Yanlış Ekranlardan Gözümüzü ve Gönlümüzü Korumalıyız?

İman eden kimsenin endişe ve korku duyması gereken altı şey nedir? Bu korku ve endişelerden nasıl kurtulabilir, emin olabiliriz? Kıyamet günü mutlu ve zelil olmuş üzgün yüzlere sahip kimselerin vasıfları nelerdir? Allah'ı (c.c) hatırlamanın hayatımıza etkisi ve fazileti nedir? Bir Müslüman neleri yapmaktan korkmalıdır? İnsan olarak yaratılmanın şükrünü nasıl eda edebilir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“Îmân etmiş kişinin altı tane korku/endişesi olmalıdır…

Birincisi; îmânını kaybetme korkusu…”

En zoru bu. Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak vefat edin.” (Âl-i İmrân, 102) Başka türlü sakın ha vefat etmeyin buyuruyor.

Bu nedir? Yüksek takvâ ile Allâh’ın azametine yaraşır şekilde takvâ sahibi olun, buyuruyor.

Demek ki birincisi, “Îmânını kaybetme korkusu.” Bunun için, büyük bir takvâ hâlinde yaşamak…

Peki nasıl yaşanacak? Muhammed Sûresi 7. âyette:

“…Siz Allâh’a yardım ederseniz...”

Yani Allâh’ın dînini yaşarsanız, yaşatırsanız, onun mukâbili;

“…Allah size yardım eder, ayağınızı kaydırmaz.” buyruluyor.

Demek ki yaşamak ve yaşatmak…

İkincisi;

“Kendini rezil-rüsvay edecek şeylerin kıyamette ortaya çıkması.”

Birçok şeylerimiz var, bir kendimiz biliyoruz, bir de Allah biliyor, bir de Kirâmen Kâtibîn biliyor, (âhiret dosyamıza) havâle ediyor. Onun için yapılacak tek şey, istiğfâr. Cenâb-ı Hakk’ın “Settâr” sıfatına sığınabilmek.

Onun için kul devamlı istiğfar hâlinde… Hep Cenâb-ı Hak bize Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin istiğfarlarını bildiriyor. Peygamberler bu kadar istiğfar ediyor, biz ne kadar istiğfar ediyoruz?

İstiğfârın en verimli zamanı da;

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Ve seherlerde istiğfar edenler.” (Âl-i İmrân, 17]) Seherler olmuş oluyor.

Üçüncüsü;

“Şeytanın hayır işlerini idlâl etmesi.”

Yani yaptığı hayır işleri kendine gurur-kibir verir. Hâlbuki onu yaptıran Cenâb-ı Hak’tır, onu veren Cenâb-ı Hak’tır. Tevhîd akîdesinin ortaklığa bir tahammülü yok. Onun için kul, eğer zaruret yoksa, yaptığı her hayrı gizleyecek. Zaruret varsa, tabi zaruret varsa o zaman duruma göre açıktan verir, kalbini koruyarak.

Dördüncüsü;

“…Dünyevî bir işle meşgul olurken canının alınması.”

Bu çok mühim. Şimdi bakıyoruz, yediden yetmişe herkesin elinde bir telefon. İnternete giriyor; bir orada son nefesi verse ne olacak?! Yahut bir ekran seyrediliyor; o ekran önünde bir son nefes verse ne olacak?!

Onun için, diğer bir hadîs-i şerîf var, o da çok mühim:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle haşrolunursunuz.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)

Demek ki nasıl yaşadığımıza dikkat edelim. Kiminle beraberiz? Cenâb-ı Hak’la mı beraberiz; yoksa o telefon, internetle mi beraberiz? Hani sokakları dolaşıyoruz orada. Yani bir faydası varsa birçok da zararı var.

Onun için faydasından istifâde etmek, zararından kendimizi korumamız îcâb eder.

Beşincisi;

“Dünya hayatının âhiret hayatını unutturması.”

Bugün yapacağım, yarın yapacağım vs. şu kadar kazanayım, çok vereyim… Şeytanın kandırması! Allah seni durumundan mes’ul ediyor. Buna da Cenâb-ı Hak; “عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ”  buyuruyor. “Çalışmıştır, boşuna!” (el-Ğâşiye, 3)

Bir de o kazancının hesabıyla gidecek öbür tarafa.

“عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ”

Cenâb-ı Hak seni niye getirdi Dünya’ya? Dersine iyi çalışman lâzım. Dersin nedir?

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana (Allâhʼa) kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Ben’i (Allâhʼı) bilsinler diye.)

Allâh’a kul olmak.

لِيَعْرِفُونِ (Ben’i (Allâhʼı) bilsinler diye.) Mârifetullah. Kalpte Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilmek. Bu da kalbin vereceği bir mesai, zihnin vereceği bir mesai değil bu.

Altıncısı;

“Aile ve efrâdıyla (aşırı meşguliyetin) gafleti onu Hak ile meşgul olmaktan alıkoyar.”

Bugün-yarın, bugün-yarın derken, ölüm gelir çatar.

Mevlânâ’nın burada güzel bir şeyi var:

“Ey hakikat yolcusu diyor, o gün gelip çatmadan, kıyamet kopmadan, Rabbin ile dostluk kurmada gayret et. O ki, o felâket günü senin Rabbin elinden tutsun.” buyuruyor.

Demek ki dünyada dostluk kurmak. Nasıl dünyada dostluk?

“Lâ ilâhe”; Allah’tan uzaklaştıran her şeyden korunacak kalp.

“İllâllah”; kalpte cemâlî sıfatlar tecellî edecek. Merhametti, şefkatti, afüv’dü vs. ne kadar cemâlî sıfat varsa, o kalp onun mazharı olacak. O insan cömert olacak, müşfik olacak, affedici olacak, diğergâm olacak, kendi istediğini kardeşiyle paylaşacak, hidâyeti için dua edecek…

Mevlânâ diyor:

“Zira o gün diyor, O’nun izni olmadan senin elinden tutacak kimse yok diyor. O gün insan -mâlum, âyet-i kerîmede- kardeşinden, anasından, babasından, ehlinden, onların hepsinden kaçacaktır. O hâlde Hak ile dostluğu iyi anla ki, bil ki, dostluk son nefeste sana îmân selâmeti için bir tohum olsun.” buyuruyor. Hazırlık…

Yani bahçıvan/çiftçi, arsaya bir şey ekmeden tarlasına, bir şey bekleyebilir mi? Ahmaklık olur. Bakma; ne çıkar? Kaktüs çıkar, diken çıkar.

Yine Cenâb-ı Hak sıfatlarıyla bildiriyor kıyamet gününü. Kıyameti bahsetmiyor, sıfatlarıyla bildiriyor. Meselâ Ğâşiye Sûresi’nde:

“Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi Sana gelmedi mi?” (el-Ğâşiye, 1) diyor.

Bunu göreceksin, yaşayacaksın. Böyle bir haber Sana gelmedi mi, diyor. Yani ona göre kendini tanzim et.

(Ey Rasûlüm diyor.) Dehşeti her şeyi kaplayan, (hiç boşluk olmayacak) kıyametin (haberi) Sana gelmedi mi?” (el-Ğâşiye, 1) buyuruyor.

“O gün birtakım yüzler vardır zelildir.” (el-Ğâşiye, 2) Perişandır, çirkindir, derbederdir.

“O gün de bazı yüzler vardır, mutludur.” (Bkz. Abese, 38-39)

Tabi orada sîmalar da bedenler de yeniden teşekkül edecek. Senin burada, dünyadaki kalbinin durumuna göre…

Orada kim kurtulacak? Ölüm, ayrı bir zorluk. Mezar hayatı, ayrı. Ba‘sü ba‘de’l-mevt (ölümden sonra diriliş), ayrı. O zaman, demek ki sana kim yardım edecek?

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Eğer Cenâb-ı Hak’la dostluğu kurabilmişsen Cenâb-ı Hak;

“…(O gün onlar) korkmayacaktır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor.

Onun için Haşr Sûresi’nde Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Herkes Allah’tan korksun, herkes yarına ne hazırladığına baksın! (Ne hazırladığına baksın! Allah’tan…) Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)

Herkesten gizleyebilirsin yaptığını, düşünceni herkesten gizleyebilirsin, Cenâb-ı Hak’tan gizleyemezsin.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) buyuruyor. Cenâb-ı Hak şah damarından daha yakın olduğunu…

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])

Nereye gitsen beraber… Yani yalnız gitmiyorsun bir yere. Kirâmen Kâtibîn var, şeytan var. Cenâb-ı Hakk’ın müşâhedesi altındasın. Kul bunun bir idrâki içinde olacak.

Allâh’ı unuttu, gâfil, iyice gaflete daldıkça dalıyor… Ondan sonra gelen âyette de:

“Allâh’ı unutan, bu yüzden Allâh’ın da kendilerini unutturduğu kişilerden olmayın...” (el-Haşr, 19) buyruluyor.

Demek ki kul, Allâh’ı unuttuğu zaman, günah işlemeye başlıyor. İnsan dedikodu meclisinde bulundu, bilecek ki orada ben Allâh’ı unuttum. Yahut da öfkelendim, birisinin kalbine diken batırdım; Cenâb-ı Hak:

“…Gayzlarını yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. Demek ki orada Allâh’ı unuttum ben.

Çünkü Cenâb-ı Hak “…Öfkeyi yutarlar...” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor.

Bir garip geldi, onu çevirdim, orada unuttum.

Cenâb-ı Hak:

“قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. Hiçbir şey veremiyorsan, ona bir tatlı bir lisan, tatlı bir gönlüne bir ferahlık ver buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 28)

Annene-babana… Anne ihtiyarladı, yaşlandı vs. oldu, birtakım zihnî problemleri başladı, onlara karşı sabırlı olacaksın.

“قَوْلًا كَرِيمًا” Onlara ikramkâr şekilde konuşacaksın. (Bkz. el-İsrâ, 23)

Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak için zikr-i dâimî isteniyor. Her zaman Cenâb-ı Hak, her gördüğün şeyde, her düşündüğün şeyde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacaksın. Zikir, esâsında bu. Yani lâfzan “Allah, Allah, Allah…” bunu dediğin zaman; şimdi neyi görsen, çiçeğe baksan Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacaksın.

Semâya baksan Allâh’ı hatırlayacaksın. Evlâdına baksan Allâh’ı hatırlayacaksın. Yemek yerken Allâh’ı hatırlayacaksın. Şu suyu içerken Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacaksın…

Onun için depremden korkuyoruz, kuraklıklardan korkuyoruz, sel felâketinden korkuyoruz, dünyevî menfaatlerimiz azalacak diye korkuyoruz. Neden korkacağız? En çok günahlarımızdan korkacağız. Onun için istiğfâra yapışacağız.

–Dilimizden çıkan yanlış kelimelerden korkacağız.

–Merhamet ve şefkat fukarâsı olmaktan korkacağız.

–İslâm şahsiyet, karakteri bize en mühim emânet, onu tevzî edememekten korkacağız.

–İslâm’ın güler yüzünü gösterememekten, kaba-saba insan olmaktan korkacağız.

Velhâsıl “beyne’l-havfi ve’r-recâ” (korku ve ümit) arasında bir hayatımız olacak.

Yahya bin Muaz Hazretleri buyuruyor ki:

“O kişiye şaşılır diyor, şaşılır o kişiye diyor, hastalık korkusuyla yiyecekten perhiz eder de, Cehennem korkusundan günahlardan perhiz etmez!”

Velhâsıl;

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ

(“Her nefis ölümü tadıcıdır…” [Âl-i İmrân, 185; el-Ankebût, 57; el-Enbiyâ, 35])

Demek ki hiçbir zaman ölüm unutulmayacak.

Kıyametin şiddeti: Bilhassa son üç cüzde var, çok yerde var. Burada, nasıl bu, “Bütün bu semâyı düreriz buyuruyor, o infilâkta, eski hâline getiririz diyor, bu bir vaaddir.” buyuruyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Hac Sûresi:

“Onu gördüğünüz gün (diyor), emzikli kadın (diyor), çocuğunu unutur (diyor). Hâmile kadın çocuğunu itrah eder (diyor). İnsanları sarhoş olarak görürsün (diyor). Fakat bu, Allâh’ın azâbından sarhoşluktur.” (el-Hac, 2) diyor.

Benzer çok âyet-i kerîmeler var, hadîs-i şerîfler var.

En mühimi:

“Eğer inkâr ederseniz, çocukların ak saçlı ihtiyarlara döneceği günden nasıl kendinizi koruyacaksınız?!” (el-Müzzemmil, 17) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak buyuruyor, Kıyâme Sûresi:

“İnsan, başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (el-Kıyâme, 36)

Burada başıboşsun.

Yine buyuruyor Cenâb-ı Hak Mü’minûn Sûresi’nde:

“Sizi sadece abesen/boş yere yarattığımızı, hakîkaten huzûrumuza gel(ip hesap ver)meyeceğinizi mi zannediyorsunuz?” (el-Mü’minûn, 115) buyuruyor.

Yine bu dünya vs. semâ…

Duhan Sûresi’nde:

“Biz, gökleri, yeri, bunların arasında bulunanları oyun-eğlence olarak yaratmadık.” (ed-Duhân, 38) buyuruyor.

Yine Ankebût Sûresi’nde:

“İnsan imtihandan geçirilmeden «îmân ettik» demekle kurtulacağını mı zannediyor?” (Ankebût, 2) buyuruyor.

Demek ki hayatın bütün muhtevâsında İslâm yaşanacak. Bir yer, eğer ihmal ediyorsa;

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

(“Kıyâmet gününe andolsun.” [el-Kıyâme, 1])

Arkasından;

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

(“Nefs-i levvâmeye andolsun.” [el-Kıyâme, 2])

Bir taraf, bir yerde unutuyor, bir yerde ihmâl ediyor. “Hesaba çekileceksiniz...”

Yine Cenâb-ı Hak insanı mâzisine döndürüyor, -İnfitar Sûresi’nde- kendini düşünmeni istiyor:

“Ey insan (buyuruyor. Ana karnında) seni şekilsizlikten en güzel, düzgün bir şekilde yaratan, en güzel şekilde birleştiren Rabbine karşı seni aldatan nedir?” buyuruyor. (Bkz. el-İnfitâr, 6-8)

Bak Cenâb-ı Hak fareyi de yaratıyor, yılanı da yaratıyor, deveyi de yaratıyor, merkebi de yaratıyor. Seni “insan” olarak yarattı. Bir merhalelerden geçiriyor; nutfe, aleka, mudğa, izam vs. birtakım merhalelerden geçiyor, en güzel şekilde dünyaya seni getiriyor. Senin elinde miydi bu?

Velhâsıl Cenâb-ı Hak soruyor; “Aldatan nedir seni?” diyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak sıfatlarla, “اَلْغَاشِيَة” buyuruyor. Her tarafı sarıp bürüyen, salgın ve kaplayıcı şey demek, kıyamet. Bu, bir şiddet bildiriyor. “Kıyamet” buyurmuyor, sıfatlarını bildiriyor.

“…Günahkâr ister ki o günün azâbından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini barındıran bütün ailesini yeryüzünde verse de o günün, o tek bir günün azâbından kurtulsun.” (el-Meâric, 11-14)

Hep bunu Cenâb-ı Hak îkaz olarak bildiriyor.

Fâtır Sûresi, 37. âyette:

“Yâ Rabbi, bizi çıkar bu Cehennem’den diyorlar. O kötü amellerimizi iyiye çevirelim.” diyorlar.

Cenâb-ı Hak:

“–Size düşünecek kadar bir zaman vermedik mi buyuruyor. Düşünecek kadar bir zaman vermedik mi buyuruyor. Yine, bir peygamber gelmedi mi?” diyor.

“–Evet, ikisi de oldu yâ Rabbi!” diyorlar.

“–O zaman azâbı tadın!” buyuruyor.

Mâzeret kapanıyor.

Tabi en mühim;

اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا

Cenâb-ı Hak:

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14)

İlk emir, Hira’da gelen; “Allâh’ın adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Ondan sonra;

(Allâh’ın nîmetlerini oku, ikramlarını) oku, Allah ikram sahibidir.” (el-Alak, 3)

Demek ki birincisi, kulluğu okuyacaksın. Cenâb-ı Hakk’ı okuyacaksın. Azamet-i ilâhiyyeyi okuyacaksın. Efendimiz’i okuyacaksın. Allâh’ın sana verdiği nîmetleri okuyacaksın. Kendini okuyacaksın.

İkinci “اِقْرَاْ”da; Allâh’ın keremini okuyacaksın.

Üçüncüde, sana bu okuduklarını kıyamette okutacaklar. “Kitabını oku, bugün nefsin sana kâfîdir.” denilecek.

“Oraya vardıkları zaman (burada ağzın konuşuyor) kulaklar, gözler, deriler, işledikleri her şeye karşı aleyhinde şahitlik edecek.” (Fussilet, 20)

“O gün ağızları mühürleriz, yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” (Yâsîn, 65)

Demek ki insan düşünecek; Allah bana bu uzvu niye verdi, ben nerede kullanıyorum.

Yine “الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى” buyruluyor. “Her şeyi alt üst eden o günün felâketi geldiği zaman.” (en-Nâziât, 34)

Yine “الصَّاخَّةُ” buyuruyor. (Kulakları patlatan diyor, öyle bir ses olacak ki) kulakları (patlatan), sağır eden kuvvetli bir çığlık geldiği zaman.” (Abese, 33) buyruluyor.

Hep bunlar, Cenâb-ı Hak kıyametin sıfatlarını bildiriyor.

Kurtuluş nerede?

Kurtuluş, Cenâb-ı Hakk’a kul olmak. Kul olmanın bir şartı:

“Allah mü’minlerden canlarını, mallarını kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır.” (et-Tevbe, 111)

Allah bana bu malı verdi -az çok- ben nasıl kullanıyorum? Allah bana bu canı verdi, bu canı ben dünyaya mı, Allâh’a kulluk için mi kullanıyorum?

Velhâsıl âyet-i kerîme devam ediyor...

Cenâb-ı Hak yine bir, nasıl bir kul olacaksın? Merhametle yoğrulacak kalbin. Cenâb-ı Hak merhametli; sen de merhametli olacaksın.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Onlar, kendi nefisleri çekmesine rağmen, yoksula, yetime, esire yedirirler. (Verirlerken de onlardan bir minnet altında kalmalarını istemezler.) Biz sizden bir teşekkür istemiyoruz derler, beklemiyoruz derler. «abusen kamtarira» bu sert, musîbetli, sıkıcı, o korkunç günlerden, (onun için biz sana infak ediyoruz) derler. Allah da o günün şerrinden onları korur...” (Bkz. el-İnsan, 8-11)

Bu şekilde kalp, merhametle yoğrulursa, demek ki o kalp, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine müstağrak olmuş oluyor.

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ DİĞER SOHBETLER

İslam ve İhsan

KALPLERİMİZİN SAÂDET SERMÂYESİ NEDİR?

Kalplerimizin Saâdet Sermâyesi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.