Yahya bin Muâz Hazretleri’nin Sohbeti

Yahya b. Muâz Hz. nasıl sohbet ederdi? Seyrüsülûk makamlarından bahseden ilk sûfîlerden Yahya bin Muâz Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz.

Yahya bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- sohbetinde şöyle buyuruyor:

HAKK’IN SANA SEVGİSİ, SENİN O’NA SEVGİN KADARDIR

Ahiret, ibadet ve zühd, akılla ilgilidir. Aklı iyi olmayanın Rabbine kulluğu da iyi olmaz. Akıllının dünyaya ait talebi, câhilin onu terk edip zahitlik gösterişinde bulunmasından daha güzeldir. Amele ârız olabilecek âfetten haberdar olmayan ondan sakınmasını da bilmez. Ne aradığını bilmeyen bulduğunun farkında olmaz.

Bilesiniz ki, siz büyük ve önemli bir iş için yaratıldınız. İlim, sadece ilim olsun diye öğrenilmez. İlimden maksat, onunla yapılacak ameldir. Çünkü alınacak ecir, ilimle yapılan amele göredir. Sadece ilme değil. Görüyorsunuz ki amel olunmayan bir ilim insana vebâl ve aleyhine bir hüccet olmaktan başka bir işe yaramıyor. Sakın siz dünya nimet ve lezzetlerini terk ederek ahiret isteği sahih olmayan ve bu yüzden dünyası ve ukbâsı perişan olanlardan olmayın. Neyi istediğinizi bilerek talepte bulunun!

Dünya gelin gibidir. Dünya heveskârı olan kimse onu süsleyen berbere benzer. Dünyaya değer vermeyen zâhid ise ona suratını asar, onun saçını başını yolar, elbisesini parçalar ve güzelliklerini izâle etmeye çalışır. Ârif ise efendisi ve Rabbi ile meşgul bulunduğu için ona hiç değer vermez. Ârif mârifeti sırasında gereken edebi koruyamazsa helâk olur

Dünyâya aldanmaktan çok sakınınız. Burası, yolcu konağı gibi geçicidir. Bugün buradayız. Belki yarın, belki daha önce göç edeceğiz. Burada bir an evvel azığımızı tamamlayalım. O kadar çabuk olalım ki, konuşmaya vaktimiz kalmasın. Konuşmayı âhirete bırakalım.

Dünya virânedir, fakat dünyayı mamur etmeye çalışanların kalbi ondan daha haraptır. Ahiret, mâmuredir, fakat ahiretini mâmur etmeye çalışan kimselerin kalbi, ahiretten daha mâmurdur.

Ben size dünyayı büsbütün terk edin demiyorum, ama günahları terk edin, diyorum. Çünkü dünyayı terk etmek bir fazilettir, ama günahları terk etmek bir farızâdır. Aslında dünya şeytanın sunduğu bir şaraptır. Ondan sarhoş olan ölüm kışlasında pişmanlıkla uyanıncaya kadar ayılmaz.

Dünya ekin yeri, insanlar da sanki ekindir. Ölüm, bu ekinleri biçen oraktır. Azrail aleyhisselâm harman sâhibi, mezar da harman yeridir. Cennet ve Cehennem ise, ekinlerin durumuna göre konulacağı ambar gibidir. İnsanların da bir kısmı Cennet’e ve bir kısmı da Cehennem’e gideceklerdir.

Kazanarak zengin olmak isteyen, fakir kalmaya devam eder. Zenginliği kalpte arayan ise daima zengindir. İhtiyaçlarını yaratıklardan görmeye çalışan daima yoksuldur. Hikmet, Allâh’ın askerlerinden bir askerdir. Âriflerin kalbi dünya ateşinin yangınından ferahlasın diye Allah onu âriflerin kalbine gönderir.

Esas fakirlik, fakir olmaktan korkmak, esas zenginlik ise, Allah Teâlâ’ya güvenmektir. Kıyâmet günü fakirlik ve zenginlik tartılmayacak, fakirliğe ne ölçüde sabredilmiş ve zenginliğe ne ölçüde şükür edilmiş ise, o hesap edilecek. Mesele çok fakir veya çok zengin olmak değil, çok sabretmek veya çok şükretmektir.

