"Yalan Hadis Uydurmak" Hakkında Hadis-i Şerifler

Müslümanlar olarak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le ilgili konuşurken ve O’ndan bir söz naklederken çok dikkatli ve hassas olmamız gerekmektedir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, diğer insanlar gibi değildir. O’na yalan izafe etmek, diğer insanlara yalan izafe etmek gibi değildir, bu ikisi arasında çok muazzam bir fark vardır.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hareketlerinden ve sözlerinden hüküm çıkarılır, insanlar bunlarla hayatlarına nizam verirler ve bazı kararlar alırlar. Bu sebeple Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e âit olmayan bir davranışı, sözü veya hâli O’na âitmiş gibi nakletmek, pek çok insana zarar verebilir. İnsanlar bu söz sebebiyle yanlış işler yaptıkları veya zarar gördüklerinde ise kalplerinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e karşı bir soğukluk hissedebilirler. Bu ise çok ağır bir vebaldir. Bu sebeple sahih olup olmadığını bilmediğimiz bir sözü hadis diye nakletmekten şiddetle sakınmalıyız. Güvenilir kaynakları okuyarak onlardan hadîs-i şerîf nakletmeliyiz.

SENEDSİZ HADİS NAKLETMEK HELÂL OLMAZ

Hâfız Ebû Bekir bin Hayr şöyle nakleder:

“Âlimler şu hususta ittifak etmişlerdir ki bir Müslümanın, yanında velev ki en zayıf rivâyet şekliyle de olsa bir senedi olmadan herhangi bir söz hakkında «Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu» demesi helâl olmaz.” (Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfûa, thk. Muhammed es-Sabbâğ, Beyrut: Dâru’l-Emâne, s. 45)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN YALAN HADİS HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLERİ

Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bu husustaki ikazları çok şiddetlidir. Şöyle buyurmuşlardır:

  • “Benim ağzımdan yalan uydurmayınız! Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem’e girsin!” (Buhârî, İlim, 38)
  • “Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38)
  • “…Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!.” (Buhârî, İlim, 38)

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz adına yalan söylemek çok büyük bir günahtır, haramdır ve Cehennem’e girmeye sebep olur.

Uydurulan hadis, ahkâm husûsunda olsun, fazîlet, terğîb ve terhîb husûsunda olsun farketmez, hepsi harâmdır. İnsanları ibadete teşvik için hadis uydurulabileceği yönündeki sözler yanlıştır.

MEVZU HADİS NAKLETMEK

Mevzu/uydurma bir hadîsi bilerek nakleden kimse de Peygamber Efendimiz (s.a.v) adına yalan uyduran kimse hükmündedir, o da yalancılardan biridir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39; Ahmed, I, 112)

Arapça’yı ve gramerini iyi bilmediği için hadisleri naklederken hata yapanların da bu tehdide dâhil olacağını söyleyen âlimler olmuştur. Bu sebeple hadîs-i şerifleri okuyup yazarken çok dikkatli olmak îcâb eder.

AHİR ZAMAN DECCALLERİ YALAN HADİS GETİRECEK

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!” (Müslim, Mukaddime, 7)

"ATEŞTEKİ YERİNE HAZIRLANSIN"

Ebû Katâde (r.a) şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu Minber üzerinde şöyle buyurduklarını işittim:

«Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece hakîkati (veya) doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 4/35; Dârimî, Mukaddime, 25/243)

ASHÂB-I KİRÂM HADİS-İ ŞERİFLER HUSUSUNDA ÇOK HASSASTI

 

Sahâbe-i kirâm, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için dizleri titrer, yüzleri sararırdı. Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:

“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki…» diye kesin bir ifade kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki…» diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:

«Rasûlullah (s.a.v) öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3)

Yezîd İbni Hayyân şöyle dedi:

“Bir gün Husayn İbni Sebre ve Amr İbni Müslim ile beraber Zeyd İbni Erkam’ın evine gittik. Yanına oturduğumuzda Husayn İbni Sebre dedi ki:

«–Zeyd! Sen pek çok lutfa nâil olmuş bir kimsesin. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i gördün, sözünü dinledin, onunla birlikte savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Doğrusu büyük saâdete erdin, Zeyd! Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduklarını bize de anlat!»

