Yasal Ama Helal Değil!
Fert ve cemiyetin nasıl idare edileceğini tayin eden İslam, devlet yöntemine dair belli usul ve esaslar getirmiştir. Devlet niçin vardır? Kazancını dilediği gibi harcamak, süresiz nafaka almak, faizli banka kredisiyle ev/araba vs. almak, mirası kadın-erkek eşit olacak şekilde paylaşmak, işçiyi ağır işlerde çalıştırmak, yurtlarda elektrik-su-yemek israf etmek vs. yasal olabilir ama helal midir?
İslam saltanat, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi, vs. gibi belli bir yönetim şekli tayin etmemiştir. Bunu toplumsal durum ve umûmî maslahatı göz önünde bulundurarak zamanın icabına bırakmıştır. Ancak fert ve cemiyetin nasıl idare edileceğini tayin eden İslam, devlet yöntemine dair belli usul ve esaslar vazetmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye hicreti, kurulan ilk İslam devletinin nüvelerini ihtiva etmekteydi.
DEVLET NEDEN VARDIR?
Devletin varlığı, insan hayatını muhafaza etmek, İslam’ı yaşamasına bir engel bırakmamak içindir. Hiçbir insan bir diğerinin -fıkhî müstesnalar dışında- yapmak zorunda olduğu ibadeti yapamayacağı gibi, devlet de herhangi bir müslümanın yapması gereken şer'î sorumluluğu onun adına yapamaz. Yani devlet idaresinde Müslüman idarecilerin olması, Müslümanların kendi sorumluluğunu yapmaması, ihmalkâr ve mütesâhil olmasını gerektirmez.
Muhafazakâr bir iktidarda, toplumda sesi çıkmayan, mağdur edilmiş, yok sayılmış birçok kesiminin önünü açmaya gayret ederken önündeki engeller kaldırılan, rayında gitmeyen işleri yoluna giren, ticaret hacmi artmaya ve mal varlığı katlanarak yükselmeye başlayan muhafazakâr kimselerin sermayeleri kadar dini hassasiyetinin de artması gerekir. Buna rağmen sermayesi artan kimselerin dindarlık kat sayıları ve dînî hassasiyetleri düşüş gösteriyorsa burada başka çaresi olmadığı için mecburi bir dindarlık kisvesinden bahsediliyor demektir.
Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse elinde imkân olmadığı veya sermayesi düşük olduğu için konvansiyonel (faizle çalışan) bir bankadan kredi çekemeyen, kendisi ile aynı görüşte olmayan hükümetlerin baskısından ötürü işleri kesat giden Müslüman bir kimse zengin olup mal varlığını ikiye-üçe katladıktan sonra faizli işlemlere bulaşıyor, helal-haram hassasiyetini kaybedip ticaretin her türlüsünü yapmaya tevessül ediyor, üstüne bir de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kuvvetli mümin zayıf müminden evladır”[1] hadis-i şerifini mesnet olarak kullanabiliyorsa esasında bu kimsenin önceden beri dînî bir hassasiyet ve refleksinin olmadığı anlaşılır.
KINADIKLARI İLE SINANANLAR
Sınanmadığı birçok olayın edebiyatını ve kahramanlığını yapan kimselerin eline imkân geçtikten sonra kınadıkları ile sınanması, imkânı olmadığı için içindeki kötülük iktidarını bastırarak mecburen iyiler safında yer alan kimselerin, buldukları ilk fırsatta farkına dahi varmadan zulüm ve kötülük edebilmeleri, son zamanlarda Müslüman ve muhafazakâr camianın en büyük imtihanlarından biri olmuştur. Bu husus, Asr-ı Saadet’ten Salebe’nin durumuna benzemektedir. Nitekim o da önceleri mescitten ayrılmadığı için mescit kuşu olarak anılmış; ancak eline imkân ve mal varlığı geçtikten sonra mescidin yolunu unutmuş, önce Cuma ardından günlük namazlarını aksatmış ve nihayetinde kendisinden zekât almaya gelen memura “Siz benden haraç mı istiyorsunuz?” diyecek kadar gözünü hırs ve dünyalık bürümüştü. Hakkında münafık olduğuna dair ayet nazil olmuş, sonradan hatasını anlayıp zekâtını götürdüğünde ise Hz. Peygamber (s.a.v.) “Artık senin malını alamam Salebe” diyerek zekâtını kabul etmemişti.[2]
Esasında hukuk kuralları, ahlak kurallarının supabı mesabesindedir ve hukuk, toplumdaki ortalama ahlak anlayışını muhafaza eden yasal zemini ifade eder. Daha açık bir ifadeyle toplumsal ahlak düzelmediği müddetçe kanunlarla toplumun ahlaklı hale gelmesi mümkün değildir. Nitekim modern zamanın tefekküre fırsat bırakmayan problemlerinden biri de İslâm fıkhı ile beşerî hukuk arasındaki bariz farkı hissettirmemek üzerine bina edilmiş olmasıdır.
