Yesârî Mehmet Esat Kimdir?

Yesârî Mehmet Esat kimdir? Ta‘lik hattına Osmanlı-Türk kimliğini kazandıran hattat; Yesârî Mehmet Esat Efendi’nin hayatı ve eserleri.

Yesârî Mehmet Esat, tahminen 1730’lu yılların ortalarına doğru İstanbul’da doğdu. Anadolu kazaskerliği şer‘î mahkemesi muhzırlarından (mübâşir) Kara Mahmut Ağa’nın oğludur. Sağ tarafı felçli olarak doğan, sol elinde de çolaklık bulunan Mehmet o haliyle ta‘lik hattına merak sardı. Devrin üstadı Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi tarafından -bedenî kusuru sebebiyle- talebeliğe kabul edilmedi. Dedezâde Mehmet Sait Efendi ise onu ilk meşkinden itibaren dikkat ve hayranlıkla takip ederek kendisine 1754 yılında ta‘lik icâzetnâmesi verdi. Halen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde saklanan (Güzel Yazılar, nr. 324/27-3) bu mâil ta‘lik kıtada ismi ve mahlası Mehmet Esat, lakabı da “Yesârî” olarak kaydedilmiştir. İcâzet merasiminin yapıldığı camide mümeyyiz olarak Veliyyüddin Efendi de bulundu. Diğer hat üstatları Yesârî’nin kıtalarına baktıkları esnada sıra Veliyyüddin Efendi’ye gelince onun, “Bu şerefe biz nâil olacakken hayfâ ki elimizle kaçırdık!”, bir başka defa da, “Cenâb-ı Hak bu zatı bizim enf-i istikbârımızı (burun büyüklüğü) kırmak için yollamıştır” dediği hattat Filibeli Hacı Ârif Efendi’den rivayet edilir.

OSMANLI-TÜRK TA’LİK ÜSLUBU

Mehmet Esat icâzet aldıktan sonra gelişmeye devam etti. Önceleri büyük İran hattatlarının, bilhassa Mîr İmâd-i Hasenî’nin üslûbunda ve “İmâd-i Rûm” lakabıyla anılarak yazmayı sürdürdü; kıtalar, murakka‘lar, kitâbeler, levhalar yazdı. Zamanla İmâd’ın en güzel harflerini kendi sanat zevkine göre seçerek 1776 yılından itibaren Osmanlı-Türk ta‘lik üslûbunu başlattı. Sadece İran üslûbunu benimsemiş olanlar, Türkler’in ta‘lik hattını bozduğunu söyleyip bu çığırı açtığı için Yesârî Esad Efendi’yi kabahatli buldular. Halbuki Türk ta‘lik üslûbunda kullanılan harflerin hepsine İmâd’ın murakka‘larında rastlanabilir. Ancak İran hattatlarında aynı harf elden farklı görünüşlerle çıkarken Türk hattında daima seçilip beğenilen tavrın korunmasına dikkat edilmiştir. Yesârî Esat Efendi yeni üslûbu tam yerleşmiş olarak 1781 yılından itibaren çok güzel örnekler vermeye başladı. 1790 yılından sonra celî ta‘likte küplü, çanaklı harfleri alışılandan daha büyükçe yaparak bazı kitâbelerinde (meselâ Eyüp’te Mihrişah Vâlide Sultan İmareti) görünüşe mübalağa getirdi. Bundan dolayı onun son yıllarının yeniden üslûp araştırmalarıyla geçtiği söylenebilir. Türk üslûbundaki en parlak devresi 1781-1786 arasındaki yılları kabul edilmektedir.

YESARİ MEHMET ESAT EFENDİ’NİN YETİŞTİRDİĞİ TALEBELER

Yesârî’nin ne kadar çok kimseye yazı öğrettiği, meşk yazdığı şuradan anlaşılmalıdır ki -Sâmi Efendi’nin nakline göre- ta‘lik kâğıdı imalâtçısı Kadri Usta, meşk günleri onun evinin kapısında oturup gelenlere âharlı meşk kâğıdı satmakla geçimini temin ederdi. Aynı günlerde is mürekkebi, kamış kalem ve kalemtıraş satanların da müşterilerin talebiyle bu evin kapısına geldikleri söylenir. Daha ziyade medrese talebesi için yazdığı, “softa (suhte) meşki” adıyla tanınan ta‘lik meşklerine bakıldığında Yesârî’nin kalemindeki sürat hemen farkedilir. Yazarken sulu is mürekkebini tercih ettiğinden hattındaki kalem cereyanları zevkle seyredilir; yazdıklarında beğenmeyip tashih ettiği harfler yok denilecek kadar azdır. Bütün bu mârifetleriyle Yesârî Esad Efendi eskilerin “kudretin ibreti” olarak nitelendirdikleri tarifi göz önüne getirir.

