Yalnızlık Duygusundan Nasıl Kurtulabilirim?

Yalnızlık duygusundan nasıl kurtulabiliriz? Kendini yalnız hisseden, Rabbinin varlığını bilse bile yanında insanlar olmadığında yalnızlık çeken insanlar için tavsiyeler...

Teklik, yalnızlık, Allâhʼa mahsustur. Müʼmin, içtimâîleşmelidir. Cemaatle namaz, Cuma namazları, hep bunun bir teşviki mâhiyetindedir.

YALNIZLIK DUYGUSUNDAN KURTULMAK İSTEYENLERE TAVSİYELER

Müʼmin, sâlih dostlar edinmelidir. Fakat çevresinde hiç böyle insanlar yoksa, yalnız kalmayayım diye fâsıklarla da dost olmamalıdır. Zira hadîs-i şerîfte;

“Yalnızlık, kötü arkadaştan hayırlıdır; sâlih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir…” buyrulmuştur. (Hâkim, III, 343)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyruluyor:

“Îmânın en üstün mertebesi, nerede olursan ol, Allâh’ın seninle beraber olduğunu bilmendir.” (Heysemî, I, 60)

İşte bu gönül kıvamına ulaşmak, kulu dâimî zikir hâlinde yaşamaya sevk eder. O müʼmin, artık neye baksa Rabbinin kudret ve azametini hatırlar, nereye gitse kalbi Rabbiyle beraber olur.

Bu gönül ufkuna sahip olan müʼminlerin hâli, âyet-i kerîmede şöyle beyân ediliyor:

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allâhʼı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Senʼi tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azâbından koru!” (Âl-i İmrân, 191)

Bütün usûl ve erkânıyla tasavvuf da, gönlü “ihsan” şuuruna ulaştırmayı gâye edinir. Yani biz Allâhʼı göremesek de Oʼnun bizi her an görmekte olduğu hakîkatini, kalpte sâbitlemeyi hedefler.

Hak dostlarından Sehl bin Abdullah et-Tüsterî -rahmetullâhi aleyh- daha çocuk yaşlarında iken kendisine dayısı Muhammed Sevvâr Hazretleriʼnin şu tavsiyede bulunduğunu nakleder:

“Dâimâ Allah ile ol. Her uykudan uyandığında:

«Allah benimledir, Allah beni görmektedir, Allah bana şâhittir.» de. Zira bu kelimeleri söylediğimde, bende mânevî zevk hâsıl olurdu…”[1]

Hakîkaten, mânen tekâmül ederek Hakkʼa yakınlıkta mesafe alan sâlih kullar, öyle bir kalbî kıvama ulaşırlar ki, her dâim kendilerini ilâhî huzurda bilirler. Bu sâyede, kimsenin olmadığı en tenha yerlerde ve nefisleriyle baş başa kaldıkları zamanlarda bile yalnızlık duymaz, bilâkis Allah ile beraberliğin mânevî hazzıyla huzur bulurlar.

Nitekim Atâullah el-İskenderî -rahmetullâhi aleyh-, bu hissiyat içinde şöyle niyâz etmiştir:

“Yâ Rabbi! Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden neyi buldu?..”

Bir mütefekkir der ki:

Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O, en büyük güce bağlıdır. O gücün inâyeti (yardımları) içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz…”

Esâsen bir müslüman, hiçbir zaman yalnız değildir. Zira âyet-i kerîmelerde buyruluyor:

“…Nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4)

“...Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

Bu hususta mânidar bir kıssa vardır:

Bir vâiz, kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktadır. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardır. Vâiz efendi, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahsederek:

“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!..”

Bunların ardından; “Şunlar şunlar da sorulacak!..” diye, hepsi de son derece mühim olan pek çok husus sayar. Fakat bir türlü meselenin özüne gelmez. Bunun üzerine Şiblî Hazretleri yumuşak bir üslûpla vâize seslenir:

“–Vâiz efendi! Suallerin en mühimlerinden birini unuttunuz! Allah Teâlâ kısaca şunu soracak:

«Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; sen kiminleydin?»

İşte makbul bir kulluk için mühim olan da Cenâb-ı Hak ile kalbî beraberliği temin edebilmektir. Bu beraberliği temin eden kimse, dünyada tek başına bile kalsa yalnızlık duymaz. Bunun aksine, kalbi Cenâb-ı Hakʼtan gâfil bir insan, kalabalıklar içinde bile olsa yalnızdır, rûhen muzdariptir.

Dolayısıyla dünyanın en mesut insanları; her istediğini, dilediği anda bulabilenler değil, Rabbini her an kalbinde bulabilen sâlih mü’minlerdir.

Yine bir kıssa ile devam edelim:

Büyük velîlerden Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken yolu üzerinde uğradığı Bağdad şehrinde nur yüzlü genç bir sarrafa rastlar. Gencin birçok müşteriyle durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşguliyetlerle geçirdiğini düşünerek üzülür. İçinden şöyle geçirir:

“Yazık! Tam da ibadet edecek bir çağda kendisini dünya meşgalesine kaptırmış!”

Bir an murâkabeye varınca, kuyumcu gencin kalbinin Allah ile beraber olduğunu hayretle müşâhede eder. Sonra da:

“‒Mâşâallâh! El kârda, gönül Yarʼda!..” buyurarak genci takdîr eder.

Hasan-ı Basrî Hazretleri de şöyle buyuruyor:

“Allah seninle olunca kimden korkuyorsun? Eğer Allah seninle değilse; kime ümit bağlayacak, kime sığınacaksın?”

Dipnot:

[1] Bkz. Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretüʼl-Evliyâ, sf. 101, Erkam Yayınları, İstanbul, 1984.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Toplumu Hayırlı Gençlik 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

YALNIZLIK KÖTÜ ARKADAŞTAN DAHA HAYIRLIDIR

Yalnızlık Kötü Arkadaştan Daha Hayırlıdır

GERÇEK DOSTLUĞUN ALAMETLERİ

Gerçek Dostluğun Alametleri

İNSANI YÜCELTEN FAZİLETLER

İnsanı Yücelten Faziletler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.