İslam’ın getirdiği sistemde mükellefler Allah Teâlâ’ya karşı sorumlu ve yaptıklarından mes’ûldür. Herhangi beşerî bir hukuk sisteminde israf edenlere dair cezâî bir müeyyideye rastlamak mümkün olmadığı gibi “helal-haram” şeklinde yasal bir düzenleme de söz konusu değildir.
Lakin İslam’ın getirdiği sistemde her şeyin hakiki sahibi Allah Teâlâ olduğundan fertler, sahip oldukları mallar üzerinde Allah Teâlâ’nın çizdiği çerçeve doğrultusunda vekaleten tasarrufta bulunabilirler. Bu sebeple kanunlarda “yasal olarak ifade edilen her şeyin, şer'î olarak helal/mubah olmadığı” iyi bilinmelidir.
HER YASAL HAK HELAL DEĞİLDİR
Söz gelimi alnının teriyle gelir elde eden birisi, “Bu benim kendi kazancımdır, dilediğim gibi harcarım” diyerek gayrimeşru bir harcama yapabilir, kumar oynayabilir. Yasal olarak böyle bir hakkı vardır; ancak şer'î olarak helal değildir. Allah Teâlâ bu adama karışır, ahirette bu kişiyi hesaba çeker.
Eşinden boşanan herhangi bir kadının yasal olarak ömür boyu nafaka alma hakkı vardır. Fakat Allah Teâlâ’nın belirlediği iddet süresi dışına çıkan süresiz nafaka helal değildir.
Bir kişi aldığı faizli banka kredisiyle ev/araba vs. alabilir; yasal olarak herhangi bir mâni yoktur. Devlet bu adama “Neden bu çirkin fiili işledin; Allah ve Rasûlü’ne savaş açtın?” diye yan gözle bakmaz. Fakat bu kişinin aldığı faizli kredi helal değildir. Şeriat bu adamın işine müdahil olur.
Vefat eden bir kimsenin mirasını varisler, kanunda belirlendiği şekilde kadın-erkek eşit olacak şekilde paylaşabilir. Yasal olarak herhangi bir mâni yoktur. Ancak Allah Teâlâ’nın belirlediği hisseyi almak isteyen bir mirasçının rızasının olmaması durumunda bu taksim helal değildir.
Elinde yetkisi olan bir müdür-amir yetkisini ve nüfuzunu kullanarak emri altında çalışan işçisini görev tanımındaki kapsam gereği ağır işlerde çalıştırabilir; yasaldır. Fakat hakkını gözetmediği veya ihlal ettiği sürece bu helal değildir.
Yurtta kalan bir öğrenci, “Yurtta kalmak için gerekli ücreti veriyorum; faturalar benim aidatlarımla ödeniyor, dilediğimi yapabilirim.” diyerek tabağına aldığı yemeği çöpe dökebilir; elektrik veya suyu lüzumsuz kullanabilir. Yasaldır; fakat bunların hiçbirisi helal değildir.
Hülasa seküler-parçalanmış bir zihin yapısına sahip Müslümanın, kul olma mes’ûliyeti ile vatandaş olma mefhumunu birbirine karıştırması kaçınılmazdır. Bir Müslüman, ihlal ettiğinde karşılaşacağı cezâî müeyyideden vatandaş olarak korktuğu kadar kul olarak da Allah Teâlâ’nın azap ve cezasına maruz kalacağından sakınmak durumundandır. Her bir Müslüman bilmelidir ki yaratan Allah, aynı zamanda yönetendir.
Aksi takdirde Allah Teâlâ’nın koyduğu sınır ve çerçeveyi hayatından çıkarıp dikkate almamak demek, Allah Teâlâ’nın “yaratıcılığını” kabul edip “yöneticiliğini” reddetmek; Allah Teâlâ’ya rol biçmek ve yönetmek neticesinde ise -haşa- “Yaratan sensin; fakat yöneten biziz.” demektir.
Bize, beşeri kanunlara uygun hareket edip “iyi bir vatandaş” olmak yetmez. İlahi kanunları ön planda tutan ve helal-haram hassasiyeti çerçevesinde yaşayan “iyi bir müslüman” olmak ise herkese ve her şeye kâfidir.
Dipnotlar:
[1]Müslim, Kader 34. [2]Ebussuûd Efendi, İrşâdü akli’s-selîm, IV, 85.
Kaynak: Mehmet Büyükmutu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 448
YORUMLAR