Yavuz Sultan Selim'in Nefs Muhasebesi
Yavuz Sultan Selim'in nasıl bir şahsiyete sahip olduğunu gösteren iki ibretlik misal.
Yavuz Sultan Selim Han, 15 Şubat 1517’de parlak bir merâsimle Memlûklular’ın sarayına girmişti. Devrin vak’anüvisi, halkın Yavuz’u Kâhire’de karşılayışını şu şekilde anlatır:
“Halk, Yavuz’un ihtişâmını seyretmek için sokakları ve pencereleri doldurmuştu. Yavuz’u çok değişik zannediyorlar, giyiminin ve kavuğunun etrafındakilerden farklı olacağını düşünüyorlardı. Yavuz ise, önde değil, cengâverlerinin ortasında idi. Elbiseleri ve kavuğu, yanındakilerden farklı değildi. Ve önüne bakarak mütevâzı bir şekilde yürüyordu.”
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi’nden İstanbul’a dönüşte Üsküdar’a gündüz vakti ulaşmıştı. Yavuz, İstanbul halkının, kendisine büyük bir tezâhürat yapacağını haber aldığından, lalası Hasan Can’a:
“–Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer tâkları ve iltifâtları, bizi nefsimize mağrûr edip yere sermesin!..” dedi.
Yavuz’u, korkunç Sînâ Çölü’nde bir arslan, Mısır’a girişte mütevâzı, gözü yaşlı, şükreden bir mü’min, Üsküdar’da kendisini bir nefs muhâsebesiyle yönlendiren ilâhî ve derûnî lezzetlere müstağrak bir derviş olarak görüyoruz. O, Hasan Can’a şu mısrâları okuyordu:
Pâdişâh-ı âlem olmak, bir kuru kavgâ imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları