasûlü’nün bana iltifat etmediğini gördün değil mi?» dedi. Ben de:

«−Babacığım! Yanında biri vardı, onunla konuşuyordu» dedim.

Bunun üzerine hemen Rasûlullâh (s.a.v)’in yanına döndük. Babam:

«−Yâ Rasûlallah! Abdullah’a şöyle şöyle demiştim, o da sizin, biriyle başbaşa görüştüğünüzü söyledi. Gerçekten yanınızda biri var mıydı?» diye sordu. Rasûlullah (s.a.v) bana hitâben:

«−Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?» buyurdular. Ben de «Evet! Gördüm» dedim. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

«−O Cebrâîl idi. Bu sebeple seninle alâkadar olamadım» buyurdular.”[2]

Cebrâil (a.s) çoğu zaman sahâbeden Dihye (r.a)’ın sûretinde görünerek gelirdi. Ebû Osman (r.a) şöyle anlatır: “Bana şöyle haber verildi: Bir gün Cibrîl (a.s) Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. Bu esnâda Efendimiz’in yanında hanımı Ümmü Seleme (r.a) vardı. Cebrâîl (a.s) Allah Rasûlü (s.a.v) ile biraz konuştuktan sonra kalkıp gitti. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Ümmü Seleme vâlidemize:

«−Bu kimdir?» diye sordular veya buna benzer bir şey söylediler. Ümmü Seleme (r.a):

«−Bu, Dıhye’dir» dedi. Ümmü Seleme (r.a) daha sonra:

«−Allah’a yemin ederim ki, Peygamber Efendimiz’in hutbede Cibrîl (a.s) ile aralarındaki konuşmadan bahsettiğini işitinceye kadar hâlâ o gelen kişinin Dıhye olduğunu zannediyordum» dedi. Böyle veya buna benzer bir söz söyle­di.”[3]

- Bazen Peygamber Efendimiz uyanık iken melek görünmeden vahyi kalbine ilkâ ederdi.

- Vahiy, Peygamberimiz uyanık iken doğrudan doğruya Allah’ın kelamını duyması şeklinde de gelmiştir. Bu tür vahye Rasûlullah (s.a.v) Miraç gecesinde mazhar olmuşlardır. Beş vakit namazın farz olması bu şekildedir.

- Allah Rasûlü (s.a.v) uykuda iken meleğin vahiy getirdiği de olmuştur. Ancak bu yolla Kur’ân vahyi inmemiş, bazı sünnet vahiyleri gelmiştir.[4]

Dipnotlar:

[1] Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir gün mescidde iken Cebrâîl (a.s) temiz kıyafetli bir insan sûretinde yanına gelerek, îman, İslâm, ihsân ve kıyâmet alâmetleri hakkında sualler sordu. Böylece ashâb-ı kirâma dinlerini öğretti. İşte bu hâdiseyi anlatan hadîse “Cibrîl Hadîsi” denilir. (Bkz. Buhârî, Îman, 37; Müslim, Îman, 1, 5)

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 293-294; Ebü’l-Hasen Nureddin Ali b. Ebî Bekr el-Heysemî (v. 807/1405), Mecmau’z-zevâid ve menbau’l-fevâid, thk. Hüsâmüddîn el-Kudsî (Kâhire: Mektebetü’l-Kudsî, 1414/1994), 9: 276.

[3] Buhârî, Menâkıb, 25, IV, 185.

[4] Bkz. Babanzâde Ahmed Naîm Efendi, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1987), 1: 3-7.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar