Yâ Rabbi! Bize Namazı Sevdir

Bir Müslüman namaza nasıl bakmalıdır? Müslüman için namaz neyi ifade ediyor? Namazda huşunun önemi ve huşu ile kılınan namazların insan, toplum üzerindeki etkileri neler? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi namazın hayatımızda olması gereken yerini ve önemini anlatıyor...

Mü’minin kurtuluşu, başta îman, îmandan sonra ilk gelen şart da;

اَلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

“Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” (el-Müʼminûn, 2)

Namaz çok mühim!..

Huşû, duyuştur. Kalbin duyuşuna, kalbin Cenâb-ı Hak’la beraberliğine, Cenâb-ı Hakk’a karşı bir şükran hissine, hamd hâlinde, bir acziyet içinde olduğunun idrâkine, o hâlde olmaya “huşû” denir.

Cenâb-ı Hak, geometrik bir ibadet istemiyor; huşûlu bir ibadet istiyor.

Kul, Cenâb-ı Hakk’a sığınacak. Barınak olacak, müracaat yeri olacak, bir liman olacak.Cenâb-ı Hakk’a sığınmakla bir huzur bulacak. Dünyasında da huzur olacak, öbür âlemde de huzur olacak.

Cenâb-ı Hak bizden ibadette de rahmetin/Allâh’ın rahmetinin ibadette de yansımasını istiyor. İbadetler öyle olacak ki, Cenâb-ı Hak’tan rahmet tecellîleri gelecek.

Cenâb-ı Hak namazda “Secde et ve yaklaş.” buyuruyor. Hangi kalp ile yaklaşacaksın Cenâb-ı Hakk’a? Yaklaşmak için kalp lazım. Kalp de Cenâb-ı Hak’la beraber olacak, zikir hâlinde olacak, Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak.

Namazı huşû ile kılan bir toplumda psikiyatrik bir rahatsızlık yok. Bir asr-ı saâdette; zengini var, fakiri var, hastası var, şehidi var, dulu var, yetimi var, vesâire var, fakat hiçbirinde psikiyatrik bir rahatsızlık yok.

Çünkü o “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) O kemâle geldiği zaman, kalpte bir huzur meydana geliyor. Onun için en mühim bu terbiyemiz, o namazda, o huşûyu elde edebilmemiz...

Bunun için günahlardan, Allâh’ın haram kıldığı…

Efendimiz buyuruyor:

“Haram mâlumdur, helâl mâlumdur. Aradakilerden sakınınız…” (Buhârî, Îmân, 39)

Kerahatlerden sakınma, bu şekilde ilâhî huzûra bu şekilde durabilme…

Yani asr-ı saâdette psikiyatrik bir buhran yok. Sadaka var, zekât var, infak var, toplumda bir patlama yok, bir isyan yok, bir taşkınlık yok, bir rahatsızlık yok.

Sadece ben erkek kardeşlerime onu, bir şey yapacağım: Efendimiz namazı cemaatle kılmakta çok ısrarlı. Hattâ göremediği zaman sorardı. “Niye gelmedi?” derdi. “Hasta mı?” derdi. “Seyahatte mi?” derdi. Hasta ise ziyaret ederdi. Seyahatte ise dua ederdi. Fakat bir kişinin mâzeretsiz namaza gelmemesi cemaate, Efendimiz’i çok rahatsız ederdi. (Bkz. Heysemî, II, 295)

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [Buhârî, Edeb, 96])

Eğer kıyamet günü Allah Rasûlü’yle beraber olmak istiyorsak, onun hususiyetlerinden biri de namazımızı cemaatle kılmak. Bilhassa sabah ve yatsı namazlarını…

Edep ile namaza hazırlanmak. İlâhî huzûra çıkıyoruz... Cenâb-ı Hak A‘râf Sûresi’nde buyuruyor ki:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde (her secde edişinizde) güzel elbiseler giyinin…” (el-A‘râf, 31)

Yani hem kalbimizi hazırlayacağız hem de bedenimizi pasaklı bir şekilde bir namaza durmayacağız. Pijamayla, gelişigüzel vs… Yani nasıl bir dünyevî bir makam sahibinin huzûruna gidiyoruz, o nihâyet fânî bizim gibi; bu, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda bulunabilmek…

Namaz çok mühim!..

“Bu yedi kişi kıyâmet günü Arş’ın gölgesi altında olacak. Onlardan biri de kalbi mescitlerde asılı olanlar.” (Bkz. Buhârî, Ezân, 36) Yani namazlarını mescitte kılanlar.

Eğer namazı geometrik olarak kılanlara da Cenâb-ı Hak:

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

“Yazıklar olsun o namaz kılana.” (el-Mâûn, 4) buyuruyor.

Namazdan gâye nedir, niye namaz kılıyoruz biz? Cenâb-ı Hak bizi Cennet’e davet ediyor. Cennet’e davet olabilmemiz için de fahşâdan-münkerden, kötülüklerden korunmamız için. Namaz da bizi fahşâdan-münkerden korur. Gözümüzü korur. Yanlış vitrinler, yanlış ekranlar seyretmeyiz. Yanlış şeylere dalmayız. Hak-hukuka dikkat ederiz. Onun için namaz…

“Benim namazım nasıl? Kabul mü, değil mi?” Bunu ölçmek istiyorsak, nasıl insan vücuduna bir röntgen var, röntgenle iç âlemini görüyor, biz de kendi namazımızı görmek arzu edersek, kendimize bakalım: Cenâb-ı Hak bizi ne kadar hayır-hasenâta sevk ediyor? Ne kadar kulluğa sevk ediyor? Nasıl Allâh’ın istemediği şeylerden nasıl biz korunuyoruz? Böyle bir korunma olacak. Bu korunmayla bir, geceye girilecek.

Gece çok ibretli… Gece bir ölüm tatbikatı bir noktada. Yatağa yatıyorsun, uyuyorsun, başka bir âlemde geziyorsun. Seherlerde kalkış, sanki bir kıyâmetten kalkış gibi. Kaldıran… Uyutan Cenâb-ı Hak, kaldıran yine Cenâb-ı Hak.

Ne yapacaksın seherlerde? Rûhânî hayatı dolduracaksın. Güne hazırlanacaksın. Gündüz birtakım nefsânî tasallutlara karşı kalp mukâvemet edecek. Gözün, kulağın, kalbin mukâvemet edecek.

Çevireceksin başını; “Aman yâ Rabbi!” diyeceksin. “Elhamdülillâh beni koruyorsun yâ Rabbi!” diyeceksin çirkin manzaralar karşısında.

Efendimiz’den iki tane tebliğ var namaz için.

“Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)

Âişe Vâlidemiz buyuruyor:

“Allah Rasûlü’nün diyor, sadrından diyor, sanki bir kaynayan bir tencerenin sesi gibi ses gelirdi diyor. Bazen bizi unuturdu.” diyor. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Efendimiz; “Mü’minin mîrâcıdır.” buyuruyor. (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313) Fakat bu mîrâca biz ne kadar yaklaşabilirsek. Ne kadar bu gayretin içinde bulunabilirsek…

Demek ki Efendimiz’den iki tâlimat, biri;

“Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)

İkinci tâlimat:

“Son namazınız gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Deylemî, Müsned, I, 431)

Bu namazı kılacaksın, son nefesi vereceksin. O duyuşlar içinde namazı kılın buyuruyor. O zaman o namaz ne oluyor? Fahşâdan-münkerden kulu koruyor, muhafaza ediyor.

Onun için namaz çok mühim!..

Onun için Cenâb-ı Hakk’a çok çok dua edeceğiz ki:

“Yâ Rabbi bize namazı sevdir!” diye… “Nasıl namazı ashâb-ı kirâma sevdirdin yâ Rabbi!”

Nasıl ashâb-ı kirâm, tâ âmâ bile tâ uzaklardan tek başına, çamura bata bata yine mescide gelirdi. Niye? Namazı seviyordu.

Bizim namazı sevmemizin ölçüsü; ne kadar huşû ile kılıyoruz, erkek olarak ne kadar cemaatle kılıyoruz, ne kadar… Bu bizim Allah Rasûlü’ne yakınlık ölçümüz.

Medîne-i Münevvere’de bir köle satılıyordu. Köle müslüman olmuştu. Sahibine dedi ki:

“Beni satın alandan iki şey istiyorum dedi. Dünya, mal-mülk vs. hiçbir şey istemiyorum, iki şey istiyorum dedi. Birincisi dedi, Allah Rasûlü ile beraber olacağım ben, ezan okunduğu zaman beni bırakacaksın, Allah Rasûlü ile beraber olacağım. İkincisi; Allah Rasûlü’yle beraber cemaatle Allâh’a secde edeceğim.”

Adam da kabul etti, satın aldı.

Nasıl bir çekim kanunu var fizikte, coğrafyada; kalpler arasında da bu çekim kanunu var. Cezb ve incizab kanunu. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz her mescide gelişte gözü-gönlü o köleyi arardı. Köle o zaman îtibar edilmeyen bir insandı. Bir gün göremedi köleyi:

“–Efendi, nerede kölen?” dedi bir azarlar şekilde.

