Yavuz Sultan Selim'in Kararlı Duruşu

Ya­vuz Sultan Selim, doğudaki Safevî tehlikesini ortadan kal­dırmak için çıktığı seferde düşmanla karşılaşmayan yeniçeriler seferden geri dönmek istemiş padişah da seferden dönmeyeceğini kararlı duruşu ve etkin hitabetiyle onlara ispatlamıştı. 

“Şehzadeler ve içerdeki fesatcılar meselesini halleden Ya­vuz Sultan Selim, doğudaki Safevî tehlike ve tehdidini ortadan kal­dırmaya azmetmişti. Toplanan ordu, doğuya doğru zor şartlar altın­da ilerledikçe, asker arasında muharebe aleyhinde tahrikler çoğa­lıyordu. Fakat Yavuz, bu bozgunculara taviz vermeyerek onların is­teğini kendisine arz eden çok sevdiği Hemdem Paşa’nın kellesini vurdurmakta tereddüt etmedi.

Ordu Eleşkirt civarına geldiği zaman, bu defa Yeniçeri Ocağı tahrik edildi. Bunlar ayaklandıkları gibi padişahın çadırına da “Düş­man meydanda yok, bu harap yerlerde ilerlemek askeri beyhude telef etmektir, geri dönelim” tarzında yazılmış mektuplar bırakıyorlardı. Hatta daha da ileri giden Yeniçeriler, bir sabah padişahın çadırına ok atacak kadar işi azıtmışlardı.

Bu hâdise üzerine, Yavuz Sultan Selim Han, derhal atına at­ladı ve yeniçerilerin içine girdi, askere hitaben:

“Biz henüz kastettiğimiz yere varmadık, düşmanla karşı­laşmadık. Dönmek ihtimali yoktur. Hatta bunu düşünmek bile ha­yaldir. Şâhın maiyyeti, kendi efendileri yoluna can verdikleri halde, biz şeriat-ı Ahmediye’ye muhalif hareket eden bunları yola getir­mek için bu serhatlara kadar gelmişken, bir takım gayretsizler, bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler. Biz katiyyen yolumuzdan dön­meyeceğiz. Ulu’l-emre itaat edenlerle kastettiğimiz yere kadar gi­deriz.

Kalbleri zayıf olanlar, ehl ü iyallerini düşünenler, karılarının yanına dönmek isteyenler ve yol zahmetini bahane edenler, kendi­leri bilirler. Dönerlerse dîn-i mübin yolundan dönerler. Eğer baha­ne düşman gelmedi ise düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle beraber gelin, aksi halde ben tek başıma da olsa giderim” diye atını ileriye sürünce, yaptıklarına utanan yeniçeriler padişahı takip etmeğe başladılar.”[1]

[1] Avni Arslan-Ziya Demirel, Osmanlı Tarihinde İlginç Hikâye ve Anekdotlar, s. 68.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.