Vakıa Suresi Hakkında Bilgi
Vakıa suresi ne anlatıyor? Nerede nazil olmuştur? Kaç ayettir? İsminin anlamı nedir? Doç. Dr. Adem Ergün anlatıyor...
Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.
Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle rivayet ediyor: "...Ben Resûlullah'ın (s.a.s.) «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)
VAKIA SURESİ NE ANLATIYOR?
1- İnsanın Yaratılışı
“Sizi Biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?
Rahime attığınız o nutfeyi gördünüz mü? (Bir düşünün!)
Onu yaratıp insan hâline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 57-59)
Yok kadar bir su zerresinden, son derece girift ve bir o kadar da âhenkle işleyen sistemlerle donatılmış bir insan vücûdunun meydana gelmesi, ne muazzam bir ilâhî sanattır.
2- Ölüm ve Yeniden Dirilme
“Aranızda ölümü takdir eden Biz’iz. Ve Biz, irâdemizi gerçekleştirmekten âciz değiliz.
(Ölümü,) sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (takdir ettik).” (el-Vâkıa, 60-61)
Ölüm gerçeği… Kimse ölümden kaçamaz. Cenâb-ı Hak isterse inkârcıları helâk edip daha iyi bir toplum getiriverir.
“Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 62)
İlk yaratmayı böylesine mükemmel bir şekilde yapan Yüce Allah, insanı tekrar yaratmaya da kâdirdir. Bunun üzerinde tefekkür ederek âhirete ve “ba‘sü ba‘de’l-mevt”e, yani ölümden sonra dirilişe hazırlanmak îcâb eder.
3- Tohumlar ve Bitkiler
“Ektiğiniz o tohumu gördünüz mü? (Şimdi onu bir düşünün!)
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?
Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.
«Doğrusu biz çok ziyandayız. Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!..» (derdiniz).” (el-Vâkıa, 63-67)
Çevremizdeki ekinlere, ağaçlara, bitkilere ibretle bakarak Allah Teâlâ’nın yaratma sanatını ve nîmetlerini hayranlıkla seyretmeliyiz. Cenâb-ı Hak vermezse insanların gayretleri ve tedbirleri boşa gider, bir ot bile yetişmez.
Bir an için etrafımızdaki bütün yeşilliklerin kuru bir çöp hâline geldiğini düşünelim. Hayâtımız bir anda nasıl da kararıverirdi!..
4- Tatlı Su
“Ya o içtiğiniz suyu gördünüz mü? (Bir de onu düşünün!)
Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?
Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 68-70)
Buluttan inen tatlı su, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir ikramıdır. O su acı bir şekilde inse, kimse onu tatlandıramazdı. Veya bir kuraklık olsa, bulutları oluşturup yağmuru indirmeye kim güç yetirebilir ki?!.
5- Ateş
“Bir de o tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü? (Onu da düşünün!)
Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?
Biz onu hem ibret (için) hem de çölden gelip geçenlerin, yolcuların ve muhtaçların istifâdesi için yarattık.” (el-Vâkıa, 71-73)
Hakîkaten düşünmek gerekir ki hayatta insanlara pek çok faydaları olan ateşi ve onun yakacağı olan ağaçları kim yaratmıştır?
Allâh’ın kudretine bakın ki yeşil ağaçtan ateş çıkarıyor!.. Bir de ateşin mâhiyetini düşünelim… Nasıl yanıyor, nasıl yakıyor?!.
Çöl yolcuları, gecenin soğuk ve karanlığında ateşe sığınırlar. Ateş, yolcular için vazgeçilmez bir ısınma, aydınlanma ve yemek pişirme vâsıtasıdır. Aslında ateşe bütün insanların ihtiyacı vardır. Ateşsiz yaşamak çok zordur.
Dolayısıyla ateş, hem ibretlik bir hâdisedir hem de toprak, su, hava gibi zarûrî bir ihtiyaçtır. Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta ve ateşte.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 60/3477)
Diğer taraftan, dünya ateşine bakarak cehennemi hatırlamalı… Ne kadar ibretliktir ki altımızda mağma tabakası, müthiş bir ateş deryâsı; üstümüzde ise Güneş, muazzam bir alev topu… İki ateş arasında serin ve selâmet bir hayat şartlarını lûtfeden Rabbimize ne kadar şükretsek az!..
Bütün bu nîmetler karşısında insanın Allâh’ı çokça tesbîh etmesi îcâb eder:
“O hâlde, Yüce Rabbinin ismini tesbîh et (yücelt)!” (el-Vâkıa, 74)
– Dilimiz; zikir, Kur’ân ve tebliğle meşgul olarak tesbîh etmeli,
– Kalbimiz; duygu derinliği içinde şükredip tesbîh etmeli,
– Âzâlarımız; nâfile namazları, oruçları ve hizmetleri artırmak sûretiyle tesbîhe devam etmeli…
6- Yıldızlar veya Vahiyler
“Hayır! Yıldızların mevkîlerine yemin ederim ki, bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” (el-Vâkıa, 75-76)
Azamet-i ilâhiyyenin nihâyetsizliği… Cenâb-ı Hak tefekkürümüzü sonsuzluğa yönlendiriyor…
Semâ, âdeta bahr-i bî-pâyân / haddi hudûdu olmayan bir okyanus…
Bu âyetlerde, yıldızlar görünmez olduktan sonra başlayan seher vakitlerine ve gece ibadetlerine de dikkat çekilmektedir.
Yine bu âyet-i kerîmelerde yemin edilen hususlardan bir diğeri de Peygamber Efendimiz’e nâzil olan vahiylerdir. Bunlar ya bir âyet, ya birkaç âyet veya bütün bir sûre olurdu. Her bir vahye de “Necm: Yıldız” denilmiştir.
7- Kur’ân-ı Kerîm
“Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) bulunan değerli bir Kur’ân’dır. Ona ancak iyice temizlenenler dokunabilir.” (el-Vâkıa, 77-79)
Kur’ân-ı Kerîm’e son derece tâzim ve hürmet göstermek îcâb eder. Mushaf’a yapışık olan dış kabına ve cildine bile abdestsiz olarak dokunmak yasaktır. Abdestsiz kişi, elbisesinin yeniyle de Mushaf’ı tutamaz. Ona hürmet ve tâzîmi zedeleyecek tavırlar içinde bulunmak da büyük bir gaflettir. Zira:
“O, Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir. Şimdi siz, bu ilâhî kelâmı mı küçümsüyorsunuz? Allâh’ın verdiği rızka (bu en büyük nîmete) karşı şükrünüzü, onu yalanlamak sûretiyle mi yerine getiriyorsunuz?!” (el-Vâkıa, 80-82)
Bizlere lûtfedilen en büyük nîmetlerden biri, Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılınmış olmaktır. Bu nîmetin şükrü de, onu güzelce idrâk edip muktezâsınca yaşamaktır.
8- Ölüm
“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz.” (el-Vâkıa, 83-84)
Kişinin vâdesi dolup emr-i Hak vâkî olduktan sonra onu geri döndürmek için insanoğlunun elinden hiçbir şey gelmez.
“Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.
Mâdemki siz dînin emirlerine boyun eğmiyorsunuz ve cezâ görmeyeceğinizi iddiâ ediyorsunuz, haydi o zaman o (canı) geri çevirin de görelim! Şâyet iddiânızda doğru iseniz!” (el-Vâkıa, 85-87)
İşte Allâh’ın kudreti… İşte insanın acziyeti… Bütün insanlık, ister istemez ilâhî takdîre boyun eğecek ve teslim olacak… Hâl-i hayâtında emr-i ilâhîye karşı çıkıp inatla diklenen zorba ve mütekebbirler bile o an hiçbir îtiraz sesi yükseltemeyecek… İdrâki üzerindeki sayısız gaflet perdeleri kalkan insan, kâinattaki asıl hükümranlığın yalnızca Allâh’a ait olduğunu, bütün gerçekliğiyle ancak o an anlayabilecek…
9- Ölen Kişi Üç Hâlden Biri Üzeredir
(1) “Fakat (ölen kişi Allâh’a) yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cenneti vardır.
(2) Eğer o sağdakilerden ise, «Ey sağcılardan olan kişi, sana selâm olsun!» denir.
(3) Ancak yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.” (el-Vâkıa, 88-94)
Kâfirler ve günahkâr Müslümanlar, bu kısma dâhildir.
“Şüphesiz ki bu (anlatılanlar), kesin hakîkatin ta kendisidir.” (el-Vâkıa, 95)
10- Cenâb-ı Hakk’a İlticâ
“Öyleyse haydi azîm olan Rabbinin ismini tenzîh ile an! (O’nu tesbîh et ve yücelt!)” (el-Vâkıa, 96)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Kâinat İnsan ve Kur’ân’da Tefekkür, Erkam Yayınları