Yavuz’un Çamurlu Kaftanı
Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Yavuz Sultan Selim’in Çamurlu Kaftanı” kesitini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…
YAVUZ SULTAN SELİM HÂN’I ZİYARET
Yavuz’un çehresinde dehşetli bir mehâbet vardı. Çaldıran, Mercidâbık ve Ridâniye’nin çileli hâtıraları hâlâ dipdiriydi. Cenk meydanlarından gelen tekbir seslerini dinliyor gibiydi. Diğer taraftan Hicaz’ın iki mübârek beldesi olan Mekke ve Medîne’nin hizmetini deruhte etmekle müftehir bir derviş vasfındaydı. Âdeta iki dünyâyı mezcetmişti. Şöyle konuştu:
“–Oğlum! Başarıyı nefsinden bilerek gurura kapılan, o nîmete liyâkat kazanamamış demektir. Allâh’ın lutf u keremiyle Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn (iki şerefli belde Mekke ve Medîne’nin hizmetkârı) olduk. Lâkin bu nîmeti nefsimizden bilip gurura kapılmaktan son derece hazer ettik. Bütün nîmetler Allâh’ın lutfundan ibârettir.
Evlâdım! Bir seferde devrimin meşhur âlimlerinden Kemâl Paşazâde’nin atının ayağından sıçrayan çamur, kaftanımı baştan başa boyamıştı. Büyük üstâdın üzülmesine mukâbil ben âdeta sevinmiş ve:
«–Ulemânın atının ayağından sıçrayıp bizi boyayan çamur, bizim için şereftir, mübârektir! Bu çamurlu kaftanı, ben ölünce sandukamın üzerine kapatın ki, gelecek neslime bir ibret müzesi olsun!» demiştim.
Çünkü gerçek zafer, kalbin zaferidir. Onun için böylesi bir zaferle sonsuz vuslattan nasibdâr olabilmek yolunda bu çamurlu kaftan, benim için nice sırlar taşıyan müstesnâ bir semboldür.
Lâkin ne eseftir ki, artık ibret alacak ziyaretçiler bile kalmadı! Nerede o mübârek nesil?!.
Evlâdım! Sekiz senelik saltanatım, Rabbimin lutfu ile kazandığım zaferler, şanlar, şerefler ve fânîlerin iltifatları, bizleri sekre (nefsî sarhoşluğa) sürükleyip mağlûb edemedi. Şu hakîkati çok iyi bildim:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavgâ imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş!..
Oğlum! Sen de iyi bilesin ki, gerçek muvaffakıyetlerin temeli, «nefs engelini aşmak ve onun aldatmacalarına kanmamak»tır. Anadolu’nun dirilik ve canlılığı, hep böyle bir muhteşem düstûr ile gerçekleşmiştir. Böylece oluşan mânevî ve millî şuur sâyesinde Anadolu, dâimâ genç kalmıştır. Nice düşman istilâları görse bile, kurumuş ağaçların kökünden filizlenen yeni sürgünler gibi dâimâ bereketli bir yeşerme ve gelişme tezâhür etmiştir…
Evlâdım, kısacık imtihan dünyâsında çok çalışmak îcâb ediyor. Bak; benim sekiz senelik saltanatımda sarayda kaldığım zaman çok azdır. Ömrüm seferlerde geçmiştir. Tabiî bunun karşılığını da kat kat fazlasıyla Allâh Teâlâ’nın indinde buluyoruz...”
Yavuz Sultan Selim Hân’a Târih Baba da hayrandı. Onu iyi tanıyor ve o konuştukça muhtelif hâtıralar gözünün önünde canlanıyordu.
Tahta geçtiğinde şu sözleriyle bey’at istemişti:
“Ben pâdişah olursam gâyem; Arabistan’ı, Çerkezistan’ı ve bütün beldeleri yanlış îtikatlardan temizlemektir. Hattâ İslâm’ı bir noktaya cemetmek için Hind ve Turan’a gideceğim. Doğuda ve batıda i’lâ-yı kelimetullâh’a çalışacağım. Zâlimlere evlâdım olsa bile merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahata varmak ve ahâliye tasallut etmek mümkün olmaz. İşte benim hâlim budur. Birâderim ise rahatı sever ve hilim ile muttasıftır. Seferden korkmaz ve haddi aşmak istemezseniz bana bey’at ediniz...”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları
YORUMLAR