“–Efendim dedi, hasta dedi, ondan gelemedi.” dedi.

“–Öyle mi dedi, peki o zaman hepimiz köleyi ziyarete gideceğiz.” dedi.

İkinci sefer tekrar göremedi, tekrar sordu; “Nerede?” dedi.

“–Efendimiz dedi, sekerât hâlinde, ölüm hâlinde dedi, nefes sıkıntısında.” dedi.

“–Haydi dedi o zaman, tekrar köleyi ziyarete gideceğiz.” dedi.

Köleyi ziyaret ettiler. Efendimiz yanından ayrılmadı. Köle son nefesini verdi. Yine ayrılmadı Efendimiz. O tâ gömülene kadar başında oldu.

Mekkeliler dediler ki:

“–Biz her türlü cefaya katlandık dediler, Allah Rasûlü bu köleye bizden çok daha îtibâr etti.” dediler.

Medîneliler:

“–Malımızı, canımızı, hepsini Allah yolunda fedâ ettik, her inen âyete « سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا: (işittik ve itaat ettik) (Bkz. el-Bakara, 285)» dedik. Allah Rasûlü bu köleye bizden daha çok alâka gösterdi.”

O zaman;

“اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُم” âyeti indi.

“…Allah indinde en keremliniz, takvâ sahibi olanınızdır...” (el-Hucurât, 13)

Şimdi burada kölede ne görüyoruz? İki tane, iki hâl görüyoruz. Bir; Rasûlullah Efendimiz’le beraber olma.

Demek ki kendi kendimize soracağız:

“Ben ne kadar hayatta Rasûlullah ile beraberim? Ticârî hayatımda beraber miyim? Uzuvlarım, gözüm, kulağım, dilim Rasûlullah ile beraber mi? Evlâdı yetiştirmem Allah yolunda, Allah Rasûlü ile beraber miyim?..”

Bak, köle her şeyini feda etti. Ne mal istedi, ne şey istedi. Yeter ki ben Allah Rasûlü’yle beraber olayım bir; iki, Allah Rasûlü’yle secde edeyim dedi. Namazı sevdi çok.

Cenâb-ı Hak bizi bu iki hasletle, Rasûlullah Efendimiz’e yakınlıkla, namaza yakınlıkla mütehallî eylesin -inşâallah-.

“اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُم” âyet-i kerîmesinin tecellîsini üzerimizde Cenâb-ı Hak nasîb eylesin -inşâallah-.

İbrahim -aleyhisselâm-’ın derdi de buydu. Ne diyordu İbrahim -aleyhisselâm-:

“Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle…” (İbrahim, 40)

Kendisine onu istiyordu. “Namazı kılanlar…” Nasıl kılacak? Bir Mîraç hâlinde namaz kılacak. Cenâb-ı Hak’la beraber olacak bir namaz. Zürriyetini de öyle istiyordu.

“…Rabbim! Duâmı kabul et.” (İbrahim, 40) buyurdu.

Allah korusun, bir de bunun âyette tersine baktığımız zaman, zıddına… Müddessir Sûresi’nde Cehennem’e girenlerin hâlini bildiriyor. Sekar Cehennem’ine girenleri. Cennet’e girenler, Cehennem’e girenlere sesleniyorlar:

“‒Siz diyorlar, ne yaptınız dünyada da, Cehennemliksiniz diyorlar. Niye Cehennemliksiniz?” diyorlar.

Onlar da diyorlar ki, bir:

“Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.

Aman kardeşler! Evlâdımızı ilk alıştıracağımız, namazdır. Efendimiz’in evlâdına ilk tembihâtı, onları namaza alıştırmaktı. Sevdire sevdire namaza alıştırmak, hediyeler vere vere namaza alıştırmak.

“Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.

En feci ayrılık, bugün dünyadaki ölümle ayrılık değil. Ölümle ayrılık bir müddet sonra tesiri geçiyor, azalıyor o hasret. Fakat en müthiş ayrılık, hicranlı, giran gelecek ayrılık, kıyamette olacak.

Cennet’e girenler;

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])

Büyük bir ihtiramla Cennet’e davet edilecek. En yakını orada Cehennemlik…

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])

“Siz Cehennemlikler bu tarafa!” denilecek orada. Esas ıztırap orada! Yani dünyadaki o vefatlardan çok çok daha öteye olacak.

Onun için İbrahim -aleyhisselâm-’ın derdi de o. Yani kendisini ve evlâtlarını namaz kılanlardan eylemesi…

Velhâsıl bu, Müddessir Sûresi’nde, bu Cehennem’e girenler;

“Biz namaz kılanlardan değildik.” diyecekler. Baba da bundan hesap görecek, anne de hesabını verecek bunun. Niye o terbiyeyi vermedi?

Orada evlât, anne-babadan… Nasıl dünyevî kırıntı ilimlere, Allâh’ın dünyaya ait kırıntı ilimlere ehemmiyet verdi; İslâm kültürüne, Allâh’a kul olma tâlimine, evlâdına o tahsili yaptırmadı!..

Kur’ân-ı Kerîm tahsili basit bir tahsil değil! Yani iki ay camiye göndermekle olmaz. Rasûlullah Efendimiz bu Kur’ân tâlimini 23 senede ikmâl etti. Sahâbî 23 senede ancak bunun diplomasını aldı, icâzetini aldı. Hayatının her safhasını Kur’ân ile, Sünnet-i Seniyye ile mîzân etti.

Demek ki birincisi;

“Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.

Kalp kuruyor:

“Fukarâya yemek yedirmezdik.” diyorlar. “Menfaatperesttik.” diyorlar. “Merhametimiz yoktu.” diyorlar.

Tabi beş kuruş vermek de o bir cömertlik değildir o.

Rasûlullah Efendimiz merhametten bahsediyor, cömertlikten bahsediyor. Sahâbe:

“‒Biz hepimiz cömerdiz.” dediler.

“‒Yok!” dedi Efendimiz. Senin evlâdına vesâireye, yakınlarına yaptığın cömertlik, cömertlik değildir dedi. “Âm ve şâmil, bütün, Allâh’ın bütün mahlûkâtına olan senin merhametin cömertliktir.” dedi. (Bkz. Hâkim, IV, 185/7310)

Tâ Afrika’nın bir ucundakine, Asya’nın bir tarafındakine, muzdarip bir Suriyeli’ye, muzdarip bir Iraklı’ya, bunlara yahut memleket içindeki garip, yalnız, kimsesize yaptığın merhamet, merhamettir. Onun derdine çare bulmaktır.

Efendimiz, dertlere çare bulurdu. Dertliyi öyle yalnız başına bırakmazdı. Dertlinin sahibi olurdu. Ki, bizim de Cenâb-ı Hak -inşâallah- o kıyamet günü, o zor günde Cenâb-ı Hakk’ın biz de rahmetine nâil olalım -inşâallah-.

Demek ki, bir defa “Namaz kılanlardan değildik.” diyorlar. İkincisi, “merhametsizdik.” diyorlar. Üçüncüsü; “Dünyaya dalanlarla beraberdik.” diyorlar.

Bugün de dünyaya dalanlar… Bakın işte herkeste bir cep telefonu, istediği yere girip çıkıyor. Yediden yetmişe… Hattâ camide bile açıyor, Cuma namazına geliyor, Cuma namazında bile oynuyor onunla. Nerede olduğunun farkında değil!..

“Gaflete dalanlarla beraberdik.” diyorlar.

İşte o gaflet ne yapıyor? Cenâb-ı Hakk’ı unutturuyor. Tabi ne oluyor? Kalp zindana dönüyor, âhireti unutuyor.

“Âhireti de diyor, yalan sayanlardan olduk diyor. Ölüm de geldi çattı.” diyor. (Bkz. el-Müddessir, 40-47)

Velhâsıl bugün en mühim, kardeşler! Evlâtlarımız…

Bu, kendimizin selâmeti için lâzım. Bu vatan-millet bize emânet, Allâh’ın bir emâneti. Bize nasıl bizden evvelkilerden emânet gelmişse, bizden sonrakilere de emânet. Kıyamete kadar vatanımızda ezan, bayrak vs. devam etmesi lâzım. Bu olmazsa bundan da biz mes’ûlüz kıyamet günü. Allah, çünkü Cenâb-ı Hak:

“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8)

Vatan-millet bizim için en büyük bir nîmet!..

Efendimiz niye hicret etti? Çünkü din, vatanda yaşanıyor. Bakın diğer İslâm memleketlerinin çoğunda din yaşanamıyor. Din vatanda yaşanıyor. Namus-iffet, mal-mülk vatanda korunuyor.

Onun için dua edeceğiz; Cenâb-ı Hak bizden sonra öyle bir evlâtlar yetiştirsin ki -inşâallah- bu üzerinde nîmetleriyle perverde olduğumuz bu vatan -inşâallah- kıyamete kadar ezan sesleriyle, hür bayrak sesleriyle, bir şahsiyet, müslüman şahsiyet, müslüman karakteriyle devam etsin inşâallah!..

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.