Vakıf Kurmaktaki Esas Gaye Nedir?
Vakıf tesisindeki esas gâye, Allâh’ın rızâsına nâil olup âhiret selâmetine ermektir. Tâ başlangıcından beri vakıflar, bu minvâl üzere kurulmuş ve aynı şekilde devam etmiştir. Öyle ki bu gâye, «et-takarrub ilâllâh» (Allâh’a yaklaşmak) şeklinde vecizeleştirilmiş ve vakfın sıhhat şartlarından biri olarak kabul edilmiştir.
Bu itibarla vakıf husûsunda derin bir hassâsiyete sahip olmak ve bu ilâhî emânete büyük bir dikkatle riâyet etmek zarûrîdir. Tarih boyunca bu konu üzerinde titizlikle durulmuş ve bu emânetin ihlâl edildiği zamanlarda da acı akıbetlere dûçâr olunmuştur.
Nitekim Sâlih -aleyhisselâm-’a mûcize olarak verilen deve, kimseye âit olmayıp Allah Teâlâ’nın peygamberi vâsıtasıyla insanların istifâdesine sunduğu bir emânet idi ve âdeta bir vakıf malı hükmündeydi. Sütü, bir sebil gibiydi. Sahibi de Cenâb-ı Hak’tı. Fakat azgın kavim, deveyi öldürerek bu emânete ihânet etti. Neticede helâke dûçâr oldu.
Halk ağzında kıssa olarak anlatılagelen Süleyman -aleyhisselâm- ile serçe kuşu arasındaki şu hâdise de çok ibretlidir:
Bir gün Süleyman -aleyhisselâm-, serçe kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine serçe, Süleyman -aleyhisselâm-’ı tehdid ederek:
“–Senin saltanatını mahvederim!” dedi. Süleyman -aleyhisselâm-:
“–Senin cüssen ne ki, benim saltanatımı mahvedeceğini söylüyorsun!..” dedi. O küçük kuş, şöyle cevap verdi:
“–Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan bu toprağı sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!..”
"VAV"LARDAN KAÇININ!
Kıssadan hisse olarak bu hâdise, vakıf mallarına karşı ne kadar hassas ve dikkatli davranmak gerektiğini göstermektedir.
Nitekim büyüklerimiz; “Vav’lardan kaçının (yani vallâhi diyerek lüzumsuz yere yemin etmekten, mes’ûliyet şuur ve hassâsiyeti taşımayan bir vâli olmaktan, hakkını îfâ edemeyen bir vasî olmaktan ve gâyesine uygun sarf edilmediğinde ağır bir vebâli gerektiren vakıf malından sakının); mes’ûliyetinden korkun!..” buyurmuşlardır.
Ancak bu ifâdedeki mânâyı yanlış anlamamak gerekir. Meselâ gereğini îfâ edebilecek imkân ve liyâkat sahibi kimselerin vakıf hizmetlerinden uzak kalmaları, büyük bir vebâldir. Burada korkmaktan maksat, bu müesseselerden istifâde edenlerin haklarının dikkatli tevzî edilmesi ve vakıf mallarının liyâkatle korunmasıdır. Çünkü vakıf, mülkiyeti Allah Teâlâ’ya, faydası ümmetin muhtaçlarına âit olan menkul veya gayr-i menkullerdir. Yani vakfedilen mal, sahibinin mülkiyetinden çıkar ve bir daha satılamaz, bağışlanamaz ve ona vâris olunamaz.
VAKFA KÖTÜLÜĞÜ VE ZARARI DOKUNAN KİMSE
Bunların maksadına uygun kullanılmaları husûsundaki ciddiyetin dâimâ hatırda tutulması için, umûmiyetle vakıfnâmelerin başında veya sonunda hem hayır duâ, hem de bedduâlar bulunur. Hayır duâ, vakfa hizmette kusur etmeyenler içindir. Bedduâ ise, vakfiyede belirtilen hizmeti yerine getirmeyen, yani vakfa kötülüğü ve zararı dokunan kimseleredir. Böyle kimseler için ekseriyetle şu bedduâ cümleleri kullanılır:
“Her kim bu vakfın şartlarını bozar veya değiştirirse, Allâh’ın, peygamberlerin, meleklerin, insanların ve bütün mahlûkâtın lâneti onun üzerine olsun!..”
Vakfın idâresi ve korunması husûsundaki hassâsiyet, İslâm’da o derecede ehemmiyet kazanmıştır ki, “Bir malı vakfedenin koyduğu şart, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu hüküm gibidir.” sözü bir düstûr olmuştur. Nasıl ki bir âyetin değiştirilmesi düşünülemezse, aynen onun gibi, vakfedenin koyduğu şartların değiştirilmesi de düşünülemez. Asırlar önce yapılmış vakıfların pek çoğunun mâhiyet değişikliğine uğramadan bugüne kadar intikal etmeleri, hep bu temel kâideye riâyet bereketiyledir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları