Vakıflar Nasıl Ortaya Çıktı?

HİZMET

Vakıf, târihte ilk önce herkesin birlikte ibâdet ettiği mekânlarda başlamış, sonradan birçok ictimâî sahayı içine alarak genişlemiştir.

Rivâyete göre Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm-, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın Cenâb-ı Hakk’ı huşû içinde üç kere zikretmesi karşısında vecde gelir ve bütün sürülerini ona hibe eder. Onun melek olduğunu söyleyip almaması üzerine sürülerini satar ve geniş bir arâzi alarak müslümanların istifâdesine sunar. Böylece vakıf, İbrâhim -aleyhisselâm- ile başlamış olur.[1]

YERYÜZÜNDEKİLERE MERHAMET EDİN Kİ...

Âlemlere rahmet ve üsve-i hasene (örnek şahsiyet) olarak gönderilen Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizi, Birr, 16) buyurmuş ve vakfın fiilî nümûnelerini de kendi hayatında sergilemiştir. Mâlum olduğu üzere O, her sahada ümmetine mükemmel bir örnektir. Nitekim, Medine-i Münevvere’de sâhibi bulunduğu yedi hurma bahçesini, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından kendi hissesine düşeni Allâh yolunda vakfetmiştir. Bunu gören ashâb-ı güzîn de, ellerindeki imkânlardan pek çok kıymetli gelir getiren emlâki, aynı şekilde vakfetmişlerdir. Öyle ki Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh-:

“Muhacir ve ensardan imkân sâhibi olup da vakfı bulunmayan bir tek kişi bilmiyorum.” (İbnü Kudâme, el-Muğnî, V, 598) demiştir.

HAZRET-İ ÖMER'İN GÖRDÜĞÜ RÜYA

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Hayber’de ganîmetten payına düşen güzel bir hurmalık arâziye sâhip olmuştu. Rüyâsında üç gün üst üste bu arâziyi infâk etmesi kendisine işâret edildi. O da, Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Şimdiye kadar sâhip olmadığım kıymette bir hurmalığa mâlikim. Bu hususta ne buyurursanız, öyle yapacağım.” dedi.

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

–Dilersen bu hurmalığın mülkünü Allâh için tasadduk et (vakfet)! Artık o alınıp satılmaz, hibe edilmez ve ona vâris olunmaz. Onun mahsûlü yalnız infâk edilir. buyurdular.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, mâliki olduğu bu hurmalığı vakfetti. Allâh yolunda gazâ ve cihâd edenler, esâretten kurtulmak isteyen köleler, misâfirler vb. nice ihtiyaç sâhipleri, bu bahçeden istifâde etti.[2]

GÖNÜLDEN VERMEK

Allâh yoluna infakta, sevilen şeylerden ve gönülden verme husûsu çok mühimdir. Birgün ashâb-ı kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:

َلنْ تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâli­ne) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen ashâb-ı kirâm, bu âyet-i ke­rîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâ­vetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek se­verdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi.

Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi:

“–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında:

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.”[3]

EBU TALHA'NIN İNFÂK ETTİĞİ HURMA BAHÇESİ

Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu:

“–Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”

Ebû Talha:

“−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi.

Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu:

“–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?”

Ebû Talha:

“–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı.

Hanımının:

“−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de:

“−İkimiz nâmına.” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi:

“–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!”

Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet iklîminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Dipnotlar:  [1] Bkz. İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, II, 293. [2] Bkz. Buharî, Vesâyâ, 22, 28. [3] Bkz. Buhârî, Vesâyâ, 17.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları