Vuku ve Vukuat Ne Demek? Vuku ve vukuat Ne Anlama Gelir?
Vuku ve vukuat ne demek? Vuku ve vukuat kelimelerinin anlamı nedir? Vuku ve vukuat kelimelerine örnek cümleler...
Vukû (vukûât): Olanlar, olan bitenler anlamına gelir.
Vukû bulmak: Olmak, tahakkuk etmek, gerçekleşmek anlamına gelir.
Vukuât: Vuku bulan şeyler, olan olaylar anlamına gelir.
VUKU VE VUKUAT KELİMELERİNE ÖRNEK CÜMLELER
Zâbıta Vukuâtı Olmayan Memleket
Husûsiyle Osmanlı Devleti’nin Anadolu ile İstanbul havâlisine münhasır olan kısımlarında herhangi bir zâbıta vukuâtına pek rastlanmamıştır. Nâdiren meydana gelen zâbıta vukuâtının da, umûmiyetle hristiyan unsurlar ve bilhassa Rumlar tarafından tertip edildiği tespit olunmuştur. Bu hakîkat, Osmanlılar’ın ahlâkî seviye itibâriyle ne kadar ileri bir millet olduğunu göstermeye kâfîdir.
Gerçekten Osmanlılar’da yankesicilik, dolandırıcılık, hırsızlık, ihtikâr ve sahtekârlık tamamıyla meçhul şeyler olmuştur. Öyle ki, evlerin kapıları kilitlenmeden açık bırakılabilir veyahut tahta bir mandalla tutturulabilirdi. Dükkânlar da aynı vaziyetteydi. Köyler ve Türkmen aşîretleri arasında da bu emniyet vardı.
*****
‘‘Osmanlı’da yol kesme, ev soyma, dolandırıcılık ve yankesicilik gibi hâdiseler âdeta meçhul gibidir. Harp hâlinde olsun, sulh hâlinde olsun, yollar da evler kadar emîndir. Bilhassa anayolları takip ederek bütün Osmanlı mülkünü en mutlak bir emniyet içinde baştanbaşa dolaşabilmek, her zaman mümkündür. Dâimî bir seyr u seferle yolcu adedinin çokluğuna rağmen vukuâtın fevkalâde azlığına hayret etmemek kàbil değildir. Nice yıllar içinde ancak nâdir hâdiselere tesâdüf edilebilir.’’
*****
Fetihler sultânı Yavuz Sultan Selîm Han da, cihan çapındaki zaferleriyle mağrûr olmamış, nefsine dâimâ galebe çalarak hakîkî zaferin ancak bir velînin irşâdıyla gönül âleminde vukû bulacağını şu mısrâları ile ne güzel ifâde etmiştir:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a‘lâ imiş...
*****
Dâvûd -aleyhisselâm-, sapanını çıkardı ve meşhur taşı yerleştirerek Câlût’a fırlattı. Taş, Câlût’un tam alnına isâbet etti ve Câlût, atından düşerek öldü.
Kuvvetiyle mağrur, iri yarı bir hükümdar olan Câlût, apaçık görülen zâhirî üstünlüğüne rağmen mağlup oldu. Allâh Teâlâ bununla, işlerin yalnız zâhirî şartlara bağlı olmayıp, hakîkatte kendi irâdesiyle vukû bulduğunu göstermişti. Yine bu hâdise ile, insanların nazarında kuvvetli görünenin, hakîkatte zayıf, zayıf görünenin de Allâh’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini öğretmişti. Allâh’ı inkâr eden zâlimler ne kadar kuvvetli görünürlerse görünsünler Allâh’ın irâdesi tahakkuk edeceği zaman küçücük bir çocuktan bile daha zayıf bir hâle düşerler. Ebrehe misâlinde olduğu gibi…
*****
Allâh Teâlâ insanlar arasında ictimâî dengenin kurulmasını birtakım sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanların bir kısmı zengin, bir kısmı fakir,
bir kısmı güçlü, bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli, bir kısmı hasta, bir kısmı mü’min, bir kısmı münkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alâkalar, insanların cemiyet hâlinde yaşayabilmelerini temin edebilsin. Tıpkı elektrik yüklü artı ve eksi kutuplar arasında kıvılcım (şerâre) ve enerji meydana gelmesi gibi, müsbet ve menfî insanlar arasında vukû bulan mücâdele ve muhârebelerde de, pek çok hikmetler bulunmaktadır. İşte yukarıdaki âyet-i kerîmeler ile ilâhî nizâmın bazı prensipleri anlatılmıştır. Nitekim bu âyet-i kerîmelerin devâmında da şöyle buyrulur:
“İşte bunlar, Allâh’ın âyetleridir. Biz onları Sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz Sen, Allâh tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin!” (el-Bakara, 252)
*****
Bunlar, peygamberlere bile Allâh Teâlâ karşısındaki acziyetlerini idrâk ettirmek ve onlara tâbî olanların tâkip edeceği usûl ve hikmetlerin teşekkülünü sağlamak hikmetine binâen vukû bulan hâdiselerdir. Bu durum, onların peygamberliğine ve ismet sıfatlarına aslâ halel getirmez. Müfessirler nazarında bu tür imtihanlar; “hasenâtü’l-ebrâr, seyyiâtü’l-mukarrabîn.” hükmü dâhilindedir.
*****
Firâset; sâlih mü’minlerde meydana gelen isâbetli sezgidir, keşif hâlidir. Yâni, akıllılık, zekâ ve seziş demek olan firâset, kalbde vukû bulan mânevî bir idrâk kâbiliyetidir.
*****
Hızır -aleyhisselâm- kıssası, aklın, hâdiseleri ve vukûâtı, ancak sebeplerle düşünüp kavrayabildiği gerçeğini de çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Sebepler ve bahâneler kaldırılınca, akıl, acz içinde kalır ve hikmeti kavrayamaz.
*****
Müsbet veyâ menfî mühim vukûat ve hâdiseler gündüze nisbeten gecenin derûnunda galebe hâlindedir. Nitekim gündüzlerden emin olmamamız kaydıyla, azâb-ı ilâhî’nin ekseriyetle geceleyin vâkî olduğu muhtelif âyet-i kerîmelerde beyân edilmiştir. Bunlardan birinde Cenâb-ı Hakk buyurur:
“Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azâbımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?” (el-A’râf, 97)
*****
Dünyânın imtihân mekânı olarak takdîr edilmesinin tabiî bir netîcesi olarak cereyân eden birbirine zıt vukûat fırtınalarının, kalbi, bir kuru yaprak gibi önüne katıp sürüklememesi için, onun bu tesirlerden muhâfaza edilmesi zarûrîdir. Bu itibarla da kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî nusret ve muâveneti cihetinden esen tatlı meltemlere teslîm etmek îcâb eder. Bu da ancak Allâh’a ilticâ etmek, O’nun emir ve nehiylerine itaat ve teslîmiyet göstermekle mümkündür.
YORUMLAR