YESARİ MEHMET ESAT EFENDİ’NİN HİZMET ETTİĞİ PADİŞAHLAR

Yesârî icâzet aldığı sırada Osmanlı tahtına geçen 3. Osman onun namını ve kabiliyetini duymuş olmalı ki huzuruna davet etti; hünkârın emriyle karşısına oturup sol dizini dikerek yazı altlığı üzerinde yazdığı birkaç satır ta‘lik hattını padişaha sundu ve onun ihsanına nâil oldu. Fakat bu sırada sadece 40 kuruş ihsana nâil olabildiği Tuhfe-i Hattâtîn’de bahtsızlığına işaretle belirtilmiştir. Daha sonra 3. Mustafa kendisini Sarây-ı Hümâyun’a hat muallimi tayin etti. 1. Abdülhamid ve 3. Selim devrinde kendilerinin ve devlet adamlarının yaptırdıkları mimari eserlerdeki celî ta‘lik kitâbeler Yesârî Esat Efendi’ye yazdırılırdı. Burada özellikle hassas ruhlu Sultan Selim’in sanatkâra karşı muamelesi anlatılmaya değer bir hadisedir: Yesârî, özürlü bedenine rağmen oğlu Mustafa İzzet ile birlikte 1792 yılında hacca niyetlendiğinde bunu duyan padişah 24 Şubat günü onları Topkapı Sarayı’nda kabul ederek iltifatta bulunduktan sonra Aynalıkavak Kasrı için Şeyh Galib’e ait bir kasideyi yazmasını, eğer hacca gidişi dolayısıyle vakit darlığından yazamayacaksa başkasının yazısını da istemediğini söyleyip ilâve eder: “Lâkin hatırım için ne kadar da zahmet ise katlanın!” diyerek kendisine 12.500 kuruş yolluk ihsan eder. Bu zarafete, ta‘lik hattının hünkârı da seyahat öncesi Aynalıkavak’a yazdığı kitâbe ve kuşak hatları ile karşılık vermiştir. Ancak kuşak yazıları taşa hâkkolunmayıp sıva üzerine yapıştırma altınla işlendiği için sonraki tamirlerde tamamen bozulmuştur.

KABRİ CUMHURİYET DÖNEMİNDE KAYBOLDU

Son zamanlarını hastalıklarla geçiren Yesârî Esad Efendi 20 Aralık 1798 vefat ederek Fatih’in Gelenbevî semtindeki Tûtî Abdüllatif Efendi Medresesi’nin hazîresine gömüldüyse de elli bir yıl sonra yanına defnedilen oğlu Mustafa İzzet Efendi’ninkiyle beraber kabirleri tahminen, 1925 yılında onarılıp genişletilen yolun altında kalmış ve kaybolmuş, mezar kitâbeleri ise Fâtih Camii hazîresine götürülmüştür.

YESARİ MEHMET ESAT EFENDİ’NİN MEŞHUR ÖĞRENCİLERİ

Yesârî Esat Efendi, oğlu Mustafa İzzet’i de ta‘lik hattında mükemmel sûrette yetiştirmiştir. Babasından sonra ta‘lik hattında Osmanlı-Türk karakterini daha da pekiştiren Yesârîzâde imzalarında babasını da daima lakabıyla anar. Oğlundan başka Mîr Mehmet Emin ve Arapzâde Mehmet Sâdullah, Mehmet Şehâbeddin, Mektûbî İbrâhim Edhem, Şerif İhyâ efendiler de Yesârî’nin en meşhur öğrencileridir.

YESARİ MEHMET ESAT EFENDİ’NİN ESERLERİ

Yesârî’nin taşa mahkûk celî ta‘lik kitâbelerinden zamanımıza intikal edenlerden bazıları şunlardır: Reîsülküttâb Recâi Efendi Mektep ve Sebili (Vefa, 1775); Beylerbeyi Camii (1778); Hamîd-i Evvel Medresesi (Bahçekapı, 1780 [imzasız]); Hacı Selim Ağa Kütüphanesi (Üsküdar, 1782); Emirgân Camii ve Çeşmesi (1783); Fâtih Türbesi kapı içi kitâbesi (1785); Aynalıkavak Kasrı kitâbesi ve içinde kuşak (1792); Eyüp Mihrişah Vâlide Sultan İmareti, Türbesi, Sebili, 1794); Topkapı Sarayı içinde Kubbealtı ve Harem’de kitâbeler; Bulgaristan Şumnu’da Kurşunlu ve Reis Paşa camilerinin kitâbeleri; muhtelif nişan taşları (Beşiktaş-Ihlamur, Teşvikiye Camii avlusu, Sarayburnu-Gülhane sahası). Ayrıca müze, kütüphane ve hususi koleksiyonlarda kıta, murakka‘ hilye ve levha olarak eserleri mevcuttur.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

HATTAT OLABİLMEK İÇİN GEREKLİ OLAN 8 ŞART

Hattat Olabilmek İçin Gerekli Olan 8 Şart

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.