Her kimde bulunursa bulunsun, tevâzû güzeldir, ama zenginlerde bulunursa çok daha güzel olur. Her kimde bulunursa bulunsun, kibir çirkindir. Ama fakirlerde bulunursa çok daha çirkin olur.

Senden meydana gelen bir hatâ sebebiyle seni özür dilemeye mecbur eden, beraber olduğunuzda kendisini idare etme ihtiyacı hissettiğin ve kendisine, “Allâh’a duâ ettiğinde beni de hatırla” demeye ihtiyaç duyduğun kimse, hakîki dost olamaz.

Gerçek kardeş, sana kusurlarını bildiren, gerçek dost seni günaha düşmekten sakındırandır. Gerçek sevgi, cefa ile eksilmeyen, iyilikle artmayan sevgidir.

Mü’min kardeşin, şu üç hasletle senden nasibini alsın: Ona faydalı olamıyorsan, bari zararlı olma! Onu sevindirmeye gücün yetmiyorsa hiç olmazsa üzme! Onu övmeye dilin varmıyorsa bâri yerme!

Tövbe, günahların hepsini boğar. Tövbe bunu yaparsa acaba O’nun rızâsı ne yapar? Rızâsı bütün arzuları boğar. Rızâsı, bunu yaparsa sevgisi ne yapmaz ki? Sevgisi, akılları dehşete düşürür. Sevgisi bunu yaparsa dostluğu ne yapmaz ki? Dostluğu, O’ndan gayri her şeyi unutturur. Dostluğu bunu yaparsa lütfu ne yapmaz ki?

Samimi bir tövbenin alâmeti üçtür: Oruç tutmak için az yemek, namaz kılmak için az uyumak, Hak Teâlâ’yı zikretmek için az konuşmak. Tövbeden sonraki bir günah, tövbeden önceki yetmiş günahtan daha çirkindir. Kalp ve beden hastalıklarımız için en iyi ilâç, günahı terk etmektir. Huzûr-u ilâhîde boynumu büken günah, bana şımarıklık veren taattan daha sevimli gelir.

En çok sevindiğim ve sevdiğim şey, Allah Teâlâ’nın bana ihsan ve ikrâm ettiği îman nimetidir. En çok korktuğum şey ise, onun benden gitmesidir. İbret alınacak hâdiseler pek çok, bunlardan ibret alanlar ise çok azdır. İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar, Cehennem’den korkup, korunmak için çalışsalardı, mutlaka Cennet’e giderlerdi.

İman üç şeyle kemale erer; havf, recâ ve muhabbet. Havf günahı terk etmeyi, dolayısıyla cehennemden kurtuluşu sağlar. Recâ, taata yönelmeyi, dolayısıyla cennete kavuşmayı temin eder. Muhabbet ise insanı sıkıntılara tahammüle alıştırır, bu tahammül ve sabır ise Hakk’ın rızâsını kazandırır. Bu yüzden Hak Teâlâ’ya iştiyak ve muhabbetin alâmeti gam ve üzüntülerde bile rahat ve huzur bularak hayatı sevmektir.

İnsanı Allah’tan uzaklaştıran şeyleri aramakta, kişiler için zillet, âhireti aramakta ise izzet vardır. Yok olacak şeylerin peşlerinde koşarak zillete düşmek, ebedî olanı terk edip, kendisini izzete ulaştıracak şeyleri terk edene ne kadar çok şaşılır.

Hakk’ın sana olan sevgisi senin Hakk’a olan sevgin kadardır. Halkın senden korkusu, senin Hak’tan korkun ölçüsündedir. Sen Allah ile meşgul olduğun ölçüde halk da senin işinle meşgul olur. Kim Allâh’ın hizmetinden mesrur olursa, varlıklar da ona hizmetle mesrur olur. Gözü Allah ile aydın olana bakan bütün gözler, aydınlanır.

Kişinin ayağının sürçmesi, bir kusuru sebebiyledir. Düşünmeden konuşan pişman olur. Konuşmadan önce düşünen selâmet bulur. İbadet sanattır, dükkânı halvettir. Sermayesi sünnete sarılmaktır. Kazancı ve karı ise cennettir. Verâ sahibi olmayan nasıl zâhid olabilir? Sen önce sana ait olmayan haramlardan verâ gereği olarak sakın, sonra sana ait olan (helal) dünyalıklardan zühd et; yetecek kadar azıyla iktifa et!