Bunun üzerine Zeyd (r.a) şunları söyledi:

«–Yeğenim! Vallahi çok yaşlandım. Aradan çok zaman geçti. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyup öğrendiklerimin bir kısmını unuttum. Bu sebeple size anlattıklarımı öğrenin. Anlatmadıklarım hususunda da beni zorlamayın…».” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 36)

 

Tâbiîn ve daha sonra gelen İslâm âlimleri de aynı hassâsiyeti gösterirlerdi:

Abdurrahman bin Ömer, Ebû Hüreyre kanalıyla “öğle namazının, yazın ilk vaktinden sonraya tehir edilebileceği” hususunda bir hadis rivâyet etmişti.

Ebû Zürʻa, isnâdın doğru olmadığını ve söz konusu hadisin Ebû Hüreyre’den değil Ebû Saîd’den rivâyet edildiğini söyledi. Abdurrahman bin Ömer bu itirazı tam bir ciddiyetle anladı ve hiç unutmadı. Memleketine döndüğünde kitabını gözden geçirdi ve kendisinin hata ettiğini gördü. Hemen Ebû Zürʻa’ya bir mektup yazarak, zahmet edip filan şahsa ve bu hadisi kendi talebelerinden soran diğer insanlara bilgi vermesini, onlara kendisinin hata ettiğini söylemesini ricâ etti. Allah Teâlâ’nın, bu hareketi sebebiyle kendisini mükâfatlandıracağını ve insanlar arasında mahcup olmanın Cehennem’den daha hayırlı olduğunu söyledi.[1]

İmam Leknevî şöyle der:

“Bu rivayetlerle iyice sabit olmuştur ki Nebiyy-i Ekrem Efendimiz adına söz uydurmak ve söylemediği bir şeyi O’na izafe etmek kayıtsız şartsız haramdır ve Cehennem azâbını gerektirir. Bu ister helâl ve haram, ister terğîb ve terhîb (teşvik ve sakındırma), ister başka bir hususta olsun farketmez. Böylece bazı cahil uydurucuların, “terğîb ve terhîb husûsunda Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) adına yalan söylemenin câiz olduğu, çünkü bunun O’nun lehine bir yalan olup aleyhine olmadığı” yönündeki zanlarının da bâtıl olduğu ortaya çıkmıştır.

Yine aynı şekilde bu rivayetlerle sâbit olmuştur ki aynen söylemediği bir sözü O’na nisbet etmek gibi yapmadığı bir fiili kendisine nisbet etmek de büyük günahların en büyüklerindendir.

Aynı şekilde âyet ve hadislerde Zât-ı Mukaddeslerinde mevcûdiyeti sabit olmayan bir fazilet ve mertebeyi O’na izafe etmek de büyük günahların en büyüklerindendir. Vâizler bu konuda uyanık olsunlar! İnsanlara konuşanlar, hatipler, emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker vazifesini icra edenler bu hususta çok dikkatli olsunlar! Zira bunlar, Efendimiz (s.a.v)’de bulunmayan pekçok hâli O’na nisbet ediyorlar. Allah Rasûlü’nün Mukaddes Zât-ı Şeriflerinin faziletinden ve kadrinin yüceliğinden bahsettikleri için de böyle yapmakta büyük bir ecir olduğunu zannediyorlar. Bilmiyorlar ki Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in sahih hadislerde sabit olan faziletleri, bu çürük yalanlara ihtiyaç bırakmamaktadır. Ömrüme yemin olsun ki Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in faziletleri ihâta edilemeyecek ve sayıya gelmeyecek seviyededir. Kendisini bütün insanların üstüne çıkaran yüce vasıfları ve faziletleri pek çoktur, sonsuzdur. Hal böyle iken O’nu bâtıl ve uydurma vasıflarla övmeye ve faziletini anlatmaya ne hâcet vardır! Böyle bir davranış insana büyük bir günah kazandırır ve doğru yoldan saptırır.”[2]

Dipnotlar:  [1] İbn-i Ebî Hâtim er-Râzî, Mukaddime, Haydarâbâd,1360/1373, s. 336; Muhammed Mustafa el-Aʻzamî, Hadis Metodolojisi ve Edebiyatı, İst. 2010, s. 88. [2] Abdü’l-Hayy el-Leknevî, el-Âsâru’l-merfûa fi’l-ahbâri’l-mevdûa, Dâru’l-Kütübi’l İlmiyye, Lübnan, 1405, s. 36.

Kaynak: www.kuranvesunnetyolunda.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.