Yetimlere Karşı Görevlerimiz
Yetimlerin, sahipsiz dulların, gözü yaşlı, bağrı yanık ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşup, her hususta yardımcı olarak gönüllerine sürûr vermek, Allah Teâlâ’ya yakınlıktır. Bu durumda yetimlere karşı görevlerimiz nelerdir?
Yetimleri korumak, onların bütün ihtiyaçlarını gidermek, tahsillerini en verimli şekilde yaptırmak, dinlerini, diyânetlerini öğretmek, terbiyeleri ile ciddi bir şekilde meşgul olmak, kalplerine Allah, Peygamber, vatan sevgisini aşılamak, hatta evlenme çağları gelince onları yuva sahibi yapmak, günümüzdeki devletin ve zenginlerin vazifesidir. Yetimlerin gönülleri kırık, duyguları hüzünlüdür. Ana-baba şefkatinden mahrum kaldıkları için, kendilerini talihsiz, bedbaht hissederler, üzüntüleri sonsuzdur.
Bunu telâfi etmek için, zamanımızdaki Allah’ını seven varlıklı kişilerin, bunlardan birini, üçünü, beşini himayelerine alıp, hatta daha geniş çapta bütçeleri, imkânları müsait olanlar yetimhâne yaptırabilirlerse, ne kadar isabetli hareket etmiş olurlar. Hatta aralarında dernek kurup büyük çapta binalar yaptırıp, yüzlerce, binlerce yetimi hem oralarda barındırırlar, yedirirler, giydirirler, okuturlar. Yeter ki bu müesseselerin hizmetkârları, şefkatli diyânetli yüksek ahlâklı, seciye sahibi insanlardan seçilsin. Çünkü bu yavruların her şeyden önce şefkatli, hüsn-i ahlâk sahibi rehberlere ihtiyaçları vardır. Çünkü boyunları bükük, öksüzdürler, yetimdirler.
Fakirhanenin bahçesinde, evin muhafazası için üç köpek bulunmaktadır. Yiyecekleri hususunda hiç telâş etmem. Hangisinin önüne ne konursa, o onu yer, diğeri kendisine verilmediği için hiç üzülmez, hakkına razı olur. Fakat sevgi, şefkat hususunda iş değişir. Sevgi, şefkat hususunda eşitlik isterler. Bu hususta çok dikkat eder, itina gösteririm. Çünkü kendisine alâka ve şefkat gösterilmeyeni olursa, küser, darılır, bahçenin bir köşesine gider, arkasını döner, ne kadar yiyecek vermek isterseniz de, başını çevirip bakmaz. Kendisini sevgide ihmâl ettiğiniz için size karşı kalbi kırıktır. Bazen bu dargınlık günlerce devam eder.
Cenâb-ı Hakk’ın mahlûku olup, herkesin hor ve hakir gördüğü, bir yaratığın gönlü bu kadar hassas olursa, mü’min kardeşlerimizin, bilhassa yetimlerin dulların, kalp yapılarının ne kadar duygulu olduklarını teemmül edelim.
ALLAH’A YAKLAŞTIRAN AMELLER
Yetimlerin, sahipsiz dulların, gözü yaşlı, bağrı yanık ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşup, her hususta yardımcı olarak gönüllerine sürûr vermek, Allah Teâlâ’ya yakınlıktır. Ve en faziletli bir ibâdet ve kulluk vazifesidir. Çok kimseler namazlarını kılmak ve oruçlarını tutmakla dini vazifelerini edâ ettiklerini sanarak müsterihtirler. Bu kâfi gelir mi? Hayır.
Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine riâyet ve tanzimle beraber mahlûkatına şefkatli olmak gerekir. Bu da ancak fedakârlıkla, samimi bir hizmetle elde edilir. Demek ki her akl-ı selim sahibi Müslümanın farzları edâ, haramlardan kaçındıktan sonra, dikkat edeceği husus, Müslümanlığa, cemiyete, mahlûkata, hizmet ve yararlı olmayı benimsemesidir. Sırf Allah Teâlâ’nın rızâsını kast ederek, bedenî fikrî ve malî hizmette bulunmayanlar, kâmil mü’min olamazlar. Çünkü bu sayılanlar, farzların mütemmimi ve Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sünneti seniyyesinden cüzlerdir.
Her ferd, Allah Teâlâ’yı seven kişi, Rabbinin kendisine vermiş olduğu kabiliyet ve ihsan ölçüsünde kendisini mes’uliyetli bilmelidir. Tarihimize göz attığımızda, ecdadımızın ne şerefli bir hayat sürdüklerine, bin bir gaile içinde ne büyük fedakârlıklara katlandıklarına şahid olmaktayız.
Şerefli ecdadımızla iftihar etmekle kalmayıp, onların izinde yürümemiz icâb etmez mi? Gerek Selçuklu, gerek Osmanlı devletlerinin başında bulunan hakanlar, gerek beylikleri temsil eden beyler, geceyi, gündüze katarak ne kadar çalışmışlar, milletlerinin refahı ve mutluluğu için ne kadar didinmişler. Hem şahsî keselerinden, hem devlet bütçesinden, külliyetli rakamlar tutan servetleri ile tersâneler, silahhaneler, yetimhaneler, hastahaneler, camiler, kurslar, misafirhaneler, okullar, sebiller yaptırmışlardır; bunları yaptırmakla kalmayıp, vakıf yolu ile ebedileştirmek istemişlerdir. Ellerindeki servetleri yerli yerinde kullanmışlar, faidesiz, meş’ûm yerlere kullanmamışlar.
Kaynak: Sâdık Dânâ-Altınoluk Sohbetleri-3, s.221- Erkam Yayınları