Allâh’a itâat etmek, bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı duâ, anahtarın dişleri de helâl lokmadır. Herkesin kalbinde, cömertlere karşı muhabbet, cimrilere karşı nefret vardır. Para akreptir. Panzehrin yoksa onu eline alma. Çünkü seni sokar ve öldürür. Paranın panzehri, helâl yoldan kazanıp, meşru yere sarf etmektir.

Eğer cehennemde tasarruf yetkisini bana verseler hiçbir aşığı yakmam. Çünkü aşk ateşi, aşığı zaten yüz kere yakmıştır. Hak Teâlâ’nın keremi, cehennemi yaratmasında cenneti yaratmasından daha barizdir. Çünkü cehennem olmasaydı bir tek kişi bile taat ehlinden olmazdı.

İlmi ile âmil olan âlimler, Müslümanlara analarından babalarından daha şefkatli, daha merhametlidirler. Çünkü onlar, insanın âhiretini kurtarıp, Cehennem’e girmemelerini temin ederler. Ana-baba ise, insanı ancak dünya ateşinden ve felâketinden koruyabilir. Kalbinde dünya hırsı bulunan bir kimsenin ilmi, Abdullah İbni Abbâs Hazretleri’nin ilmi kadar olsa, o kimse, insanlar için zararlıdır. Çünkü onun kendisine hayrı yoktur. Başkalarına nasıl olsun?

Allah korkusu, kalpte yerleşmiş olan bir ağaç gibidir. Allah korkusu, ibâdetin süsüdür. İhlâs, ameli kusurlardan temizlemektir. Dinî ve ahlâkî bir vazifeyi îfâ etme fırsatını elden kaçırmak, ölümden daha zordur. Dünya sevgisini terk etmek gayet zordur. Ama Cennet’e kavuşmak için, dünyayı terk etmek lâzımdır. Cehennemliklerin amellerini işleyip, sonra da Cennet’i istemek büyük ahmaklıktır.

Kul mârifet yolunda olduğu sürece ona: “Gerçek mârifete erinceye kadar aslâ ihtiyar ve irâdeni kullanıp irâdenle olma!” denilir. Kul mârifete erip ârif sıfatını almaya hak kazanınca “Artık istersen irâde ve ihtiyarını kullan, istersen kullanma. Çünkü artık seçme hakkını kullanmayı da kullanmamayı da bizim ihtiyarımızla yapacaksın. Daha doğrusu irâdede de, irâdeyi terk etmemede de bize bağlı olduğunun farkına varacaksın.” denilir.

Söze Değil Davranışa Bak

Kamil insanların sözlerinden çok hal ve davranışlarının etkili olacağına inanır, şöyle konuşurdu: “Şeyhin davranışlarını görerek ibret almayan, sözlerinden hiç etkilenmez. Gördüğü davranışlardan ibret alan kimsenin ayrıca nasihate ihtiyacı kalmaz. Fakat ne yazık ki ibret alınacak şey tonlarca olduğu halde, ibret alanlar dirhem ölçüsünde.”

Açlık ve az yeme konusunda bağlılarını uyarır, “açlık nurdur, şehvet ateş, tokluk da odun. Şehvet ateşiyle tokluk odunu bir araya gelince sahibini yakar” derdi.

Hikmeti ve hikmet ehlinden olmayı üç şarta bağlamıştı:

  1. Zenginlere haset nazarıyla değil, nasihat nazarıyla bakmak,
  2. Kadınlara şehvet nazarıyla değil, şefkat nazarıyla bakmak,
  3. Fakirlere kibir nazarıyla değil, tevazu gözüyle bakmak.

Allah Teâlâ’nın bizden râzı olup olmadığını neyle bilebiliriz, sorusuna cevaben: “Senin O’ndan râzı olman, O’nun senden râzı olduğunun nişanıdır, demişti.

“O’ndan râzı olmadığı halde âriflik davasında bulunan bir kişi hakkında ne dersin” diye soranlara: “Evet” dedi, O’nun nimetlerinden gâfil olan, ister nimet, ister mihnet, ister masiyet olsun, kaderin her tecellisini hışımla karşılar!

“Yarın en emin kim olur?” sorusuna, bugün en fazla korkan, diye cevap vermişti. “Kişi ne zaman tevekkül mertebesine ulaşır?” diyenlere, Yüce Allâh’ın kendisine vekâlet etmesine râzı olduğu zaman, demişti.

