Yerlerin ve Göklerin Yaratılışı
Yerlerin ve göklerin yaratılışı nasıl gerçekleşti? Yerlerin ve göklerin yaratılışı ilgili ayetler...
Kâinâtın ilk maddesinin ne olduğu ve yaratılışının nasıl gerçekleştiği husûsunda öteden beri bir kısım nazariyeler ileri sürülmüştür. Yâni insanlar, semâ hakkında farklı görüşleri tartışmaktadırlar. Şu kadar var ki, geliştirilen bu nazariyelerle, Kur’ân-ı Kerîm’in mevzû ile alâkalı hakîkat ve i’câzı daha iyi anlaşılabilmektedir.
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“İnkârcılar bilmezler mi ki, göklerle yer birbirine bitişik idi; onları Biz ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. (Bilip de) hâla îmân etmezler mi?” (el-Enbiyâ, 30)
“Sonra (Allâh’ın irâdesi) göğe yöneldi; o zaman gök duman hâlinde idi. Ona ve yerküreye; «İsteyerek veya istemeyerek, gelin!» buyurdu. İkisi de; «İsteyerek geldik.» dediler.” (Fussılet, 11)
Günümüzde astro-fizikçilerin bu konuda sahip oldukları kanaat da, bu âyetlerin çizdiği çerçeveye uygun düşmektedir.
Tokyo İlmî Araştırmalar Merkezi Müdürü Prof. Dr. Yuşili Kozayn’a yerin oluşumu hakkında Kur’ânî bilgiler sunulduğunda sordu:
“–Bu kitap ne zaman indi?”
“–1400 sene evvel.”
Şok oldu ve büyük bir şaşkınlık içinde şöyle dedi:
“–Hiç şüphe yok ki bu kitap, kâinâta tepeden bakıyor. Baksanıza; ne var ne yok her şeyi bütün ayrıntılarına kadar görmüş ve hem de gücüne erişilemeyecek bir mükemmellikle tasvîr etmiş!.. O’na gizli kalabilen hiçbir şey yok!”
Prof. Dr. Yuşili, bir konferansında yerin ve gökteki diğer cisimlerin oluşumları hakkında bugün ilmin gâyet net tespitler yaptığını söylemekte ve bunların sâbit gaz kütlesi hâlinde iken patlama sonucu oluştuklarını anlatmaktaydı. İşte kendisini hayrete düşüren Kur’ânî bilgiyi de bu sırada öğrenmişti. Kur’ân, bu oluşum hâlindeki varlığa “duhan” diyordu ve bu tâbir profesöre idrâkini eritecek kadar tesir etti. Çünkü o âna kadar ilim, gaz kütlesinin patlaması neticesinde belirmeye başlayan şekli “sis” kelimesiyle ifâde etmekteydi. Oysa sis, bünyesinde bulunan soğukluk ve su gibi özellikleriyle bu hakîkati îzahtan çok uzaktı. Kur’ân-ı Kerîm ise “duhân, yâni sıcak duman” demekle, hem gerçek târifi yapmış, hem de mevcut reaksiyona ışık tutarak patlamadaki harârete de değinmiş bulunuyordu. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm, ilmin tıkandığı bir kapıyı daha 1400 sene öncesinden aralayarak insanlığa -onların yeni fark ettiği- mükemmel bir hakîkat bilgisi kazandırmıştı.
Prof. Dr. Yuşili’ye, müsbet ilim, ancak bâzı hakîkat kırıntılarını tespit ve keşfedebildiği hâlde, Kur’ân’ın, bunları daha dakîk bir şekilde önceden nasıl haber verdiği soruldu. Şöyle dedi:
“–Bu bilgilerin bir insan sözü olması mümkün değil! Çünkü biz ilim erbâbı, ancak bir mevzû üzerinde derinleşebiliyoruz. Oysa Kur’ân, bütün bir kâinat sahasındaki bilgileri, hattâ daha ötelerini en mükemmel bir şekilde ihtivâ ediyor ve îzah ediyor! Bu kadar geniş bir sahayı içine alan en doğru ve en mükemmel bir ilmî kudreti hiçbir beşer gösteremez! Bundan sonra ilmî hayâtımın rotası Kur’ân-ı Kerîm olacak! Önceki dar çerçevemi Kur’ân’la genişleteceğim!..”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları