Vazifede İhmâl Kul Hakkıdır

Osmanlı alimi Molla Fenârî'nin vazifesini ihmal etmesinden ötürü kendisine kestiği cezanın ibretlik hikâyesi.

“Molla Fenari (1350-1431) Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislamıdır. Yenişehir civarındaki Fenar köyünde doğduğu veya babası fenercilik yaptığı için “Fenârî” lakabıyla tanındı. Tefsir, tasavvuf, fıkıh, kelam, mantık ve belagat sahalarında yüze yakın eser verdi. Eserleri ve yetiştirdiği talebeleriyle Osmanlı ilim geleneğinin kurucusu oldu.

VAZİFE ŞUURU

Kendi döneminin dînî, ilmî ve siyâsî hayatına damgasını vurmuş bu büyük Osmanlı âlimi, şeyhülislamlık makamına getirilmeden önce, Bursa kadısı idi. Kadılık yaptığı döneme ait anlatılan şu hadise onun “vazife şuuru” meselesinde ne kadar hassas olduğunu gözler önüne serer:

Bursa’da bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu fark etti. Geri vermesi gerekiyordu; ama satın aldığı adam zor­luk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmî kanaldan işi sağlama bağlamak istedi.

Mahkemeye gittiğinde kadı Molla Fenârî’yi yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı. Fakat at o gece öldü.

ZARARA SEBEBİYET VERDİĞİ İÇİN CEZAYI KENDİSİ ÖDEDİ

Adam ertesi gün bütün olan biteni kadıya anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenârî:

“Senin zararını ben ödeyeceğim”, dedi. Adam hayretle kadıya baktı,

“Niçin siz ödeyeceksiniz? Konuyla hiç bir ilginiz ve suçunuz yok ki...” dedi.

Molla Fenârî adama şu tarihi cevabı verdi:

“Evet, öyle görünüyor; ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün şikâyetini bildirmek için makamı­ma geldiğinde ben yerimde olsaydım, hâdiseye müdahale eder, atı geri verdirip paranı iade ettirirdim. At da, sahi­binin elinde ölmüş olurdu. Bu imkân şimdi yok olmuş­tur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararım ben ödeyeceğim.”[1]

[1] İbrahim Refik, Erdemler Kitabı, s. 130-131.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.