Kardeşlerinden birisi Mekke’ye gidip oraya yerleşmişti. O’na bir mektup yazıp; “Üç arzum vardı. Ömrümün sonunu en kıymetli yerde geçirmek, bir hizmetçimin olması ve ölmeden önce sizi bir defa daha görmek. Bunlardan ikisine kavuştum. Şu anda Harem-i Şerif’te bulunuyorum ve bir hizmetçim var. Duâ edin de Allah Teâlâ üçüncü arzuma da kavuşmayı nasip etsin” dedi.

Şu cevabı yazdı: “Sen insanların en iyisi ol da, istediğin yerde yaşa. Yerler, insanlarla değer kazanır, insanlar yerlerle değil. İki cihanın efendisi Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz o taraflarda bulunduğu için, oralar çok kıymetli olmuştur. Hizmetçiye sâhip olmak gibi bir arzun keşke bulunmasaydı. Efendilik Allah Teâlâ’nın, hizmetçilik ise kulun sıfatıdır. Birini kendine hizmetçi edip de, o kimsenin Hakk’a kulluk etmesine mâni olmak mürüvvete yakışmaz, uygun değildir. Beni görmek arzu ettiğini söylüyorsun. Eğer hep Allâh’ı hatırlar, her an O’nunla meşgul olursan, beni hatırına getirmezsin. Şu anda bulunduğun yer, evlâdı kurban etmek yeridir. O’nu bulmuş isen, ben senin işine yaramam. Eğer O’nu bulamadınsa, benden sana ne fayda gelir” buyurdu.

Sevdiklerinden birine yazdığı mektupta da; “dünya, uyku; âhiret ise uyanıklık yeridir. Rüyada ağlayan uyanıklıkta güler, sevinir. Sen dünya hayatında ağla ki, âhiret uyanıklığında gülesin ve neşeli olasın” buyurdu.

Mîrastan ve mîzandan korkar, dostlarına şöyle öğüt verirdi: “Sen, ölümü anında mîrası, haşir gününde mîzanı kendisini rezil eden kimselerden olmamaya bak!”

İlâhî! Sana Hangi Yüzle Duâ Ederim ki Ben Günahkâr Bir Kulum!

Şöyle duâ ederdi:

İlâhî! Senden nasıl korkarım ki sen Kerîm’sin! Nasıl korkmam ki Azîz’sin!

İlâhî! Sana hangi yüzle duâ ederim ki ben günahkâr bir kulum! Nasıl etmem ki sen kerem sahibi bir Allah’sın! Nasıl ferahlanırım ki sana âsi oldum. Nasıl ferahlanmam ki seni tanımış bulunuyorum.

İlâhî! Ne hoş bir Rabsin ki kul günah işliyor. Sen kerem hayâsıyla hayâ ediyorsun!

İlâhî! Benim seni sevmemi arzu ediyorsun, hâlbuki senin bana ihtiyacın yok, imdi ben, Senin beni sevmeni nasıl arzu etmem ki her şeyimle sana muhtacım!

İlâhî! Ben bir garibim, senin zikrin de garip, zikrinle ülfet etmişim, zîra garip, gariple ülfet eder.

Mevlâm! Gönlümdeki lütufların en zevklisi, sen Rabbim’den ümitli olmam; şu günahkârın dilindeki en hoş söz senin övgün, bu zavallı mücrim kul üzerinde geçen en sevimli zaman senin didarındır.

İlâhi! Cennete gitmek için sevabım yok. Cehenneme de takat getiremem. Şimdi iş lütfuna kaldı. Yarın kıyâmet günü, ne getirdin?” derlerse derim ki:

- Rabbim! Dünya zindanından ancak birbirine karışmış saç sakal, eski bir elbise, dünya kadar üzüntü ve yığın yığın mahcubiyet getirebildim. Beni rahmet suyu ile yıka, bir hilat giydir ve bir şey de sorma!

Allahım! Bizi, bedenle duâ edip kalple kaçanlardan kılma! Ey katımızda en değerli olan! Bizi katında en değersiz kılma!

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

YAHYA BİN MUAZ (K.S.) KİMDİR?

Yahya Bin Muaz (k.s.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.