Vakti Aziz Bilmek

Vaktin (ömrün) kıymetini bildik mi? Vakti (size verilen ömrü) aziz bilmeli... Peki bu nasıl mümkün olabilir?

Nebiler Sultanı -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, zât-ı risaletlerini takdim ederken öncelikle, kul Resûl olduğunu beyan buyurmuşlardır. Hicretin yedinci yılında Medine-i Münevvere’den, o günkü dünya liderlerine (Bizans’a, Mısır’a, İran’a) yazdırdığı İslâm’a davet mektupları hep “Allah’ın kulu ve Resûl’ü Muhammed’den” -sallallâhu aleyhi ve sellem- diye başlar. Efendimiz hayatın bütün alanlarında en güzel örnek bir kuldur.

VAKTİ AZİZ BİLİN

Fahr-i âlemin örnekliğinde kulluk; Yüce Yaratıcının, bütün emirlerini emredildiği şekilde îfa, yasaklardan kaçınmak sûreti ile başlayıp, hayatın bütün alanlarında Rab Teâlâ’nın huzurunda olduğunu tam idrâk seviyesine nebevî ifade ile ihsan haline ulaşabilmekle kemâle erer.

İhsan halinde bir kulluk yolculuğunda insan dışarıdan ve içeriden gelen engellerle karşı karşıyadır. İç dünyasında nefsin her türlü meşrû olmayan talepleri, vehimleri, vesveseleri insanı yoldan alıkoyarken, aynı şekilde gereksiz dış alâkalar da Hakk’a vuslat yolunda birer engeldir.

En güzel bir muallim ve mürebbî olarak, Hakk’ın en büyük bir lütfu olan Server-i Âlem Efendimiz, ümmetini hem uyarmış hem de en güzel davranış modellerini beyan etmiştir. Zira insan bir yönü ile takvayı yaşarken fücur/günahın da farkında olmayabilmektedir.

Hazret-i Sevban -radıyallahu anh-’ın naklettiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

-Ümmetimden bir kısın insanlar bilirim ki, kıyamet günü Tihâme dağları misali bembeyaz (tertemiz) hasenelerle gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ o sevapları saçılmış toz haline getirir, hiç yokmuş gibi yapar. Sevban:

-Onları bize anlatır mısınız, biz de onlardan olmayalım dediğinde Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

-Dikkat edin! Onlar sizin kardeşlerinizdir. Sizin gibi insanlardır. Sizin gibi onlar da gece ibâdetinden nasiblerini alırlar. Ancak tenhâda Allah’ın haramları ile başbaşa kalınca o yasakları ihlal ederler, çiğnerler.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29)

Zamanımızda, bir takım teknolojik imkânlarla bir insanın, en yakınındaki insanlarla birlikte olduğu anlarda bile günah mecralarına ulaşabilmesi ve parmaklarını, gözlerini bu mecrâlarda kirletmesi, ilâhî haşyetin gönülleri kuşatamamasının bir sonucudur.

Gerçekten hangi şekilde olursa olsun, her günah ve hata -hemen tevbe edilmezse- yeni bir günahı cezbeder ve kalp tamamen paslanmış olur.

Efendimiz buyuruyorlar:

“Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Eğer nefsini bundan alıkoyup istiğfar eder ve günahtan dönerse, kalbi bu lekeden arınarak cilalanır. Günahlara tekrar dönerse, bu nokta çoğalır ve neticede kalbini tamamen kaplar. İşte bu, Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerimede zikrettiği kalbin paslanmasıdır:

“Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırıp köreltmiştir.” (Mutaffifin 83/14)” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334; İbn-i Mâce, Zühd, 29)

Allah’ın Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmetine, amellerini değerlendirmesini ve her amelde daha fazîletli olanı tercih etmesini emrediyor.

“Hiçbir yudum, Allah katında, bir kişinin yuttuğu öfke yudumundan veya bir musîbete gösterdiği sabır yudumundan daha sevimli değildir! Ve yine hiçbir damla da, nezd-i ilâhîde, Allah korkusuyla dökülen gözyaşı damlasından veya Allah yolunda akıtılan kan damlasından daha makbûl değildir!” (Beyhakî, Şuab, VI, 314)

“Yalnızlık kötü arkadaştan daha hayırlıdır; sâlih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir. Hayırlı şeyler konuşmak, sükûttan daha iyidir; sükût da kötü şeyler konuşmaktan daha iyidir.” (Hâkim, III, 343; Beyhâkî, Şuab, 256/4993)

Yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- sevgili sahabisi Hazret-i Ali’yi -radıyallahu anh- uyarıyor:

“Ey Ali! Âniden bir haramı gördüğünde dönüp tekrar bakma! Zirâ (irâden dışında) ilk bakış senin için affedilmiştir. Ancak ikinci bakış aleyhinedir (günahtır).” (Tirmizi, Edeb, 20)

“Küçük deyip hakir gördüğünüz amellerden (günahlardan kaçınmak sûretiyle dininiz üzerine titreyiniz.” (Heysemî, III) ve “Kul iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” (Buharî, rikak)

Allah zül-celalin kendisine lutfettiği hayatı nübüvvetten önce de sonra da O’nun razı olacağı bütün güzelliklerle yaşayan Nebiler Sultanı insan için en büyük âhiret sermâyesinin kendisine verilen sayılı nefesler olduğunu hatırlatırken, bütün bir ömrün nasıl, nerede geçirildiğinin hesabının verileceğini, kişinin kendisini doğrudan ilgilendirmeyen hususları bırakmasının O’nun İslâm’ının güzelliği olduğunu beyan etmektedir.

Sünnet-i nebevîyi bir hayat programı olarak yaşayan sonraki sâlih ve sâdık insanlar da bu konuda gelecek nesillere güzel örnekler bırakmışlardır.

Bir zât vardı. Her sabah cemaatle namazdan sonra evinin yakınında bulunan mezarlığın arasındaki yolda yürür, giderken bir cüz, dönerken de bir cüz Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Bir taraftan da Yüce Allah’tan kendisini Hızır (a.s.) ile görüştürmesini isterdi. Günler böyle geçerken, yine bir gün mezarlıkta yürüyüşe başlayıp Kur’an kıraati için eûzü-besmele çekmişti ki hırpani kılıklı bir şahıs yanında beliriverdi. Kendisiyle konuşmaya başladı. Hem konuşuyor hem de yürüyorlardı. Gelen zat “annen nasıl, baban nasıl, çocuklar ne yapıyor, ne yersin, ne içersin” diye soruyor, berideki zavallı da ona cevap yetiştirmeye çalışıyordu. Nihayet yolun sonuna varıp tekrar döndüler. Gelen o zat şu dikkat çekici izahta bulundu:

“-Uzun zamandır Allah’tan sana göstermesini istediğin Hızır benim. İşte benimle görüşmüş ve konuşmuş oldun. Ama bundan daha önemlisi bugün iki cüz Kur’ân-ı Kerîm okumaktan mahrum kaldın.”

Kur’ân-ı Kerim ile geçecek bir zaman Hızır’la buluşmaya bile feda edilemeyecekse, ilâhî bir ikrâm olan zamanın, nice lüzumsuz alanlarda israf edilmemesi zarureti açıktır.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -kuddise sirruh-’un hatırlatmaları da dikkat çekicidir:

“-Mevcûd ömrü, mevhûm işlere sarfeylemek fazlası ile kötü bir davranıştır. Vakit, bir nakittir. En önemli yerlere harcanmalıdır. Hak Teâlâ Hazretleri bizlere mâlâyani (lüzumsuz meşgale ve işler)le meşgul olmamayı, kolaylaştırsın. Oyun ve eğlence ile meşgul olmayın. Hak Teâlâ’ya iltica ve tazarru edin… Vakti (size verilen ömrü) aziz bilin.” (Musahabe 1)

Meded ümmetlerin hep hâli kandır ya Resûlellah

Meded zirâ zaman âhir zamandır ya Resûlellah.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 467

İslam ve İhsan

İNSANIN ALDANDIĞI İKİ NİMET

İnsanın Aldandığı İki Nimet

İSLAM’DA ZAMANIN ÖNEMİ

İslam’da Zamanın Önemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.